‘Sırça Fanus’u ve tüm fanusları parçalayan kadın: Sylvia Plath

  • 09:12 26 Ekim 2017
  • Portre
HABER MERKEZİ -Amerikan Edebiyatı tarihinin önemli şairlerinden biri olan Sylvia Plath'in şiirlerini anlamak için hayatını mutlaka bilmek gerekir. Şiirleri yaşamın yansıması olarak gören Sylvia hala genç kadın şair ve yazarları etkilemeye devam ediyor. 
 
Amerika'nın sıra dışı şairi ve yazarı olarak bilinen Sylvia Plath, 27 Ekim 1932'de Boston'da dünyaya geldi. Almanyalı bir baba ve ABD'li bir annenin çocuğu olan Sylvia,  yaşamı boyunca manik-defresif bozukluğuyla uğraşmak zorunda kaldı. İlk şiiri 8 yaşında iken yayımlanan Sylvia, 1950 yılında bursla girdiği Smith College'deki ikinci yılında ilk intihar girişimini gerçekleştirdi. Sylvia, okulun ikinci yılında bir akıl hastanesine yatırıldı. 1955'te Smith College'den derece ile mezun olan Sylvia,  yeniden kazandığı bursla İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi'ne gitti.
 
Şiirleri üniversitenin öğrenci gazetesi olan Varsity'de yayımlanan Sylvia, burada şair Ted Hughes ile tanışarak evlendi.  Ted ile evlendikten kısa bir süre sonra yaşadığı sorunlardan dolayı boşanmak isteyen Sylivia,  çocuklarıyla birlikte bir ev kiraladı.  Çocukları uykuya daldıktan sonra şiirlerini yazan Sylvia için 1962-63 yılları  çok zor geçer.  Sylvia, 11 Şubat 1963'te yaşamına son verir. Annesi Sexton da Sylvia'nın ölümünün ardından kendi yaşamına son verir. 
 
Yaşamındaki dönüm noktası 
 
Amerikan Edebiyatı tarihinin önemli şairlerinden biri olan Sylvia'nın şiirlerini anlamak için hayatını mutlaka bilmek gerekir. Sylvia, şiirlerinde kendi hayatını anlatan sözcüklere yer verir. Şiirleri yaşamının yansıması olan Sylvia, yaşamını psikolojik problemlerle sürdürür. Bu da onu intihara eğilimli bir insan haline getirir. Babası Otto Plath'ın ölümüyle başlayan psikolojik problemler, Sylvia'nın henüz 10 yaşında iken intihar girişiminde bulunmasına neden olur. 21 yaşında iken tekrar intihar girişiminde bulunan Sylvia, üç gün geçmesine rağmen ölmez ve annesi tarafından bulunur. Bu, Sylvia'nın yaşamında bir dönüm noktası olur. Öldüğüne ve tekrar hayata geldiğine inanan Sylvia'yı intihar etmek ve ölmemek şiirlerini de etkiler. 
 
Yaşamının mutsuz ve depresif olmasından dolayı şiirleri ölüm sembolleriyle dolu olan Sylvia'nın geçmişi şiirlerinin ana temasıdır ve karamsarlıkla doludur. 
Amacı ölmeyi değil de ölememeyi başarmak olan Sylvia'nın şiirlerinde de parçalanmış kimliğini ve her şeyin kırılmış olduğu görülebiliyor. 
 
'Sırça Fanus'
 
Türkçe'ye çevrilen eserleri arasında "Sırça Fanus" adlı romanı, birçok kişi tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendirilir.
 
"Sırça Fanus" adlı romanın yazmak için Saxton Vakfı'ndan burs alan Sylvia'nın romanı 1963 yılının Ocak ayında yayımlanır.  Sylvia'nın yaşamını özetleyen otobiyografik romanda, şöyle bir cümleye yer verilir:  "Bir gün bir yerde, okulda, Avrupa'da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim? O sırça fanus ki, içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür." Bu cümle Sylvia'nın içinde bulunduğu ruh halinin adeta yansıması gibidir.  Kendisini bir hapis hayatında yaşıyor gibi betimlediği kısımları daha sonra kitaptan çıkarılır. Bundan sonra ise Sylvia yalnız bir kadındır ve ölüm arzusunu şiirlerinde yoğun olarak işler. 
 
Sylvia'dan 
Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım
 
Sylvia, babası ile yaşadığı sorunlarını da şiirlerinde kaleme döker. Babasına duyduğu öfke şiirlerinde de karşılanılması zor bir intikam duygusuna dönüşür. Babası ve Ted ile yaşadığı deneyimler sonucu bütün erkeklerden nefret eden Sylvia, bütün erkeklerden nefret etmeye başlar. Sylvia şiirlerinde de edebi anlamda menfi bir erkek imajı oturtur. 
 
Yaşamı boyunca öfke
 
Yaşamı boyunca babasına karşı beslediği öfke, Sylvia'nın intiharından önce yazdığı ve geniş yankılar uyandıran “Babacığım” şiirinin son dizelerinde artık önü alınamaz bir hale gelir. İçinden çıkılamaz bir yola sürüklenen Sylvia, yaşadığı bu durumundan Ted'i sorumlu tutar. Artık Sylvia için ölmek bir sanattır ve kendi ifadesiyle bu sanatı icra etmek için girişimlerde bulunur. 
 
Sylvia'nın henüz boşanmadan yaşamını yitirmesi nedeniyle mezar taşına yazılan Hughes soyadı, hayranları tarafından tahrip edilir. 
 
Ted ise  Sylvia hakkında 30 yıl boyunca tek kelime etmez. 1998 yılında kanserden dolayı ölen Ted, ölmeden birkaç yıl önce Sylvia için "Doğum Günü Mektupları" nı yazar. 
 
'Ölmek unutulmak demektir'
 
Sylvia'nın eserlerinde genelde yaşadığı çıkmazların betimlemeleri vardır. "Ölmek istemiyorum" diyen Sylvia, sürekli ölmek için çabalaması "ölüm" imajını iki farklı anlama oturtmasından kaynaklanır. Ölmek istemez, çünkü ölmek unutulmak demektir. Ölmek ister, çünkü ölerek yaşamak daha albenilidir.
 
Sylvia'nın yaşamına son vermesi ondan sonra gelen birçok kadın şair ve yazarı etkilemiştir. 
 
Sylvia'nın ardından hayatı, Oscarlı oyuncu Gwyneth Paltrow'un ünlü şairi canlandırdığı "Sylvia" filmiyle beyaz perdeye de aktarıldı.
 
Sylivia Plath’ın kaleme aldığı eserleri:
 
Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı (düz yazı), Sırça Fanus (roman), Günlükler (düz yazı), Üç Kadın, Suyu Geçiş, The Colossus (şiir), Ariel (şiir), Crossing the Water (şiir), Winter Trees (şiir), The Collected Poems (şiir), Kiraz Hanım’ın Mutfağı, Sylvia Plath - Çizimler, Sorun Yaratmayan Kıyafet, Temmuz Gelincikleri.