
Nesrin Akgül: Mücadele felsefemiz özgür yaşamı kazanmaya dayanır
- 09:04 3 Temmuz 2019
- Güncel
İSTANBUL - İmralı tecridine karşı 200 gün sürdürülen açlık grevi ve ölüm orucu eylemcilerinden Nesrin Akgül, var olmanın hakikat savaşçılığı ile gerçekleştiğini belirterek, “Elbette mücadele felsefemiz özgür yaşamı kazanmaya dayanır. Özgür yaşam dışındaki bir yaşamı da yaşanmamış sayar. Yaşamanın anlamı kazanıldıkça, yaşatmanın gereklilikleri daha da büyür” dedi.
İmralı tecridinin kaldırılması talebiyle Leyla Güven’in 8 Kasım 2018 tarihinde başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine 16 Ocak’ta dahil olan Bakırköy L Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Nesrin Akgül, 30 Nisan’da ise eylemini bir üst aşamaya taşıyarak ölüm orucuna dönüştürmüştü. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşmesi ve bu görüşmenin ardından gönderdiği mesajla 26 Mayıs’ta eylemler sonlandırıldı.
Nesrin, kaleme aldığı bir yazıyla açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sürecini siyasal, toplumsal, felsefik ve sosyolojik açıdan ajansımıza değerlendirdi.
Nesrin’in yazısı şöyle:
“Hakikat savaşçılığı binlerce yıllık insanlık tarihinde kendini anlam değeri haline getirmiş en önemli bilme yöntemi olarak hafızalarımıza kodlanmıştır. Tarihe bir izlek oluşturursak hakikat savaşçılığının inanç kimliği, farklı ekoller içinde veyahut toplumsal direnişlerde, acıyı da en iyi öğretici yöntem olarak kullanıp yürütüldüğünü görürüz. Hakikat savaşçılığında acı çekmek ahlaki bir tercih olarak ortaya çıkar. Hakikat savaşçısı varlığında olanı açığa çıkartmak için tıpkı Yunus Emre’nin dile getirdiği gibi ‘Beni bende demen, bende değilem, bir ben vardır bende, benden içeri.’ Hakka ulaşmanın arayış ve mücadelesini kendinde yürütür. Bu mücadele de ruhu ve zihni bedenin esaretinden kurtarmak, maddeleşen, hapsedilen tini, enerjiyi özgür kılmak, böylece arınmak kadar münzevi bir yaşam tercihiyle yalnızlık içinde kendini bulma arayışına dalınır.
Var olmanın erişimi hakikat savaşçılığı ile gerçekleşir
İnsan kendi benliğinde yatan ummana dalarak kendindeki sırra, evrenin bedenine işlediği sırra erişmek ister. Bu mücadele sürecinde ortaya çıkan tüm yol zorlukları amaca ulaşmak tercihi ile yola girende, amaca bağlılığı sınayacak bir sürece dönüşür. Bir bütünen nefis mücadelesi olarak tanımlanan bu süreçte karşılaşılan tüm zorluklar içinde ve başarıya ulaşan an’a kadarki demde benlikte iradeleşme, amaçta netlik ve kararlaşma, arınma yaşanır. Kendini kendinde yenme ve kazanma şeklinde yürütülen nefis savaşımıyla ‘İnsanı Kamil’e ulaşma hedeflenir. Maddi uygarlığın karşı devrim olarak manevi değerlerden koparak yükselişi karşısında manevi bir direnişe geçilir. Bir yanıyla insanın hakikate ulaşma arayışçılığı, öte yandan mazlum ve masumları kendi zulmünün girdabına mahkum edenlere karşı itiraz etmek, karşı koyabilmek hakikat savaşçılığını büyütür. Yanlışa karşı kaymanın her hali de benliği eyleme geçirir. Bu eylemin ilk hareket noktası yaşamın farkına varma ve itiraz edip, karşı çıkmayla gerçekleşir. Mevcutta yaşanan karşı koymak kadar, ulaşılan hakikate göre yaşayıp, bunun inşacısı olmak, tutarlı bir bütün oluşturarak, eylemin anlam gücünü derinleştirir. Bu aynı zamanda bilme ve bilmeye göre yaşayarak bilinçli bir yaşam gücünü kazanma halidir. Bu hal varlık savaşımının kendisini de tanımlar. Var olmanın erişimi hakikat savaşçılığı ile gerçekleşir ve ancak yaşam gücü olan, anlamlı yaşam tutkusu olanlarla hakikat savaşımı kazanılır. Hakikat savaşçısı yaşam ve yaşama ilhamını bu direnişinden ve amaçlarından alır. Bedel ödemenin hali olarak acı çekmek, çileye yatmak gerçeği uyandırmanın tetikleyicisi olur. Herkes için gerçekleşecek bir yaşam uğruna birey kendini özgürlüğe adar. Bunun bedelini ödemekten kaçınmaz.
