Türkiye edebiyatında bağımsızlığını ilan eden bir ada: Tomris Uyar

  • 09:08 15 Mart 2019
  • Portre
Sibel Özalp
 
HABER MERKEZİ - Bugün Tomris Uyar’ın 78. yaş günü. “Yaşam öykümün yazılmasını istemem. Kendi üzerime düşünmeyi bu kadar önemli saymıyorum” diyen Tomris, Türkiye edebiyatından kopup bağımsızlığını ilan eden bir ada gibi hem yazdığı eserlerle hem de adına yazılan şiirlerle büyük bir iz bıraktı. 
 
Türkiye edebiyatının güçlü hikâye yazarı ve çevirmeni, özgür ruhlu kadını Tomris Uyar, modern dünya edebiyatından yaptığı çevirilerle silinmeyecek iz bıraktı. Hem eserleriyle hem de adına yazılan şiirlerle, tutku dolu yaşamıyla bağımsız bir kadın. Çeviri yapmak için yabancı dil bilmenin yeterli olduğu zannedilen bir dönemde ustalıkla yaptığı çevirilerle, çeviri yapmanın ne büyük bir maharet istediğini gösterdi.
 
 Virginia Woolf’u, Cortazar’ı,  Lewis Carroll’u, Julio Cortazar’ı, Scott Fitzgerald’ı, Agatha Christie’yi ve daha nicesini Türkçe’ye en iyi çevirenlerdendi. 
 
Tomris Uyar’a göre öykü bir an’dı
 
Tomris Uyar, hukukçu Celile Hanım ile hukukçu ve yazar Ali Fuad Gedik’in kızı olarak 15 Mart 1941 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babasının bir şiir kitabı, annesinin ise yayımlanmamış çevirileri olan Tomris’in ailesi edebiyata düşkün bir aileydi. Kışları Talimhane’de, yazları ise yıllar sonra Tomris’in de dilinden düşmeyecek olan Büyükdere’de yaşadılar. İlkokulu 1952 yılında Taksim’deki Yeni Kolej’de tamamlayan Tomris, ortaokulu 1957’de İngiliz High School’da okudu. Henüz ortaokuldayken karar vermişti öykücü olmaya. Çünkü, “Öykü, bir insanın hayatındaki bir anı ele alıp onun ışığında, o kişinin vereceği kararların, yaşayacağı değişimin ve hayatının alacağı yönün işlenmesiydi.” Ona göre öykü bir an’dı. Tomris, ortaokuldan sonra liseyi 1961’de şimdiki adı Robert Koleji olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni 1963 yılında ise İstanbul Üniversitesi (İÜ) İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi.
 
‘Şahsiyet Rötarı’
 
İlk evliliğini Robert Koleji’nden arkadaşı olan gazeteci ve şair Ülkü Tamer ile yapan Tomris’in bu evlilikten bir kızı oldu. Ancak Ekin ismini verdikleri kızları birkaç aylıkken sütten boğularak öldü ve bu sarsıcı olaydan sonra boşandılar. Ülkü Tamer ikinci evliliğini adına şiirler yazdığı Neslihan Tamer ile yaparken Tomris’in hayatına da bir başka şair girdi; Cemal Süreya. Bambaşka bir ilişkiydi bu; her akşam işten çıkar çıkmaz eve dönen Cemal Süreya’ya bir gün Tomris, “Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla buluş, vakit geçir” dedi. Ertesi gün 10 dakika geç geldi Cemal Süreya, bir sonraki gün 15, daha sonra yarım saat. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris’in apartmanın girişinde oturan Cemal’i görmesiyle gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup ‘gecikiyordu’ Cemal Süreya. Tomris tarafından durumun adı derhal kondu: “Şahsiyet Rötarı.”
 
‘Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı’
 
Tomris Uyar için her şeyin bir adı vardı; ikinci eşi Turgut Uyar, birlikte çevirdikleri Lucretius “Lükrettin”di. Hesap makinesi “Hafız”, son günlerinde sıklıkla buluştuğu radyoloji cihazı ise hayır getirmesi beklendiğinden “Hayrullah”tı. Belki de bu sebepten Edip Cansever ona, “Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı. Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene” diye seslenmişti.
 
