
Tahliye olan gazeteci Hicran Urun: Cezaevinde büyük bir kararlılık ve inanç var
- 09:09 16 Nisan 2019
- Güncel
Safiye Alağaş
İSTANBUL - Bakırköy Kadın Cezaevi’nden tahliye olan gazeteci Hicran Urun, büyük bir kararlılık ve inançla açlık grevi eylemini sürdüren tutsaklara yönelik cezaevi yönetiminin psikolojik baskı uyguladığını belirterek, tutsakların dışarıdan da bu kararlılık ve inancı beklediklerini vurguladı.
Kayyım atandıktan sonra kapatılan Özgürlükçü Demokrasi gazetesinin 14 çalışanı hakkında "Örgüt üyesi olmak", "Zincirleme olarak örgüt yayınlarını basmak ve yayınlamak" ve "Örgüt propagandası yapmak" iddialarıyla dava açıldı. 5’i tutuklu 14 çalışanın yargılandığı davanın 10 Nisan’da görülen 4’üncü duruşmasında gazeteciler İshak Yasul ve Hicran Urun, yurt dışı ve adli kontrol şartı ile tahliye edildi.
10 Nisan 2018 tarihinde tutuklanarak Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’ne götürülen Hicran, cezaevinde devam eden açlık grevlerini ve yaşananları anlattı.
‘Her seferinde farklı vitaminler getiriliyor’
Cezaevinde açlık grevinin 100’üncü gününü aşan tutsakların olduğunu belirten Hicran, 40 kilonun altına düşen Belgin Kanat’ın durumunun kritik olduğunu söyledi. Diğer tutsaklarda da 100’üncü günü aştıkları için ses hassasiyeti, uyku, denge ve tansiyon problemleri olduğunu ifade eden Hicran, “Son grupta olan arkadaşlardan da 40 kilonun altına düşenler var. 1 Mart’ta açlık grevine giren Leyla Akgül 40 kilonun altına düşmüş durumda. İlk grupta olan Esma Başkale, Belgin Kanat, Reyhan Coşmuşlu ve Zozan Kutum şuan uyku problemi yaşıyorlar. Kemik ağrıları var. Ses hassasiyetleri var. Yine daha çok vitaminler konusunda sorunlar yaşanıyor. Vitaminler veriliyor ama her seferinde farklı vitaminler getiriliyor. Bazen eylemcilerde bunun yan etkileri olabiliyor. Tepkilere karşılık ise cezaevi yönetimi ‘ne yapalım eczanede bu var’ diyor. Ama getirdikleri ilaçların içerisinde daha önce kullandığımız marka vitaminleri görebiliyorsunuz. Onu vermiyor başka bir vitamin veriyor. Bu vitaminler de yan etki yaratabiliyor arkadaşlarda. Güçlü ve yüksek morale sahipler. Kararlılıkları çok yüksek. Ama tabi açlık grevinin doğal etkileri artık baş göstermeye başladı” dedi.
‘Cezaevinde günlük tutmak yasak’
Açlık grevi eylemlerinin başlaması ardından özellikle iletişim hakları ile ilgili getirilen kısıtlılıkla haber alma haklarının engellendiğini ifade eden Hicran, “Yeni Yaşam gazetesi yasaklandı. Günlük olarak aldığımız gazeteler, dergiler kontrol ediliyor. Sakıncalı denilerek verilmiyor. Ama işte sakıncalı kavramı çok göreceli. İdare artık neyi sakıncalı gördüyse bilemiyorum. Kendisine göre yasak koyuyor. Cezaevi idaresi basına sansür uygulama yetkisini kendisinde görebiliyor. Günlük olarak yine gazetenin her gün her sayısıyla ilgili bir kağıt getiriliyor. İşte ‘şu nedenden dolayı sakıncalı bulundu’ denilerek verilmiyor. Böyle keyfi bir uygulama var. Yine günlük tutmak yasak. Defterlere el konuluyor. Hiçbir şekilde yazı yazamıyorsunuz. Cezaevinde yazı yazamazsanız ne yapacaksınız? Cezaevinde olan insanlar için yazı yazmak çok önemli. Ama bununla ilgili kısıtlamalar var. Aramalarda defterlere el konuluyor. Defterlerde ne yazıldığı didik didik ediliyor. Okunuluyor ve alınıyor” diye anlattı.
‘Çok gayri insani yaklaşımlar var’
Koğuşların sık sık arandığını vurgulayan Hicran, şöyle devam etti: “Bazen müdür ziyaretleri yapılıyor. Açlık grevinden vazgeçilmesi yönünde konuşmalar yapılıyor. Çok ince bir politika izleniyor aslında orada. Bizi düşünüyormuş gibi davranıyorlar. Yaşanılabilecek sağlık sorununu daha çok ön plana çıkarıyorlar. Ama bu insanların zaten bir amaçları ve bir idealleri var. Eğer gerçekten o insanlara yardımcı olmak istiyorsanız taleplerinin kabul olması yönünde bir adım atarsınız. Ama tabi ki cezaevi yönetimi de devletin bir parçası olduğu için doğal olarak sizin taleplerinizi kabul etmek yönünden değil de vazgeçirmek yönünden ikna etmeye çalışıyor. Bu tarz yaklaşımlar var cezaevinde. Bazen gardiyanlar gelip ilk grupta olan arkadaşlarımıza ‘Sizi kahvaltıya götürelim mi?’ diye tekliflerde bulunuyorlar. Çok gayri insani yaklaşımlar var. Cezaevinden çıkarken aynı şeylere maruz kaldım. Bir gardiyanın hiçbir şekilde kendisinde hak göremeyeceği bir yargılama biçimi sergilendi. Bana ‘Hala örgüte üye olacak mısın? Artık tahliye oldun örgütten ayrılmayı düşünüyor musun? Orayla ilgili bize söylemek istediğin bir şey var mı?’ gibi sorular sordu. Bir mahkeme kurarmış gibi yargılıyor soru soruyor. Çıkarken didik didik arama yapıldı. Mektup okuma kurulundan geçmiş mektuplar ben çıkarken tekrar okundu. Yine aynı şekilde defterler okundu. Eşyalarımın hepsi didik didik edildi. Açlık grevlerinden dolayı çok olağanüstü bir arama, baskı, kontrol mekanizması var. Geceden sabahlara kadar nöbet tutuyorlar. Koridorlarda volta atıp duruyorlar. Sürekli mazgaldan yada camdan bakıp neler oluyor içeride diye bakıyorlar.”