‘Ölüm amaç halini aldı mı orada yaşamın inşası olmaz’
Önderlik gerçeği de hakikat savaşçılığının yüksek anlam temsilini yapar. Yaşama duyduğu saygı ve bağlılığı gereği olarak bu savaşa başlar. Yaşamın gerektirdiği kadar cesaret ve korkuyla eylemlerinin yürütücüsü olur. Saygılı bir yaşam için gerekli olan cesareti, özgürlüğün en amansız gerekliliği olarak görürken, en büyük korkuyu da bunu kaybetme karşısında yaşar. Cesaretini gerçeği bilme ve buna göre yaşama gücünde serimler; korkuyu bu yaşamı koruma, tedbirini alma, buna dair düşünme ve tedbir alma şeklinde politik bir duruşa dönüştürür. Ne kör cesaretin ne de yersiz korkuların esiri olur. Varlık kazanmanın dayanılmaz acılarını yaşasa da bu acılar karşısında bilincini ve varlık formunu zayıflatmaz. Acılar onun için iyi bir öğretici olur. Acılar karşısında dogmatizmin yarattığı zayıflığa düşmeden, kendi dışındakileri suçlayıp, çaresizleşmeden çözüm arayışına girer. Önderliğin hakikat savaşçılığında yaşamı kazanmanın diyalektiği bunlarla örülür ve yaşam varlık kazanmanın kendisi olur. ‘Yaşa ve yaşat’ felsefesini bunlar üzerine de bina eder. Ruhsal, zihinsel ve bedensel ölüme mahkum kılınmış toplumsal gerçekliğe itirazını böylece yapar. Yaşamak bedensel ihtiyaçlara mahkum kılınmış bir anlamsızlığa varlık olamama haline dönüşmüşse; ölüm yaşamdan kaçısın adı olmuşsa büyük acıları çekme uğruna büyük direniş, bedel ödeyerek özgür yaşamı kazanma hedeflenir.
Bu nedenle ‘Bir günlüğüne dahi olsa özgür yaşam her şeye değerdir temelinde tarihsel ve toplumsal sorumluluk gerekçesi olmazsa, bir günlük yaşam bile çekilmezdir’ der. Bunun yanı sıra yaşamı kazanmayan, kazandırmayan ölümlere itirazını da şöyle dile getirir: ‘Zilanlaşma ve Beritanlaşmanın dar ve eksik anlaşıldığı yorumları da az değildir. Bir felsefe, bir çizgi, yaşayan ve yaşatan çizgi olarak kavrama yerine, feodallik yönü ortaya çıkarıyor, temel alınıyor. Yaşananın benzerini yaşamak tekrardan öte bir şey değildir. Her tekrar anlam yitimini getiriyor. Tarihsel anlam ve değeri olan hadiseler bir kez yaşanır ve tekrarı da olmaz. Ortadoğu’da en ucuz ve en kolay şey ölmek ve öldürmektir. İslamiyet’in iktidarına bulaştırılmış olan ölümün doğru sorgulanması gerekiyor. Ölüm amaç halini aldı mı orada yaşamın inşası olmaz. Yaşam arzusu ve umudu inşa çalışmasını başat hale getirir. Bu birey için olduğu kadar, toplumlar içinde böyledir.’
