Kızı ‘benim yüreğim dağdır’ diyen Hayriye Doğan’ı anlattı

  • 09:01 24 Eylül 2021
  • Portre
 
DİYARBAKIR - Ömrünü katledilen çocuklarının akıbetini arama ve faillerden hesap sorma mücadelesine adayan ve geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Barış Annesi Hayriye Doğan, yıllarca “Yürütmüş olduğum bu mücadele benim görevimdir, çünkü çocuklarıma söz verdim"  diyerek mücadele etmekten geri adım atmadı. Kızı Gülistan Doğan, annesinin yaşadığı acılara nasıl dayandığını yine onun “Benim yüreğim dağdır, her şeyi alır” sözleri ile özetledi.
 
Türkiye ve bölgede, 90’lı yıllardan bu yana binlerce insan “faili meçhul” cinayetlerle katledildi, binlercesinin akıbeti  ise hala bilinmiyor. Katledilenlerin ve kaybedilenlerin akıbetini soran yakınları da yıllardır mücadele ediyor. Mücadele yürütenlerden biri de geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Barış Annesi Hayriye Doğan idi. 
 
Hayriye, 18 Kasım 1938 yılında Mardin'in Ömerli ilçesinde dünyaya gelir. Çocuk yaşta evlendirilen Hayriye, yaşamı boyunca hem devlet tarafından hem de ailesi tarafından baskı ve şiddete maruz bırakılır. 9 çocuğu olan Hayriye, oğlu Fahrettin Doğan PKK’ye katıldıktan sonra yaşamını yitirir. Hayriye, oğlunun PKK’ye katılmasıyla birlikte Kürt mücadelesiyle tanışır ve çalışmalara dahil olur. Ardından Hayriye’nin iki oğlu Mehmet Ali ve Abdülkadir ise “faili meçhul” bir biçimde kaybedilir. Mehmet Ali ve Abdülkadir’in akıbetleri hala bilinmezken, Hayriye, 3 çocuğu için de yıllarca mücadele eder. İki oğlunu bulabilmek için her yere başvuran Hayriye, 2009 yılında İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” şiarıyla başlattığı eyleme katıldı. Her hafta düzenlenen eylemde çocuklarının ve tüm kayıpların akıbetini soran Hayriye, hiçbir ize ulaşamaz.
 
‘Çocuklarıma söz verdim’
 
Hayriye, “artık evinde otur” diyen herkese, “Yürütmüş olduğum bu mücadele benim görevimdir, çünkü çocuklarıma söz verdim" diyerek mücadelesinden vazgeçmeyeceğini vurgular. 3 çocuğunun fotoğrafını boynundan hiç çıkarmadığı kolyesinde taşıyan Hayriye, oğlu Fahrettin’in mezarının yanına kendisi için bir mezar kazdırır ve “ben ölürsem oğlumun yanında defnedin, oğlumun yanında yatayım” der.
 
Oğlu Fahrettin’in faillerini ve Mehmet Ali ile Abdülkadir’in akıbetini sormaktan bir an dahi vazgeçmeyen Hayriye, son ana kadar da iki oğlunun hiç değilse kemiklerine kavuşma umudunu taşır. Hayriye, aynı zamanda Barış Anneleri’yle birlikte de yıllarca barışı savunarak, savaşın ve çatışmanın durmasını istedi. Ancak Hayriye barışa ve çocukların olan özlemiyle, iki yıl önce yakalandığı ilik kanseri nedeniyle 16 Eylül’de yaşamını yitirdi. İsteği üzerine Hayriye’nin cenazesi, oğlu Fahrettin’in yanına defnedildi.
 
Hayriye'nin yaşamı boyunca göstermiş olduğu mücadeleyi kızı Gülistan Doğan ajansımıza anlattı.
 
