
Kadın Emeği Kolektifi Konferansı: 81 ilin 53’ünde kürtaj yapılmıyor
- 13:23 11 Mayıs 2019
- Güncel
ANKARA - Kadın Emeği Kolektifi’nin düzenlediği "Geçmişten Geleceğe Feminist Mücadeleyi Yükseltmeye" konferansında konuşan gazeteci Burcu Karataş, Kadir Has Üniversitesi’nin kürtaja yönelik raporuna göre 81 ilin 53’ünde isteğe bağlı kürtaj hizmeti veren hastane olmadığını, Batı Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde ise hiçbir şekilde kürtajın yapılmadığını aktardı.
Kadın Emeği Kolektifi, "Geçmişten Geleceğe Feminist Mücadeleyi Yükseltmeye" şiarıyla 2’nci konferansını, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nde gerçekleştiriyor. İki gün sürecek konferansın ilk gününde, gazeteci Burcu Karakaş, “Kürtaj hakkımızın gaspı, kürtaj nasıl yasaklandı, ne yapmalı?, feminist avukat Hülya Gülbahar, “6284 sayılı şiddet yasası ve İstanbul Sözleşmesi kazanımımızın neresindeyiz” ve Seray Yılmaz ,“Sığınaklar kazanımımızın neresindeyiz” konu başlıklarında sunum yaptı.
‘Özgürlük için mücadelemizi örüyoruz’
Konferansın açılış konuşmasını Kadım Emeği Kolektifi’nden Seda Yüce yaptı. Her türlü tahakküm ilişkisine karşı feminist ilkelerin yol haritaları olduğunu ifade eden Seda, “Savaşa, militarizme, şiddete, tecavüze, homofobiye cinsiyetçi iş bölümüne karşı emeğimizin, bedenimizin, kimliğimizin, kendi yaşam ve kararlarımızın özgürlüğü için; kadın dayanışmasının örmeye ve büyütmeye çalıştık, çalışıyoruz” dedi.
‘Bedenini açlığa yatıran kadınlara selam’
Hayatın her alanında direnen kadınları selamlayan Seda, “IŞİD barbarlığına karşı direnişte katledilen Kader Ortakaya’yı, Nuray Ergüneş’i özlemle anıyoruz. Ve biliyoruz ki kadın özgürleşmesinden yana verilen her emek, kadınları kurtuluşun okyanusuna dökülüyor. Barış, eşitlik ve özgürlük dolu yarınları yeşertiyor. Yaşasın kadın dayanışması. Jin jiyan azadi” ifadelerini kullandı.
‘Kürtajın k’sini duyduğu an bağıran sağlıkçılarla karşılaştım’
Açılış konuşmasının ardından “Kürtaj hakkımızın gaspı, kürtaj nasıl yasaklandı, ne yapmalı?” konusu ile ilk sunumu gazeteci Burcu Karakaş yaptı. 2012 yılında AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj Uludere’dir” söyleminden sonra Kadıköy’de kadınların yaptığı eylemleri hatırlatan Burcu, şunları dile getirdi: “Şimdi çok sokakta olamasak bile medyada yine kadın düşmanlarına yönelik tepkiler devam ediyor. Ben Kürtaj haberini yaptığım zaman çok paylaşıldığını gördüm. Erdoğan’ın söyleminden sonra aralarda haberler çıkıyordu kürtaja yönelik. Ama uzun zamandır buna yönelik geniş kapsamlı bir haber yoktu.
‘Ne kanun ne hukuk, yok öyle bir şey’
Ben ilk bu haberi yaparken, hastaneleri aradım. Sadece İstanbul değil birçok yeri aradım. Kürtajın ‘k’sini duyduğu an çıldıran ‘yasak’ diye bağıran kişilerle karşılaştım. Bir iki kişi bana bağırıp telefonu kapattı. Şimdi kadın doğum servislerinde çalışan birinin ısrarla ‘Yasak yasak’ diye bağırması çok fantastik. Ben, sonra Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ni (CİMER) aradım. Sağlık Bakanlığı’ndan gelen cevapta kürtajla ilgili herhangi bir yasak olmadığı belirtildi. Sonra Nevşehir’de özel hastaneyi aradım. O da ‘Doktorun isteğine bağlı’ dedi. Kanun da öyle bir şey yok diyorum. ‘Biz de işleyiş böyle’ dedi. Aşırı keyfi, ne kanun ne hukuk yok öyle bir şey.”
