ATO’dan Adalet Bakanlığı ve yetkililere açlık grevi çağrısı

  • 18:08 20 Nisan 2019
  • Güncel
ANKARA  - ATO'nun açlık grevlerine dair yaptığı açıklamada konuşan ATO  Başkanı Vedat Bulut, açlık grevlerine dair  çok sayıda başvurularının 'cezaevlerinde özel muayene isteği' gibi algılanmaya çalışıldığını ve taleplerinin çarpıtılarak reddedildiğini söyledi. THİV Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise, "Türkiye'de yaşayan bütün insanlar olarak bizler buna ses çıkarmalı ve siyasi iradenin bu konuda etkili bir adım atmasını talep etmeliyiz" çağrısında bulundu.  
 
Ankara Tabip Odası (ATO) ,  Demokratik Toplum Kongresi  (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili  Leyla Güven ile birlikte cezaevlerinde 7 bin tutsağın devam ettiği açlık grevi eylemine ilişkin, “Açlık grevlerinde ölümler olmasın, insanca yaşamı savunuyoruz” şiarıyla Ankara Tabip Odası’nda  basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konsey Üyesi Selma Güngör, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) Başkanı Şebnem Korur Fincancı,  ATO Başkanı Vedat Bulut  ve ATO Genel Sekreteri  Ali Karakoç katıldı. Açıklamayı, ATO Başkanı Vedat Bulut okudu.
 
‘Asıl amacın toplumsal duyarlılık yaratmak olduğu unutulmamalı’
 
 İnsan yaşamına ve sağlığına yönelik her türlü eylem gibi açlık grevlerinin de sağlık emekçilerinin, hekimliğin temel yaşatma felsefesine aykırı olduğunu belirten Vedat, “Açlık grevi, isteklerini yetkili kişi ya da makamlara duyurmak ya da belirli bir meseleye dikkat çekmek amacıyla başka bir yol bulamadığı zaman başvurulan bir eylem biçimidir. Ancak sürecin muhataplarından sonra en çok içinde olan sağlık emekçileri, açlık grevcilerinin asıl amacının ölmeden toplumsal duyarlılık yaratmak olduğunu unutmamalıdır” dedi.
 
‘Türkiye’de 1950’de Nazım Hikmet ile bu eylem tarzı ile tanıştık’
 
Ankara Tabip Odası olarak daha önce hekimlerin açlık grevlerinde  Tokyo ve Malta Bildirgelerinden kaynaklanan yaklaşım ve sorumluluklarını kamuoyu ve basınla birçok kez paylaştıklarını anımsatan Vedat, açlık grevi tarihine dair şu bilgileri paylaştı: “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak Nazım Hikmet’in 8 Nisan 1950’de açlık grevine girmesiyle tanıştığımız bu eylemlilik tarzı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idam edilmelerinden hemen önce, Nisan 1972'de Mamak Askeri Cezaevi'nde mahkumların on iki günlük açlık greviyle; toplu açlık grevleri olarak karşımıza çıktı. 12 Eylül askeri darbesi ve diktatörlüğü koşullarında da bu tür açlık grevleri cezaevlerinde yaşanmıştır. 11 Nisan 1984 tarihinde 400 mahkumun başlattığı ve 45. gün sonrasında ölüm orucuna dönüştürdüğü eylem Türkiye tarihinde katılanların sayısı açısından bir ilk olmuştur ve 4 kişinin yaşamına mal olmuştur.”
 
‘1996 yılında 2 bin 347 açlık grevine girdi’
 
1996 yılında cezaevleri ile ilgili Mayıs Genelgesi olarak bilinen genelgeyi protesto etmek için  43 cezaevinde 2 bin 347 kişinin açlık grevi  355’inin ise  ölüm orucuna başladığını hatırlatan Vedat, “Bir sonraki kitlesel açlık grevi 20 Ekim 2000'de birçok cezaevinde aynı anda başladı. F tipi cezaevlerinin kapatılması, Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılması gibi taleplerle 816 mahkûmun başlattığı açlık grevi yaklaşık bir ay sonra ölüm orucuna dönüştü ve Hayata Dönüş Operasyonu adı altında cezaevlerine operasyonlar düzenlendi. Bu operasyonlar sırasında otuz mahkûm ve iki jandarma hayatını kaybetti. 1996 ve 2000'li yıllarda açlık grevleri nedeniyle pek çok mahkûm özellikle Wernicke Korsakoff sendromu olmak üzere açlığa bağlı birçok hastalıkla yaşamına devam etti” diye konuştu.
 