Bu gelenek kartopu misali sürek kazanarak kendini devreder
Bu düzlemden bakarak zindan direnişini, direnişçiliğini güncelde yaşananlar bağlamında ele almak temel bilme gerekliliği haline gelmektedir. Özgürlük hareketinin toplumsal tarihin direniş geleneğinden beslenerek yürüttüğü direnişçilikte, zindan direnişi onursal bir paye kazanır. 82 Amed zindanındaki direniş kimliğini kaybetmiş, kendi kimliğine yabancılaştırılıp, bunlardan korkar hale getirilmiş bir topluma cesaret kazandırmıştır. Amed zindanında büyük direnilerek, büyük kazanılmıştır. Teslimiyete karşı direnişi tercih edenler tarifi olmayan vahşet uygulamaları altında ezilmek istenen umudun da kurtuluşunu sağlamışlardır. Ölüm orucu direnişiyle şahadete giderken dahi ‘Yaşamı çok seviyoruz. Öyle çok seviyoruz ki, uğruna ölmesini bilecek kadar’ derler. Bu direnişle beraber Kürt halkı dirilişinin uyanışını sağlar. Böylece topluma ahlaki değerler kazandırıp, direnme geleneği oluşur. Toplum var olma zihniyetini kazanmak için faşizmin karanlık duvarlarını, zindandan başlayarak yıkarlar. Bu direnişin yarattığı gelenek kartopu misali sürek kazanarak kendini devreder. Zindanlar cezanın çekildiği dört duvar olmaktan çıkarak, özgür yaşam olanaklarına evrilir. Mazlum, Kemal, Xeyri, Saraların öncülüğünde sembolleşen direniş sadece düşmanına karşı direnmenin adı olmakla kalmaz kendini en derinleştirilmiş kölelik, esaret zemininde özgür, umutlu ve anlamlı kılmanın adı da olur.
Yaşamanın anlamı kazanıldıkça yaşatmanın gereklilikleri daha da büyür
Önderliğin kendisi de 20 yılı bulan zindan direnişiyle zindanda da hakikat savaşçılığının en iyi öğreticisi olmuştur. Hemen hemen mücadele yaşamının yarısını zindanda geçiren Önderlik, cezaya dönüştürülen tüm mahkumiyetlerini tersyüz ederek özgür yaşam tercihine dönüştürür. İmralı Ada Hapishanesi’nde mahkum kılındığı yalnızlık, ağır tecrit koşularını hakikat savaşçılığı yürütmenin gerekçesi haline getirir. ‘Kendisi olmaktan çıkmış bir toplumda zaten doğarken yalnızlığa mahkum kılınmışsındır ya kendi olmaktan çıkıp başka toplumla bütünleşirsin ya da yalnızlığı tercih edersin’ diyerek, aslında Kürt toplum gerçekliğinde direniş tercihinde bulunduğu an’dan itibaren müthiş yalnızlığa mahkum olduğunu ve bunun bir Kürt kapanı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ikilem yaşam boyu devam ettiğinden, zindanda bununla da baş etmesini bilir. Direnişinin bir diğer ayağını kendini savunmayı başararak gerçekleştirir. Başkalarını savunmak isteyenlerin; öncelikle kendini savunmayı bilmesi, başkalarını özgür kılmak isteyenlerin önce kendini özgür kılmasını bilmesi düsturunu yerine getirir. Yaşamın en helallik halleri ve devamlılığı ile birlikte toplumunun olduğunu da yaşar, yaşatır. Günde on defa kendini yenileyerek kendinde başardığı her devrimi paylaşarak, zulme karşı direnişin abidesi olur. Bu direnişle devrimciliğin mekana sığdırılamayacağını ortaya koydu. Zindanı çaresizliğin, soyutluğun, karamsarlığın, bencilliğin adresi olarak görmez. Tam tersine büyük zindanı büyük hayal ve ütopyaları, adresi kılar. Önderliğin İmralı Adasında toplumuyla paylaştığı her söz, her külliyat bunun nişanesi odu. Kendini demokratik modernite çözümü ve bunun gerekli kıldığı zihniyet ve kişiliğe göre donatarak başarı çizgisini yarattı. Bunu da teorik, felsefik, sosyolojik, ideolojik donanma erişerek geliştirdi. Kendine süreklileşen ve büyüyen başarıları sığdıramayan, çelişki yumağına dönen, çözümsüz kişiliklerle zindan da bunların başarılamayacağını ortaya koydu.