’81 ilin 53’ünde kürtaj yapılmıyor’
Üniversite bünyesinde kürtaj hakkına yönelik en kapsamlı çalışmanın Kadir Has Üniversitesi tarafından yapıldığını belirten Burcu, Kadir Has Üniversitesi’nin kürtaja yönelik raporuna göre 81 ilin 53’ünde isteğe bağlı kürtaj hizmeti veren hastane olmadığını, Batı Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde ise hiçbir şekilde kürtajın yapılmadığını aktardı. Burcu, 2016 yılında 431 devlet hastanesinden yüzde 7.8’inin isteğe bağlı, yüzde 11.8’inin ise hiç kürtaj hiç yapmadığına dikkat çekti. Burcu, “Kanunda var diyoruz hak diyoruz. Ama neresinden tutsanız elinizde kalan bir mesele. Aile hekimlerinin daha önceden spiral takma yetkisi varmış bunu da kaldırmışlar. Kadın meselesini konuşurken her şeyin keyfi olduğunu görüyoruz. Kürtajı bir doğum kontrol mekanizması olarak görüldüğü için aynı zamanda bu uygulamalar devreye konuyor” diye konuştu.
‘Sığınma evlerinde tuvalet kapısının önünde bile yatak yapılıyor’
Burcu’nun ardından Çankaya Belediyesi bünyesinde kadın sığınma evinde çalışan Seray Yılmaz sunum yaptı. Sığınma evlerinin hem nicel hem de nitel olarak ihtiyacı karşılamadığını vurgulayan Seray, sığınma evlerine dair şu bilgileri verdi: “Sığınma evlerinin sayısı yetersiz. Bugün Türkiye geneline baktığımızda toplamda 144 tane sığınma evi var. Yeterli sayıda değil. 800 bin küsur yataklı olması gerekirken bizde sığınma evleri 3 bin yataklı Ankara’da da 9 tane sığınma evi var. Bunların 4 tanesi Bakanlığa bağlı. Şiddet gören kadınlar ya 183’ten ya karakoldan bir şekilde ulaşıyor. Buradan ŞÖNİM’e yönlendiriliyor. Oradan Kabul Merkezine başvuruyor. 15 gün sonra Ankara’da bulunan sığınaklara dağıtımı yapılıyor kadınların. Bu merkez o kadar kalabalık ki asla bu başvurular başlatılamıyor. Tuvaletin kapısının önüne bile yatak yapılıyor. Buradan bizim çözüm üretmemizi bekliyorlar. Biz de diyoruz ki, belli standartlarımız var. Bir kabul merkezi daha açın diyoruz. Ama bu karşılanmıyor.”
‘Karakola başvuran kadınlara ‘yuvandır dön’ deniliyor’
Kabul Merkezi’ne giden kadınların yarısının, şiddet gördüğü evlerine geri dönmek zorunda kaldığının altını çizen Seray, kadınların avukata, karakola ya da ŞÖNİM’e gittiğinde buradaki ilk yaklaşımın çok önemli olduğunu ifade etti. Seray, “Şiddete maruz kalmış kadınlar zaten evden zor çıkabiliyor. Burada özgüvenini pekiştirilmesine ihtiyaç var. Birçok yerde bu olmuyor. Karakol ‘yuvandır git dön. Düzenini bozma’ gibi cümleler kullanılıyor. Ya da sınma evlerinde ‘Kim bilir ne yaptın da başına bu geldi’ gibi cümleler kullanabiliyor. Bu nedenle de ilk muamelede kadınların güçlendirilmesi çok çok önemli. Kadınlar geldikten sonra ilk görüşmesi alınmıyor. Kadınların defalarca başvurusu alınıyor. Önce karakola gidiyor. Oradan tekrar tekrar travmatize oluyor. En son bize geldiğinde bazı şeylerini es geçmek zorunda kalıyor” diye belirtti.
‘En kalıcı sığınak özgüven’
Daha sonra, Eşitlik İzleme Kadın Grubu’ndan Hülya Gülbahar, “6284 sayılı şiddet yasası ve İstanbul Sözleşmesi kazanımımızın neresindeyiz” konulu sunum yaptı. Sığınak deneyimleri ve nasıl geliştirildiğinin çok önemli olduğunu dile getiren Hülya, “Özellikle kadınların özgüvenini geliştirmek açısından çok önemli sonuçları var. Sığınakta kalan 4 kadından 3’ü daha sonrasında kendisine şiddetsiz bir yaşam kurabiliyor. Sığınaklarda 6 ay süre ile kalınıyor. 3 yıla kadar kalmak zorunda kalan kadınlar oldu. Kadınlardan biri şunu yazmış: En kalıcı sığınak özgüven. Kadına karşı şiddet psikolojik şiddetten başlıyor. O çemberi görmek ve daha en başından buna girmemek gerekiyor. Özgüven meselesi çok önemli. Sığınak kelimesi de çok önemli. En Son Nimet Çubukçu ve Beşir Atalay ‘barınak’ deme kararı almıştı. Sığınak insanların can güvenliği için gittiği yerlerdir. Bu isme bir misafir ya da otel işlevin indiremezsiniz. Mesele isimden başlıyor” diye hatılattı.