‘Şu ana kadar 8 mahpus yaşamını sonlandırdı’
 
Tüm bu açlık grevlerinde TTB ve ATO’nun kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü bilinciyle görevini yaptığını ve insanların yaşam haklarının, sağlıklarının korunması için yetkililerle ve mahkumlarla görüşmeler yaptıktan sonra muayene ettiklerini dile getiren Vedat, konuşmasına şöyle devam etti: “Yaklaşık 5 ay önce cezaevlerinde başlayan açlık grevleri hızla yayılarak süresiz-dönüşümsüz kitlesel açlık grevine dönüşmüştür. Talepleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi ve uluslararası hukuka uymasıdır. Taleplerinin karşılanmaması üzerine açlık grevi yapan mahpus sayısı giderek artmaktadır. Gelinen noktada ise tüm ülke çapında farklı cezaevlerinde, 5 bini aşkın tutuklu ve hükümlü süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi yapmaktadır. Diğer yandan bu ana kadar 8 mahpus yaşamını sonlandırmış bulunmaktadır.”
 
‘Çok sayıda başvurumuza rağmen talebimiz reddedildi’
 
Bu dönemdeki açlık grevinin önceki açlık grevlerinden farkı olduğuna vurgu yapan Vedat, bu dönem ki açlık grevlerinde TTB ve ATO’nun özellikle de  İnsan Hakları Komisyonu’nun 1996-2000 yıllarındaki açlık grevlerinden getirdikleri tecrübe ve hekimlik becerisinden yararlanılmadığına dikkat çekti. Vedat, “ Çok sayıda başvurumuza rağmen meslek örgütümüzün talepleri cezaevlerinde özel muayene isteği gibi algılanmaya çalışılmakta, taleplerimiz çarpıtılmakta ve ret yanıtları verilmektedir. Açlık grevini sürdüren mahpusların sağlığının geldiği kritik aşama, tıp etiği ilkeleri ve mahpus haklarına dair kurallar cezaevlerinin bir an önce kapılarını bağımsız sağlık heyetlerine açması gerektiğini göstermektedir. Çünkü cezaevlerindeki mevcut sağlık birimleri ne sağlık personeli sayısı ve tecrübesi açısından ne de cezaevi revirlerinin olanakları açısından açlık grevindeki binlerce mahpusu takip etme kapasitesine sahip bulunmamaktadır” İfadelerini kullandı
 
Adalet Bakanlığı ve yetkililere çağrı 
 
“Buradan tekrar ifade ediyoruz ki: Malta ve Tokyo Bildirgeleri ve de mezuniyet yeminine sadakat içinde olan hekimlerimiz, bila bedel olarak, en kutsal insanlık hakkı olan yaşam hakkının korunması hususunda, devletimize destek arayışını ve taleplerini sürdürmektedir” diyen Vedat, bu konuda gerekli belge ve bilgilerin cezaevlerine ve buralarda çalışan hekimlere iletildiğini söyledi. Yaşam süresini uzatmak ve kalıcı nörolojik hasarlardan korunmak için açlık grevcilerinin günde kişiden kişiye değişmekle beraber asgari 1 litre su, 5 çorba kaşığı şeker, 2 çay kaşığı tuz ve B1 vitamini almayı önerdiklerini belirten Vedat, açlık grevcilerinin politik ve yaşamsal taleplerinden bağımsız olarak tüm tutsakları da içeren bir şekilde yurttaşların yaşam haklarını ve sağlıklarının korunmasını önemsediklerini ifade etti.  
 
Yetkilileri, Adalet Bakanlığı’nı ve Cezaevi yönetimlerini Türk Tabipleri Birliği ve Ankara Tabip Odası ile işbirliğine davet eden Vedat, şunları söyledi:
 
“Bu kitlesel yaşamsal sağlık sorununun aşılmasında tecrübelerimizi aktarmak istiyoruz. Bu tarihi ve bilimsel hekimlik sorumluluğumuzdur. Aksi tutumlar ülkemizi bir çağdaş ülke olmak konumundan çıkarmakta, Türkiye’nin onurunu uluslararası arenada zedelemektedir. Yarın çok geç olabilir. Önüne geçilebilir nedenlerle insanların kalıcı olarak zarar görmemesi, geçmiş dönemlerde olduğu gibi benzer süreçlerde ortaya çıkan can kayıplarının bir daha yaşanmaması için başta yetkili kişiler olmak üzere herkes bir kez daha ve acilen duyarlı ve sorumlu davranmalıdır. Türkiye bu trajediyi ve insanlarının ölümünü hak etmiyor. Yaşatmak için yaşayan bir mesleğin mensupları olarak umarız ki ölüm değil, yaşam kazansın.”
 
