Rojava'nın özgürlüğüne eklendi Eylem’in gülüşleri

  • 09:06 27 Haziran 2020
  • Portre
Filiz Zeyrek 
 
ADANA - Minbic'te DAİŞ ile girdiği çatışmada yaşamını yitiren ve cenazesi 101 gün boyunca ailesine verilmeyen Eylem Ataş’ın yaşamını yitirmesinin üzerinden 4 yıl geçti. Adanalı Yörük enternasyonalist devrimci Eylem, ardında büyük bir mücadele mirası bıraktı. 
 
Eylem Ataş, DAİŞ’in Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik 2014 yılında başlattığı işgal girişimleri sırasında “Rojava Devrimi” ile dayanışan enternasyonalist bir devrimci. 23 yaşındaki Eylem Ataş, “Cemre Heval” adıyla Kasım 2015 tarihinde Kuzey Suriye’ye giderek, Minbic'te DAİŞ’e karşı savaşa katıldı. Eylem, 27 Haziran 2016 tarihinde DAİŞ'e karşı savaşırken girdiği çatışmada yaşamını yitirdi. 
 
Cenazesi 101 gün sonra teslim alınabildi
 
Türkiye Eylem’in cenazesinin teslim alınmasına izin vermedi. Ailesi ve arkadaşları 101 gün boyunca büyük bir mücadele verirken, kamuoyunda artan baskılar sonucu cenazesi sınırdan alınarak doğduğu topraklar olan Adana’ya getirildi. Tabutu Şakirpaşa Cemevi’ne kadar kadınlar tarafından taşınan Eylem, Küçük Oba Mezarlığı’na defnedildi. Aladağ’ın yörük kadını Eylem burada son yolculuğuna uğurlandı.
 
Lise yıllarında mücadeleyle tanıştı
 
Eylem’in ailesi Adana’nın Aladağ ilçesinden Yörük/Türkmen bir aile. Eylem, devrimci mücadeleye aktif olarak lise yıllarından tanıştığı Dev-Lis’e katılarak başladı. Türkiye’nin birçok kentinde çalışma yürüten Eylem, enternasyonalist bir devrimci olarak Rojava Devrimi’ne katıldı. Burada “Cemre Heval” ismini almasının nedeni ise Dersim’de yaşamını yitiren PKK’li Heval Yeşilgöz’ün çocukluk arkadaşı olması. 
 
‘Çocuklarımızın cansız bedeni kıyılarımıza vurmasın diye…’
 
23 yıllık yaşamına çok şey sığdıran Eylem, neden özgürlük arayışında olduğunu ardında bıraktığı mektupta şöyle anlatıyordu: “Değiştireceğimiz adil bir hayat için aldığım bu kararı sizinle paylaşıyorum. Öncelikle şunu belirtmeliyim, Ortadoğu’da ezilen insanlardan yana yeni bir tarih yazılıyor. Bize düşen de bu tarihi yazanların yanında yer almaktır. Yani çocuklar daha çok ekmek yesin diye, yani insanlar gözlerimizin önünde parçalanmasın diye, yani bizim çektiğimiz sıkıntıları yeğenlerim Mahir Ulaş ve Eylül yaşamasın diye. Biz Peter Pan olup yanlarına gidelim ki çocuklarımızın cansız bedeni kıyılarımıza vurmasın…” 
 
'Adanalılık yaşamının her anında görülebilirdi’ 
 
Kardeşi Hüseyin Ataş, Eylem’i anlatırken, “Yüzünün güzelliği mücadelenin ateşinde pişmiştir. Adana’nın sıcağı, emek kokan sokakları, adaletsizlik karşısında eğilmeyen kavgacı Adanalılık Eylem’in yaşamının her anında görülebilirdi” ifadelerini kullanıyor. Eylem’in duygusal, sevgi dolu biri olduğunu belirten Hüseyin, “Dostuna sımsıkı bağlı, düşmana ise bir o kadar gaddardı. Ağız dolusu gülmeyi bilir, küçük haylazlıklar yapar, etrafında mutsuz biri varsa onun derdini kendi derdi edinirdi. Çocukları çok severdi Eylem, hatta Rojava’ya giderken bıraktığı mektupta hem yeğenleri hem de bütün çocuklar için bu tercihi yapması bize onun çocuk sevgisini bir kez daha gösterdi. Ankara’da yaşadığı süre zarfında Konur Sokak’ta, Yüksel Caddesi’nde mendil satan çocuklar onu severdi. Çok duygusaldı, sevmeyi de sevilmeyi de çok severdi. Yani hayata dair ne varsa en insani yönüyle bizden biriydi. Kahraman değildi belki ama herhangi bir insanın herhangi bir olaya karşı geliştirdiği öfkeyi sınıf kinine dönüştürmüştü Eylem. Ufak tefekti ama ayaktan başa yürekti belki de. Eylem sevgisiyle tüm dünyayı kucaklayabilirdi” diye anlatıyor. 
 