‘İstanbul Sözleşmesi tüm bunları öngörebiliyor’
İstanbul Sözleşmesi’nin tüm yasal düzenlemelerin özü olduğunu dile getiren Hülya, sözleşmeye dair şunları söyledi: “İstanbul Sözleşmesi’nde çok önemli vurgularından bir tanesi şudur: Kadın erkek eşitsizliğini besleyen ve ayrımcılık oluşturan her türlü dini norm, kural, gelenek ne varsa tasfiye edeceksiniz’ der. Kadına karşı şiddeti meşru gösteren dinsel kurallar bahane olarak kullanamaz. Kadına karşı şiddeti besleyen her türlü anlayışın bertaraf edilmesi vurgulanıyor. BM CEDAW aynı tasfiye işleminin yapılmasını söyler. İstanbul Sözleşmesi’nin ruhu bu. Ciddi bir kurumsal mekanizma görüyor. Bu kurumsal mekanizma neye dayanıyor? İlk sığınaklar. Kürtlerin yaşadığı bir semtte Kürtçe destek alması lazım. Sığınakların anlayacağı dilde hizmet vermesi gerekiyor. Ayrıca 7/ 24 ücretsiz ulaşılan ve aynı zamanda kendisine yansıyan olaya derhal müdahale görevi bulunmalı. Ama Türkiye’de bu halin geldiği durumu biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nde 3’üncü mekanizma, tecavüz kriz merkezleri. Burada da kolayca ve anladığı dilde hizmet vermesi gerekiyor. Üzerindeki cinsel saldırı delillerin toplanması da dahil gereken tıbbi müdahaleleri ve psikolojik hizmetleri verebilecek bir mekanizma olması gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi tüm bunları öngörebiliyor.”
‘Yerellerde İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması çok önemli’
Türkiye’de bir tane bile Cinsel Kriz Merkezi olmadığına dikkat çeken Hülya, “ CHP belediyelere yıllardır söylüyorum. Daha bir tane açan yok. CHP’nin parti merkezi sorularından birinin olması gerekiyor. Bir adet cinsel şiddet merkezi açtığımız zaman kadının travmasını atlatmış olmuyoruz. Hep merkezi iktidardan bahsediyoruz. Medyada, üniversitelerden, belediyelere baskı uygulayacağımız yerlerde bunu dile getirmemiz lazım. Yerellerde İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanabiliyor olması çok önemli. Bursa ve Antalya’da kadınlar Valilik Genelgesi çıkarttılar. Hangi kentte yaşıyorsak fark etmez; tüm kadın örgütleri bir araya gelip Valilik ve Kaymakamlığa gidip böyle bir genelge çıkartabiliriz. Genelge de ‘Sığınakta yer yoksa kamu lojmanına yerleştireceksiniz. Şiddete maruz kalan kadına anında Baro’dan avukat gelme kararı.’ kadını diyor. Çok güzel şeyler var. Bunun için AKP ve MHP’li kadına yapışmak lazım. Biz niye kendi kentimizde yapmıyoruz’ demek lazım” ifadelerini kullandı.
‘AKP Nafaka’yı MHP İstismar Affı’nı CHP üzerinden halletmek istiyor’
Gündemde nafaka, af ve cinsel istismar faili ile evlendirmenin tartışıldığını dile getiren Hülya şunları kaydetti: “Birinden birini kaybettiğimizde; çorap söküğü gibi arkasından gelecek. Buna kadının kolundaki bilezikler, mirası hakkı da dahil. Bütün ekonomik haklar gelecek bunun arkasında. Çocuk istismarcılarını af edilmesi ve meşru sayılması olduğu anda çocukla cinsel ilişki yaşının 12’ye kadar düşmesi gelecek. AKP bunu tek başına yapamayacağını gördüğü için nafaka konusunu ağırlıkla MHP üzerinden halletmek istiyor. Çocuk İstismarcılarına af meselesini de CHP üzerinden götürmek istiyor.”
Konferans, öğle arasının ardından ikinci oturumda sunumlarla devam edecek.