‘Yaşamı oğullarını aramakla geçti’
 
Annesinin yaşamı boyunca sürekli mücadele ettiğini ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığını ifade eden Gülistan, “Bizi tek başına büyüttü. Evini kat kat kendi emekleriyle yaptı.  Ben o evde doğup büyüdüm ve her seferinde bize nasıl yaptığını anlatırdı. Annem çok güçlüydü. Her zaman dimdik ayaktaydı. Mahallemizde ‘muhtar’ diye bilinirdi. Herkes ona çok saygı duyardı. Mahallede bir sorun olduğunda herkes ona danışırdı. Annem evlatlarının yolundan yürümeye başladı. Evlatlarına ulaşmaya çalıştıkça yüreği büyüdü. ‘Çocuklarımın yolunda ben de bir gün öleceğim’ diyordu. Yaşamı oğullarını aramakla geçti. İki oğlunun kemiklerine dahi ulaşamadı. Bir oğlunun cenazesine ulaşabildi, onunla kendini teselli etmeye başladı” dedi.
 
‘Bu benim görevim, çocuklarıma söz verdim’
 
Bütün çalışmalarda en önde yer alan annesinin yürüttüğü mücadeleyi insan olmanın en onurlu mücadelesi olarak tanımladığını ifade eden Gülistan, “Annem bir ülkede dilsiz ve kimliksiz olmanın insana bir şey kazandırmayacağını söylüyordu. Kürtçe konuşuyoruz ama ülke bilinciyle değil bulunduğumuz ortamda kendi dilimizi konuştuğumuz için özgürüz diyordu. Biz o zamanlar kimliksiz olduğumuzu bilmiyorduk. ‘Kimlik mücadelesi vererek dilimizi ve ülkemizi savunmamız gerekiyor’ derdi. Cezaevindeki bütün tutsakları kendi çocuğu olarak görürdü. ‘Bu yola mücadele için çıktık bunları yapmak zorundayız’ diyordu. 90'lı yıllarda yapılan bütün açlık grevi eylemlerine katıldı. Ben ne kadar ‘yaşın ilerledi artık yapma bunu’ desem de buna rağmen 'yapmam gerek bu benim görevim, çocuklarıma söz verdim' derdi” diye aktardı.
 
‘Asla pes etmedi’
 
Aile içi şiddete ve çevredekilerin baskısına rağmen annesinin hiç pes etmediğini söyleyen Gülistan, annesinin verdiği mücadeleyle her zaman gurur duyduğunu kaydetti. Tüm acıları beraber yaşadıklarını dile getiren Gülistan, “Yaşamımızı birlikte kurduk. Her zaman yan yanaydık. Ben de güçlü yanlarımı annemden aldım. Onun ruhunu, mücadelesini kendi yüreğimde hissediyorum. Böylesine güçlü bir kadının kızı olmaktan gurur duyuyorum. Her şeye rağmen yaşama tutundu ve sevdi.  İnsan baskıya uğradığı zaman yorulabilir ama annem yorulmazdı. Yaşamın içerisinde olan acıların üstesinden geliyordu. İnsanlar kendisine ‘sen bu acılara nasıl dayanıyorsun’ diye sorduğunda ‘benim yüreğim dağdır, her şeyi alır’ diyordu. Annemin mücadeleci ruhu benim de mücadeleci ruha sahip olmamı sağladı” ifadelerini kullandı.
 
‘Oğullarını yüreğinde hissediyordu’
 
Annesinin, 3 çocuğunun fotoğrafının olduğu kolyeyi hep boynunda taşıdığını söyleyen Gülistan, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Onda özel bir şey olmasını sağlıyordu. Taktığı kolye sayesinde çocuklarını sürekli yüreğinde hissediyordu. Gittiği her yere onları da götürdüğünü, bu şekilde çocuklarının ruhlarını yanında taşıdığına inanıyordu. Kendisi mücadele ederken çocuklarıyla aynı saflarda olduğunu hissediyordu. Hiçbir zaman isyana kapılmadı aksine çocuklarıyla gurur duydu. ‘Onlar doğru buldukları yolda ilerlemek istediler bana da bu yolda onlara eşlik etmek ve katlanmak kaldı’ diyordu. Geceleri uyuyamazdı sürekli çocuklarını düşünürdü. Acaba uydular mı? Başlarını yaslayacak bir yastıkları var mıdır? Aç mıdır diye düşünüyordu. Annem çocukların hasret kaldı ama onlar için mücadele etmekten bir an bile vazgeçmedi.”