‘İŞİD zihniyetiyle cenazeye işkence yapan zihniyet aynıdır’ 
 
“Ölüye işkence bir devlet geleneğidir. Belki de düşmanın bir savaşta kullanabileceği en kirli ve en sefil savaş yöntemidir” diyen Hüseyin, cenazenin verilmemesine ilişkin şöyle konuşuyor: “Bunu bu topraklarda çok defa gördük. Eylem’in ölümsüzleşmesinden sonra da benzer uygulama bize dayatılmaya çalışıldı. 101 gün Türkiye’nin her tarafında buna direndik. Sonunda tıpkı Aziz’i getirdiğimiz gibi Eylem’i de Çukurova topraklarına getirdik. Fakat o gün sınırdan almayan, direniş karşısında teslim olan düşman durmadı sürekli mezarlığa saldırıya devam etti. Bugün de devam ediyor. Bugün tüm kutsallara saldırıyor, annelerin, babaların canını yakmaya çalışıyor. Ölümsüzleşen bedenleri cezalandırmaya, onunla birlikte sevenlerini cezalandırmaya çalışıyor. Türkiye tarihinde sokak ortasında annesinin cansız bedenini sokak köpekleri yemesin diye bekleyen evlatlar var, polis asker çocuğunun mezar taşını kırmasın diye nöbet tutan analar var. Biz insanları diri diri yakan İŞİD zihniyetinden ölümsüzlere işkence yapan zihniyeti ayırmıyoruz.” 
 
'Beklenmeyecek derecede cesur ve öfkeli oluyordu'
 
Eylem’le bir anısını paylaşan Hüseyin, mükemmel bir kardeş ve aynı zamanda yoldaş olduğunu dile getirdi. “Tabi ki onlarca anımız var yoldaşımla” diyen Hüseyin, şöyle anlatıyor: “Ankara’da 1 Mayıs eylemi vardı. Biz Gar önünden yürümeye başlamıştık. Tam Sıhhiye Köprüsü’ne geldiğimiz noktada bir kadın yoldaşı polis taciz etmişti. Eylem direkt polisin üzerine yürümüştü. Kadınlara yapılan her türlü saldırıda görüntüsü bakımından hiç beklenmeyecek derecede cesur ve öfkeli oluyordu. Polis noktasında ciddi bir arbede çıktı, polis yoğun gaz attı ve hepimiz çok etkilenmiştik. Nefessiz kaldık ama alana girdik sonunda. Eylem de koluna bir cop darbesi almıştı, kolu mosmordu. O sırada haber geldi Kızılay’a çıkmak isteyen bir gruba polis saldırmış ve yaralılar vardı.  Eylem ‘hemen gidelim’ diye kalktı. ‘Önce seni bir hastaneye götürelim’ dedik. O ise bize ‘sıcakken canım acımıyor şimdi hastaneye gidersek canım acır ama arkadaşların yanına gidersek ortamın sıcaklığı ile kolum aklıma gelmez’ dedi. Çok gülmüştük bu teoriye. Nerede bir ezen ezilen varsa Eylem orada olmayı tercih ederdi.” 
 
‘Mücadeleyi onlardan öğrenebiliriz’ 
 
Hüseyin son olarak, “Türlü kirli oyunlarla geleceksizleştiriliyoruz, buna karşı yapabileceğimiz ne varsa yapma cüretini, gülünce gözlerinin içi gülen ama devrimin çağrısına kulak veren Eylem ve Eylem gibilerden öğrenebiliriz. Onların hayatları ile bize bıraktığı bu mirasa yakışır bir gelecek kurmalıyız. Onların adını her anımıza katarak ödenen bedeli hatırlamalıyız” sözlerini kullanıyor. 
 
‘Enternasyonalizmi en güçlü biçimde eylemleştirmiştir’
 
Kadınların Kurtuluşu’ndan Yeşim Tükel ise arkadaşı, yoldaşı olan Eylem’i anlatırken, kadın özgürlük mücadelesine dikkat çekiyor. Yeşim, “Demokratik lise mücadelesinde, gençliğe geleceksizlik dayatılırken, işçi grevlerinde, Kürt halkı bodrumlarda katledilirken, kadın cinayetlerine karşı her zaman en önde ve omzu omzumuzda mücadele etti. Adana’dan Ankara’ya, İstanbul’dan Cizre’ye, Sur’a nerede bir mücadele mevzii varsa oradaydı. Barbar IŞİD çeteleri toplu katliamlarla, tecavüzlerle, yaratmaya çalıştığı sistem ile tüm dünya halklarının baş düşmanlarındandır. Kadınları köle pazarlarında satan, insanları diri diri yakan bu çetelere karşı Cemre yoldaşımız, kadın kurtuluş bilincini Rojava topraklarına taşımış, Mınbic’te ölümsüzleşerek enternasyonalizmi en güçlü biçimde eylemleştirmiştir” diyor.
 
‘Ölümsüzlere ve cenazelere saldırmak bir devlet geleneği’
 
Eylem’in cenazesinin 101 gün boyunca bekletilmesini de değerlendiren Yeşim, “Daha önce Aziz Güler yoldaşımızın cenazesi de 59 gün boyunca sınırda bekletilmişti. Ölümsüzlere ve cenazelere saldırmak bir devlet geleneği. Kendi hukuklarını dahi hiçe sayarak, hiçbir insani değere sığmayacak biçimde yoldaşlarımızın ölü bedenlerine işkence ediyorlar. Bu, yoldaşlarımızın onurlu mücadelesi karşısındaki acziyetlerinin bir dışavurumudur. Son dönemde PKK’li Agit İpek’in kemiklerini ailesine kargoyla göndererek, İbrahim Gökçek’in cenazesini kaçırmaya çalışarak, Helin Bölek’in cenaze törenine gaz bombalarıyla saldırarak, PKK’li gerillaların cenazelerini kaldırım taşlarına gömerek bu acziyetlerini tekrar tekrar bize gösterdiler. Biz elbette bu saldırılar karşısında dün olduğu gibi bugün de direnmeye, yoldaşlarımızı yaşadıkları gibi uğurlamaya, devletin bu kirli yüzünü teşhir etmeye devam edeceğiz” diye konuşuyor.