Aslında önderliğin zindan direnişçiliğinde yaşanan şey platonik bir aşkın da adıdır. Bu aşk sonsuz bir aşktır ve maşuku da toplum, bu toplumun özgürleşmesi adına mücadele eder ve kazanılan tüm değerlerdir, ödenen bedellerdir. Bu değerleri büyütmek, ödenen bedeller karşısında borcunu ödemek derin bir vicdani duyarlılık sağlatır. Tüm bu değerleri tarihsel dayanakları ile buluşturarak mabet haline getirir. Bu mabedin kutsalları karşısında ibadet edercesine kendini büyütür, çoğaltır, yaşamı kazanır. Bu platonik aşk fikirde, zihinde, ruhta ortak değerlerde buluşmanın, birlikteliğin adıdır ve bunun çocuğun kendinden ürettiği her şey olur. Önderlik Prometeus tarzında kolaylıklara bağlansa da yine Prometeusca, kendini sürekli yenileyerek direniş, ateşi insanlığa taşır. Yaratılan mücadelenin direniş geleneğinde moral, irade, azim, fedakarlık olur. Yaşamanın anlamı kazanıldıkça, yaşatmanın gereklilikleri daha da büyür.
2018 yılında yeni bir direniş hamlesine geçilmiştir
İşte özgürlük hareketinin zindan mekanında açığa çıkarttığı bu direniş geleneği ile 2018 yılında yeni bir direniş hamlesine geçilmiştir. Yine Amed zindanında Leyla Güven öncülüğünde başlatılan ve büyüyen bu direniş, dirilişini tamamlamış bir toplumu kurtuluşa taşımanın, bunun inşasını gerçekleştirmenin hamlesi olur. Direnişini gerçekleştirdikçe dirilişini sağlayan Kürt kadının öncülüğünde, toplumsal kurtuluşu sağlamak için yola yol olmaktır. Zindanlar için en büyük direniş kendinde zihniyet ve vicdan devrimini, anlam derinleşmesini sağlayarak kazanmakken, bununla beraber mücadele değerlerini koruma ve büyütme adına bedenini açlığa yatırarak direnmek, savunma savaşımını sürdürmektir. 2018 yılıyla beraber başlatılan yeni hamlenin öncülüğünü yaşaması bu karakterinden gelir.
Zamanın suskunluğu, faşizmin yıkıcılığı karşısında yeniden direnişi büyütmek adına ahlaki ve vicdani bir duruş, tavır alınmıştır. Politik alanda yaşanan tıkanmanın önü açılmıştır. Tıkanmayı yaratan etkenler Önderliğin de bahsettiği gibi siyasal alanda yaşanan ideolojik, felsefik zayıflık olduğu kadar, umudun ve cesaretin kendini yenileyememesidir. Mücadele diyalektiğinin kazanma başarısı sürekli kendini yenileyerek, başlangıçlar yapacak ahlaki, etik bilinç ve duruşun yakalanması, ideolojik netlik ve sosyolojik bilinçtir. Bu başlangıçların mücadele geleneği olan moral, irade, azim ve fedakarlıktan beslenmesi gerekir. İşte zindan direnişi her şeyden önce hem kendine hem topluma bu moral değerlerini yeniden aşılamayı bilmiştir. Zindan gibi esaretin en görünür olduğu yer, dalga misali kendini büyütmüş, dışarıya taşırmıştır. Gandhi tarzı bir sivil itaatsizlik eylemi faşizm çemberine alınmış bir yaşamın içinde, radikal bir hamleye dönüşmüştür. Bedensel açlığı tercih etme uğruna her şeyi göze alabileceğin değerlerini böylece korumanın eylemine dönüşür. Amaçların uğruna kendinden vazgeçerken aslında kendini huzura kavuşturarak bir acıyı tercih ederek, kendi benliğini de kazanma sağlanır. Önderlik üzerindeki tecride, bu tecride dayanakla artan toplumsal baskıya karşı sessiz kalmamak, buna alışmamak eyleme geçirici güç olur. Gaflet bu gerçeği bildiğin halde, bununla yaşamaya alışmakla yaşanır. Zindan direnişinin kilitlendiği amaçlar, ortaya koyduğu kararlılık düzeyi bu eylemin bir kişinin öncülüğünde başlayıp, örgütü bir şekilde dalga dalga yayılıp, çoğalmasıyla ve özgürlük hareketi tarihimizin bu kapsamda en uzun süreli eylemi olma özelliği ile ortaya çıkmıştır. Bu kararlılık Önderlikle yapılan görüşmelerin sağlanmasıyla başarıyı kazanmıştır. Bu başarıya ebelik yapansa bedenlerin açlığa yatırılmasıdır. Salt Önderlikle görüşmelerin yapılması adına bu kapsamda yayılan radikal ve bedel ödeten bir eylemin sebeplerini sorgularken hem ülke koşullarındaki faşizm gerçeğini iyi anlamak hem de kendi siyasi başarısızlıklarımızın ve tıkanmaların bizlere kaybettirdiklerini iyi görmek gerekiyor. Şayet bu sorumluluk zindanların omuzlarına yüklenmiş, zindanlar büyük bir keyif ve istemle bu bedeli ödemek kararlığını ortaya koymuşsa sebebi yaşananlara isyanı, izleyici kalmama tercihi ve hatta kendi payına özeleştiri vermesidir.
