
Açlık grevinin 44'üncü gününde olan Hilal Ölmez: Sonuç alıncaya kadar yürüyeceğiz
- 09:01 28 Ocak 2019
- Güncel
DİYARBAKIR - Açlık grevi eyleminin 44’üncü gününde olan Hilal Ölmez, içinde özgürlük arayışı barındırmayan bir yaşamı kabul edemeyeceğini belirterek, “Bizler bize düşen sorumluluğu üstlendik ve sonuç alıncaya kadar yürüyeceğiz. Herkes bu süreçte sorumluluk üstlenmelidir. Herkesin emek ve vicdan sahibi olması gereken bir dönemdir” dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması talebi ile 8 Kasım'da süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven 79. gününde tahliye olurken, eylemine evinde devam ediyor. Leyla’nın ardından cezaevlerinde tutsakların başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi de 44’üncü gününde. Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci Kibriye Evren, Elif Kaya ve Hilal Ölmez ise süresiz dönüşümsüz açlık grevinin ilk grubunda yer alan isimlerden.
1989 yılında Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde 5 çocuğun üçüncüsü olarak dünyaya gelen Hilal Ölmez, üniversiteyi bitirdikten sonra, yaptığı çalışmalar gerekçe gösterilerek 2017 yılında tutuklandı. 2 yıldır cezaevinde olan Hilal, açlık grevine dair soruları yanıtladı.
* Eyleminizin kaçıncı günündesiniz? Bu süreçte sağlık açısından nasıl zorlanmalar yaşadınız?
Bugün açlık grevinin 44’üncü günündeyim. Sağlık açısından bazı zorlanmalar yaşamaktayım. Sık sık baş ağrıları, sese karşı hassasiyet, uyku bozukluğu, beş kiloya yakın kilo kaybı, okuma ve algılamada ağırlık, zaman zaman tansiyon düşüklüğünden kaynaklı halsizlik ve yorgunluk gibi zorlanmalar baş gösterdi.
* Süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine girdiniz ve talebiniz de henüz karşılanmadı. Açlık grevi eylemine başlama ve devam ettirme noktasında sizi motive eden nedenler nelerdir?
Bir Kürt kadını olarak bu dönemde kendimi sorumlu hissediyorum. Duygularım da sorumluluğum çerçevesinde gelişiyor. Çünkü Ortadoğu'da ciddi bir kriz ve savaş politikalarıyla yaşanan bir kaos var. Tüm canlı aleminin, insan aklıyla katledildiği bir dünya ve zaman içerisindeyiz. Bu nedenle kendine 'insanım' diyen herkesin evrenin bize bağışladığı bu kutsal yaşamı koruma zorunluluğu vardır. Herkes kendine 'nasıl yaşamalıyım' sorusunu sormalı ve cevap aramalı. Herkes ama herkes yaşamı kutsamak, korumak zorundadır. ‘Hiçlik’ bir anlam taşımaz ama varlık hiçlik karşısında varlığını, özgürlüğünü korumak zorunluluğundadır. Yani asıl mesele olmak ya da olmamak değil, asıl mesele olduk, oluyor ve oluş halindeyiz ama nasıl bir oluş, nasıl bir yaşam? Var olduğumuzda varoluşumuzla hiçliği de yaratabiliriz. Çünkü içi doldurulmayan bir yaşam varoluşu, aslında anlamsız bir oluşu, yaşamı da ifade edebilir.
İçinde özgürlük arayışı barındırmayan bir yaşam özünde olmamayı ya da belki de olmanın lanetliliğini de taşır. Kutsallık ve lanetlilik bizim seçeneğimizde gizlidir. Şimdi ben de lanetlenmek istenen yaşam kutsallığına karşı 'hayır özgürce ve insanca yaşamak istiyorum' diyorum bu eylemle. Kürt halkına karşı Sayın Abdullah Öcalan şahsında yürütülen tecrit, insanlığın özgür yaşam isteğine karşı bir saldırıdır. Bu nedenle bu eylem beni vicdanlı, huzurlu, mutlu ve sorumlu kılıyor. Herkesin vicdanlı olma mecburiyeti vardır.
* Leyla Güven tahliye edildikten sonra da cezaevlerindeki tutsakların durumuna dikkat çekti. Onunla tahliye edilmeden önce aynı koğuşta kaldınız. Birbirinizden nasıl güç aldınız?
Onun yoğunlaşmaları, moral, motivasyonu ve duruşu eylemden önce de eylem sürecinde de büyük güç verdi. Onun şahsında tarihten günümüze özünü kaybetmeyen Kürt kadınının duyarlılığı, yaşamı koruma içgüdüsü, dayanıklılığı, bilgeliği ve halkına karşı sorumluluğu yeniden topraktan beslenen fidan gibi yeşeriyor. Kürt kadını, Leyla Qasım, Rindê Xan, Zarife ve Sara'ların ruhuyla bugün 21'inci yüzyıla öncülük ediyor. Erkek egemen zihniyetle yaşama saldıran akla karşı bir savunma aklıdır Leyla arkadaşın eylemi ve duruşu. Bir eylem anda açığa çıksa da o eylem kişilik yapısıyla, düşünce tarzıyla binlerce zaman öncesini yüreğinde biriktirebilir.