Tutsaklardan mesaj: Bu talep yükselen faşizmi kırabilecek bir talep
Açlık grevi eylemcilerinin çok kararlı olduğunu ve talepleri yerine gelene kadar vazgeçmeyeceklerini vurguladıklarına dikkat çeken Hicran, “Çok inançlılar. Gerçekten büyük bir inançla bu eyleme başladılar. Ve aynı inancı, aynı kararlığı dışarıdaki insanlardan bekliyorlar. Toplumda bir dinamizm yaratmak için cezaevindeki arkadaşlar bir öncülük yaptı. Şunun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Bu problem sadece cezaevinin problemi değil. Sadece cezaevinde olan insanların değil. Bu nedenle bu talebi çok güçlü herkesin sahiplenmesi gerekiyor. İnsanların onların sesine ses katması, onlarla birlikte bir dayanışma halinde olması en büyük talepleri ve istekleri. Çünkü onlar bireysel bir taleple bu greve başlamadılar. Talepleri kendileriyle ilgili değil kendi koşullarıyla ilgili değil. Çok yasal ve hukuki bir talepleri var. Bu ülkenin kendi hukukunu işletmesini istiyorlar. Bir ülke kendi hukukunu çiğneyerek tecrit uyguluyor. Tutsaklar insanlık suçu olan bu tecride karşı ses verdiler. Toplumunda bu sese kulak vermesini ve onlarla birlikte ses olmasını istiyorlar. Gerçekten bu tutsaklar için çok önemli. Dışarıdan gelen en ufak ses bile çok büyük bir moral kaynağı çok büyük bir güç. Açlık grevi eylemcilerinin özellikle dışarıya mesajları vardı; ‘Bizim sesimize ses verin. Bizimle birlikte ses olun. Bu talep bizimle ilgili bir talep değil. Bu talep ülkedeki kaos ortamını kıracak bir taleptir. Yükselen faşizmi kırabilecek bir talep. Bu bir adım ve bu adım atılırsa bir şeyler değişebilir.’ Bir şeylerin değişebilmesi için insanlar bedenlerini ölüme yatırdı. Çok büyük bir direnç gösteriyorlar. Aynı hassasiyeti dışarıdaki insanlardan bekliyorlar” ifadelerini kullandı.
‘Özellikle Leyla Güven’e selam ve sevgilerini ilettiler’
Tutsak ve hükümlü olan bütün kadınların özellikle Leyla Güven’e selam gönderdiğini ifade eden Hicran, “Özellikle Leyla Güven’e çok çok selamları var. Onunla birlikte yol almak onları çok mutlu ettiğini ifade ettiler. Ve dışarıdaki aileler, demokrasi için, barış için, insan hakları için mücadele eden herkesin bu sese kulak vermesi gerektiğini ifade ettiler. Toplumdan beklentileri çok yüksek. Çünkü başlayan bir mücadele var. Bu mücadele ancak toplumla birlikte sürdürülebilirse çok daha anlamlı olabileceğini belirttiler” dedi.
‘Dışarıdaki sessizlik iktidarın sessizliğini de besleyen bir sessizlik’
İktidarın açlık grevi eylemleri noktasındaki sessizliğine değinen Hicran, “İktidarı ile ana akım medyasıyla bir bütün olarak bu meseleye kör ve sağır bakıyorlar. Yokmuş gibi bakıyorlar. Bu noktada bu eylemle ilgili iktidarı harekete geçirebilecek en önemli şey dışarıdan gelebilecek sestir. Dışarıdaki sessizlik iktidarın sessizliğini de besleyen bir sessizlik. Bu nedenle kamuoyunun bu sessizliği kırmasını çok önemsiyorlar. Çünkü kamuoyundaki hareketlenme iktidarı da harekete geçirecektir. İktidarın sessizliğini de yıkacaktır. Bizim yıkacağımız sessizlik aynı zaman da iktidarın sessizliğini yakacaktır. Bu nedenle de dışarıdaki hareketlenmeyi çok önemsiyorlar. İktidarda aslında bunu önemsiyor. Dışarıdaki hareketlenmeden o nedenle kaçınıyor. Bu meseleyi gündeme taşımaktan korkuyor. Ana akım medyası da gündeme taşımıyor bu nedenle. Bu ülkede yaşayan birçok insan şuanda açlık grevinde olan 7 bin insandan habersiz. Bu iktidarın işine gelen bir şey. İktidar toplumun harekete geçmesini istemiyor. Toplumun harekete geçmesinden korkuyor. Çünkü toplumun harekete geçmesi kendisinin de harekete geçmesi demek. Harekete geçmeye mecbur kalacak. İktidarın sessizliğini bozacak şey yine kilit olarak kamuoyunun sessizliğini bozmasıyla olabilecek bir şey. İktidarın sessizliği birazda kamuoyunun sessizliği olarak görüyorum” diye konuştu.