Kendini adayanlar büyük acıları göze alarak direnmekte
Önderliğimiz bu tür grevlerin zindanlarda yapılabileceğini ancak sürekli bir eylem tarzına dönüşmemesi gerektiğini belirtirken, özelde ölümle sonuçlanan eylemlerin kendisini zorladığını, bu eylemlerin sağlıklarını zorlayacak, ölümle sonuçlanacak noktaya taşırılmaması gerektiğinin altını çizmektedir. Burada adanan gerçeklikle, kendini adayanlar arasındaki ilişkinin doğru çözümlenmesi gerekmektedir. Adanılan hakikat olarak Önderlik, birey olmaktan çıkıp, benliğini aşarak özgürlük değerini, toplumsal hakikatin varlığını temsil ederken, kendini adayanlar bu hakikate erişmek adına büyük acıları göze alarak direnmekte, mücadele etmektedirler. Kendisine adanılan hakikat varlığında taşıdığı vicdani sorumlulukla her daim kendisinden öte karşısındakini düşünmektedir. Çünkü oda kendini adayan bir hakikattir. Önderlik bu gerçekliği ile öylesine toplumsal bir duyarlılıkla yaşamaktadır ki 7 yaşındaki bir çocuğun babası tarafından balkondan atılmak istenmesi karşısında korkarak ‘Baba beni balkondan atmazsın, değil mi’ yalvarışını dahi mücadele gerekçesine dönüştürür. Toplumsal ve örgütsel düzlemde İmralı tecridi ve esaretine karşı yapılan her türlü eylem karşısında ‘Ben bu koşullarda sadece bedensel esareti yaşıyorum. Özgür bir insanım. Siz benden daha ağır bir tecrit altındasınız’ demektedir. Kürt gerçekliğimizde Önderliğimizin esaretiyle yaşadığımız trajedi, bu ilişkiyi karşılıklı adanmışlık şeklinde büyütürken, birbirimizin varlığı adına fedaileşmeyi açığa çıkarmaktadır. Hangi koşullar altında olursa olsun kendimizi adadığımız Önderlik gerçekliği karşısındaki fedai duruş nitelikli ve anlam değişimini yaşasa da değişmez bir duruş olacaktır.
Büyük eylemlerin başarısı yaşamı büyük sevmekten geçer
Bununla beraber Önderliğimiz yaşa ve yaşat felsefesini korumaktadır ve gelişen zindan direnişimizde verdiği mesaj bu olmuştur. Elbette mücadele felsefemiz özgür yaşamı kazanmaya dayanır. Özgür yaşam dışındaki bir yaşamı da yaşanmamış sayar. Bu amaç uğruna ölümüne bir bağlılık varsa, gayesi de yine yaşamı kazanmaktır. Ancak Önderlik tüm mücadele tarihimiz boyunca kendini ölüme yatıran duruşları reddederken, bunu başaramadıklarımızın ve yapamadıklarımızın kaçışı olarak da tanımlar. ‘Mücadele amaçlarına ulaşmak için sadece canını vermek yetmiyor diyerek vereceğiniz yeteneklerinizdir. Yaşamımız müthiş bir sevgi, cesaret, inanç ve onur düzeyi vermektedir’ demekte. Can vermekte ancak yaşamı büyük sevenlerin, mücadele gerekleri için büyük eyleme geçmesiyle başarı kazanır. Zaten büyük eylemlerin başarısı da yaşamı büyük sevmekten geçer. Önderlik gerçeğinde yaşam ve ölüm ikilemi ancak bu çizgide buluşma sağlar. Gözünü ölüme diken bir atımlık baruta benzeyen, ölüme güzellemeler yapan militanlığı eleştirdi. Kabul etmedi. Yaşa ve yaşat felsefesi bu gerçeklikler ışığında anlaşılır kılınmalıdır. Yaşamı kazanmadan, yaşamın özgürlük değerlerini kazanmadan kendini ölüme yatıran bir gerçekliktir eleştiri konu olan. Yoksa bu mücadele gerçeği coğrafyasının da kaderi olarak bedelsiz bir şekilde hiçbir başarıyı kolayca kazanmamıştır. Zindan direnişinde ölüm orucuna kadar varan direnişler zamanın gerekli kıldığı eylemlerdi ve bu eylemlerle yanlış yaşamın gerçeği ortaya konduğu gibi, özgür yaşamın gerçeği, varlığı olan Önderliğe ulaşmanın yolu açıldı.