Bunun için Leyla arkadaşın şahsında gerçekleşen öncülük bir kadın olarak başarıya olan inancımı, özgürlük aşkının hiç tükenmeyeceğinin akış sevincini yükseltti yüreğimde. O benim, bizim için en yakıcı mahkemelerin yapıldığı vicdan alanının temsilcisi, en güvenli yaşam, ana kucağı, özgür kadın aklının arayışçılığının en yüksek mertebesidir. Onun yanında eylemde olmak elbette ki beni çok mutlu kılıyordu. Kendisiyle sürekli tartışmalarımız gelişiyordu. Leyla arkadaş 'Ben eski toprağım çabuk devrilmem' diyordu. Her konuda söylem ve eylem birlikteliğini esas alan Leyla arkadaşın tutumu bu konuda da aynıdır.
* Neden bu eylemde yer almak istediniz?
Uzun bir dönemdir Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle yürütülen savaş politikaları nedeniyle birçok bedel ve ölümler yaşandı, yaşanıyor coğrafyamızda. Şehirlerde, dağda, ovada, zindanda, sınır içi ve dışında tüm politikalar savaşa endeksli. Savaş naraları atılıyor ve herkes de buna alkış tutuyor. Savaşa güdümlü bir toplum yaratılıyor. Ben de bu topraklarda yaşayan bir kadın olarak savaş politikalarını kabul etmiyorum. Halkların bir arada yaşadığı, demokratik bir toplum ve iradesiyle kendini gerçekleştirebilmiş bir birey olmak istiyorum. Bunun için İmralı tecridiyle yoğunlaştırılan savaş aklına 'hayır' diyorum. Bunu bize söyleten vicdanımızdır. Beni bu eyleme iten de yapabilen, gücü olanlara katılmak. Herkesin nerede olursa olsun, yapabileceği çok şey var.
Bizler Amed zindanındayız ve bu zindanda tarihte çok şeyler yaşandı. Birçok bedel verildi. Bazı hakların kazanılması, insanca muamele görebilmek, onurluca yaşayabilmek için ölüm oruçları, açlık grevleri yapıldı, bedenini ateşe verenler oldu. Bunu duvarlar bile her gün bize hatırlatıyor. Hafıza ve yüreğe işlenen derin anlamlar bitmiyor ve yitirmiyor hiçbir şeyi. Biz de şuan bunun bilincindeyiz. Süreçler farklı ama amaçlar onurlu, özgür ve vicdanlı yaşayabilmede ortaklaştığı için özü birleşiyor. Bu nedenle burada, bu eylemde olmanın ruhu farklıdır. Burada tarihi daha derinden yaşıyorum ve yeniden duvarlar bize onları anlatıyor ve hala bu mekanlarda onların yürekleri atıyor. Dışarıda yürütülen açlık grevleri ve eylemsellikler de büyük anlam taşıyor elbette. Bazen seslerimizin toplumsallaştığını da duyuyoruz. Özellikle bu sesleri duymak beraber olmanın, arada duvarlar olsa bile ortak ruh buluşmasını arttırıyor bizim için.
* PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmenin ardından, bunun tecridin kırıldığı anlamına gelmediği belirtilerek, açlık grevlerinin devam edeceği açıklandı ve devam ediyor. Talebinizi ve bu görüşmenin neden yeterli olmadığını bir kez daha açıklayabilir misiniz?
Bizler eyleme başlarken amacımızı net olarak ortaya koymuştuk. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kalkana, kırılana kadar eylemimizi sürdüreceğiz. Tecrit insanlık suçudur ve bizler bu insanlık suçuna ortak olmayacağız. İmralı’da uygulanan her uygulama siyasete bağlı olarak gelişir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti, hukuk sistemine göre uygulamalarını geliştirmek durumundadır. Cumhuriyet sisteminin uygulama tarzı anayasalara dayanır. Yasama, yürütme ve yargı sistemiyle çalışmalarını yürütür. Bu üç kol birbiriyle bağlantılı ama her biri kendi özgünlüğü ve özerkliğiyle sistemi tamamlar ama şuan gelişen, geliştirilen sistemle bu kolların içeriği kalmamış, boşaltılmıştır. Özelde de yargı sistemi bağımsızlığını yitirmiştir. Her şey siyasete göre şekillenmeye başlamıştır. Bizler Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratikleşmesini ve kuruluş amacına bağlı kalmasını istiyoruz. Şuan gelişen tecrit de siyasete göre uygulanmaktadır.
Yürütülen direnişle Sayın Mehmet Öcalan'ın İmralı görüşmesi değerli ve önemlidir. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan'ın yıllardır yaşayıp yaşamadığı bile bilinmiyordu. Bu görüşme bize büyük moral ve heyecan kattı ama bizim talebimiz avukatların, ailenin düzenli olarak görüşme yapabilmesi olduğundan, bu görüşme eylemi bitirme gerekçemiz de olamaz.
Bundan sonraki süreçte de sonuç alana kadar eylemi sürdürmede kararlıyız. Bizler bize düşen sorumluluğu üstlendik ve sonuç alıncaya kadar yürüyeceğiz. Çocukların özgür gelecek, umut ve hayallerine layık olmaya çalışacağız. Herkes bu süreçte sorumluluk üstlenmelidir. Herkesin emek ve vicdan sahibi olması gereken bir dönemdir.