'Hukukun uygulanmasına davet ediyoruz'
 
Ardından TTB MK üyesi Selma Güngör söz aldı. Bağımsız heyetler olarak muayene yapma yönündeki  taleplerin  açık bir şekilde reddedildiğini söyleyen Selma, şöyle konuştu: “Açlık grevlerinin sonlanması aşamasında yaratacağı güven ortamının çok önemli olduğunu aktardık. Aldığımız bilgiye göre 100’ ün üzerinde açlık grevi yapanlarda özellikle sindirim sistemi kanaması, görme bozuklukları, ışığa, sese ve kokuya duyarlılık gibi gerek nörolojik  gerekse sindirim sistemine bağlı yakınmalar iletilmeye başlandı. Ortaya çıkan doku harabiyeti bu durumda hızla ilerleyecektir. Bu nedenle siyasal iktidarı ve sorumluları bir an önce açlık grevindekilerle görüşmeler yaparak taleplerini görüşmeye çağırıyoruz. Türkiye hukuk mevzuatında var olan hukukun uygulanması ile çözülebilecek bir durum. Bir ayrımcılık yapmadan hukuku ve ceza infaz yasalarını her kese ayrımsız olarak uygulamaya davet ediyoruz bir an önce.”
 
'Cezaevi bu süreci daha da zorlaştırıyor'
 
THİV Başkanı Şebnem Korur Fincancı da, gerçekten zor bir zamandan  geçildiğini ve Leyla’nın açlık grevinin  6’ncı ayına girdiğine dikkat çekti.  Bu durumun cezaevleri için daha da zor olduğunu vurgulayan Şebnem, “Cezaevi koşulları bu süreci daha da zorlaştırıyor. Türkiye'de en fazla kişinin katıldığı açlık grevini yaşıyoruz. Bu sürede cezaevinde görevlendirilmiş olan meslektaşlarımızda zor durumdalar. Hekimlerin bu kadar çok kişi ile tek tek ilgilenme durumları olmuyor. Düzenli olarak bulundukları yerde kontrollerinin yapılması gerekirken bunların yapılamadığını bazı cezaevlerinde hekimlerin açlık grevindekilerin revire gelmesini beklediklerini görüyoruz. Bunların her biri o insanların yaşamlarını daha fazla riske sokuyor” dedi.
 
‘Bunun acısını tüm Türkiye olarak sırtımızda taşıyacağız’
 
Bir an önce açlık grevi yapanların taleplerine kulak verilmesi gerektiğinin altını çizen Şebnem, 2012 açlık grevinden beri yetkililerin  hekimlerin açlık grevlerinde bağımsız olarak izlemelerine engel olduğuna dikkat çekti. Şebnem, “Süre uzadıkça yaşamlar risklerin ortaya çıktığını görmek gerekir. Bağışıklık sistemi zayıflamış olan ve enfeksiyon kapabileceği cezaevinde insanların yaşamları risk taşıyor. Türkiye'de yaşayan bütün insanlar olarak bizler buna ses çıkarmalı ve siyasi iradenin bu konuda etkili bir adım atmasını talep etmeliyiz. Bunun acısını bütün Türkiye olarak sırtımızda taşıyacağız. Biz bugün hala 2000 yılındaki hayata dönüş adı altındaki katliamın acısını sırtımızda taşıyoruz. Bir an önce taleplere kulak verilsin. Ölümden değil yaşamdan söz edelim” diye konuştu.
 
‘Herkesin üzerine düşen rolü oynaması gerekiyor’
 
Ankara Tabip  Odası  Genel Sekreteri Ali Karakoç ise daha önceki açlık grevlerinde siyasiler, sanatçılar ve entelektüellerin  görev alıp arabuluculuk yaptığını bu dönem ise ciddi bir sessizlik yaşandığını vurguladı. Ali, “Sadece meslek emek örgütleri değil insan toplumdan herkesin inisiyatif alarak bu sorunun daha da ağırlaşmadan sonlanması için üstüne düşen rolü oynaması gerekiyor.  Taleplerin görmemezlikten gelmemesi gerekiyor” dedi.