Önderlik ‘asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmeniz’ diyerek bunu özenle belirtiyor, bu direnişte yer alan zindanda olan herkesin nasıl bir sorumlulukla bundan sonrasında yol alıp, yaşayacağını ortaya koyuyor. Zindanda bu direnişle ortaya çıkan irade ve kararlılığın, Önderlikle 24 saat yaşama metaforuna uygun olarak düşünsel ve pratik bir duruşa dönüşmesini istemektedir. Önderlikle beraber olmanın, ona yoldaş olmanın etik sorumluluğu kendini Demokratik Ulus paradigmasının bunu gerektirdiği görev ve sorumlulukların ihtiyacına göre donatmayı gerekli kılmaktadır. Yaşa ve yaşat felsefesinin esas dayanağını da bu oluşturmaktadır. Zindanlarda 3 bini aşkın tutsağın en ağır ve zorlu koşullarda, dışarıdan yeterli katılımı sağlatamadan, örgütlü bir şekilde, uzun süreye yayarak açlık grevi eylemini sürdürmesi tarihi bir başarıysa, bu başarıyı açığa çıkartan gücün özgür yaşamı kazanmanın mücadelesinde de fazlasıyla sürdürülmesi gereklidir. Özelde de toplumsal sorumluluklarını demokratik ulus inşasının, onurlu ve kalıcı bir barış sürecinin içinde yer almak, bunun öznesi olmak adına, bunun donanımını kazanmak aciliyet gerektiren bir mücadeleye dönüşmüştür.
Büyük ve anlamlı bir vicdan devrimi
Zindan direnişi, beyaz tülbentli analarımızla beraber siyasetin merkezine oturup, tıkanan siyasetin önünü açmışsa, bundan sonrasında da kendinde yeterli donanımı sağlatarak siyasetin öznesi olmayı başarmalıdır. Bu zindanların yeni süreçle beraber yeni görev ve sorumluklar üstlenerek aynı direniş çizgisinde yeni sürece de katılmasını gerekli kılmaktadır. Önderliğin zindanlar için öncesinden de ortaya koyduğu şu misyona bugün daha güçlü sahip çıkılmaktadır. ‘İçerisi demokratik modernite partisi gibi çalışmalıdır. Demokratik modernite militanlığının geliştirildiği ideolojik-politik zemin olarak değerlendirilebilir. Özgürlüğü üreterek, örgütlenebilerek büyük başarı sağlarlar. Yeter ki ruhları ve beyinlerini hiçbir yanılgıya yer vermeden buna yatırabilsinler.’ Bu da büyük zihniyet devrimini başarmakla sağlanır. Geliştirilen açlık grevleri her şeyden önce büyük ve anlamlı bir vicdan devrimini ortaya koymuş, zihniyet kalıplarını yıkmıştır. Zihniyet devrimini sağlatmıştır. Bu özgür toplum bilinci ve inancına sahip olmaktır. Bilinçlenme yaşanılanı bilmenin yanında, nasıl yaşanılacağı ve yapılacağını da bilmedir. İnançla, gerekliliklerine göre yaşama sağlanır. Nitekim toplumda büyük yozlaşmalar zihniyet bittiğinde başlar ve o zihniyet ahlaktan koparılınca bitişi sağlar. Ahlak ve bilinçle özgür toplumu kazanmak adına yaşanan tüm zorluklara rağmen yürüme sağlanır. İşte bu düzlemden ele alındığında zamanın, koşulların tüm engellerine rağmen amaca kilitlenerek yürüme ve başarma bu direnişte önemli bir zihniyet devrimine yol açmıştır. Bu devrimin bilincinde olmak, yaşanılan süreçleri asla unutmadan, unutturmadan, sıradanlaştırmadan hakkını teslim ederek sürekli mücadele ve direniş çizgisine ulaştırmak esası belirler. Ve ancak bu şekilde Önderliğin de umut ettiği birlikteliği, yoldaşlığı onunla yaşarız.”