‘Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur’
 
Tomris’in ilk çevirisi Rabinranath Tagore’den “Şekerden Bebek” 1962’de Varlık dergisinde yayımlanırken, ilk öyküsü “Kristin” ise Mart 1965’te çıktı. İlk öykü dosyası olan “Suya Yazılı”yı bitirdiğinde tarih 1967 idi. Adı, dosyanın kaderini de çizdi, “Suya Yazılı”nın tek kopyası Cemal Süreya ile birlikte çıkardıkları Papirüs dergisi yangınında kül oldu. Geriye yalnızca 1965’te yayımlanan “Kristin” öyküsü kaldı. Tomris’in öykü, deneme, eleştiri, günlük ve çevirileri, Varlık, Dost, Papirüs, Yeni Dergi, Soyut, Yeni Edebiyat, Gergedan ve Argos gibi belli başlı dergilerde yayımlandı. Özellikle de 1966’dan sonra Papirüs’te yayımladığı eserleriyle adını duyuran Tomris, 1970’ten sonra gelişen yeni Türkiye öykücülüğünün önde gelen isimleri arasında yer aldı.
 
“Suya Yazılı”nın akıbetinden sonra yayımlanan ilk kitabı “İpek ve Bakır” oldu. Yıl 1971’di ve Tomris o dönemde şair Turgut Uyar ile evlenmişti ve bir oğlu vardı. Tomris, Turgut Uyar’ı yeniden şiire döndürdü. “Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur” dizesi Turgut Uyar şiirinin adeta amentüsü olarak akıllarda kaldı.
 
İlk öykülerinde kadının dünyasını ele aldı
 
Klasik öykünün sınırlarını şiirsel bir dille zorlayarak izlenimler, anılar, ayrıntılar, betimlemeler, çağrışımlar, imgeler ve iç konuşmalara dayalı bir öykü dünyası kurdu. Tomris, evlilik ve aile konuları çevresinde gelişen ilk öykülerinde ağırlıklı olarak kadının dünyasına eğilirken, daha sonraları öykü kişileri çeşitlendi. Tomris, yazılarında gerçeklikten yanaydı, öykülerinde yaşamın görülmeyen, konuşulmayan yüzünü, çirkinliklerini, insanların çiğliklerini tüm ayrıntısıyla anlattı. Çoğu öyküsünde Tomris, insanın kendini tanımamasını taşladı. Tomris’in öykülerinin en çarpıcı yanı da, kendini bilmeyen, yaşamın farkına varmayan insanın aydınlandığı, uyandığı ve sınırlarının farkına vardığı, adeta sarsıldığı andı. Okur, kahramanın yaşamının veya inançlarının nasıl parçalandığını satır aralarında okurken, kendi yaşamını da masaya yatırma, inançlarını sorgulama gereği hissetti.
 
Öyküde sahicilik olması gerektiğini savundu
 
Öyküde yoğunluk, içtenlik ve sahicilik olması gerektiğini savunan Tomris, “İpek ve Bakır”daki öykülerinde küçük burjuva kökenli insanların yaşam biçimleri üzerinde yoğunlaştı. İkinci kitabı “Ödeşmeler ve Şahmeran Hikayesi”nde ise sınıf atlama özlemi taşıyan bilinçli ya da bilinçsiz kitlelerle yaşadıkları durumlar nedeniyle bir seçim yapmaya itilen, gelecekte kendi sınıfsal değerlerine sahip çıkacak “ezilmişlerin” çatışmalarını ve birbirleriyle olan “ödeşmelerini” ele aldı. Bu kitabın son öyküsü olan “Şahmeran Hikayesi” 15’inci yüzyıl şairlerinden Abdi Musa’nın Camasbname’sinden alınarak halk hikayesi biçimine dönüştürülmüş eski bir öykünün modern biçimde alegorik bir uyarlamasaydı. 
 
Faşizmle aşkı birlikte düşünerek yazdı
 
“Dizboyu Papatyalar”da insanlığın trajedisine odaklanan Tomris, okuru yüzleşmeye çağırdı. “Yürekte Bukağı”da ise gittikçe yozlaşan bir ortamda ve bu ortamla beslenen hastalıklı toplum düzeninin yüreklerine geçirdiği bukağıdan kurtulmaya çalışan, yeni değerler geliştirmeye çabalayan insanları gösterdi. “Yürekte Bukağı” sıkıyönetim zamanlarında geçer. Tomris, günlüğünde kitabı faşizmle aşkı birlikte düşünerek yazdığını söyledi. 
 
‘Bu toplumu haklı çıkarmadan ölmenin yolunu bulmalıyım’
 
Günlerini dökmeye ise 1975’de başladı. “Gündökümü/ Bir Uyumsuzun Notları”ydı ilk kitap. Günlerini döktüğü ikinci kitabın adını “Günlerin Tortusu” koydu. Sonra “Yazılı Günler” ardından “Tanışma Günleri/ Anları” geldi. Bu kitapta günleri tarih sırası gözetmeden sıralamayı yeğlemişti ve birinde şöyle diyordu: “Bu toplumu haklı çıkarmadan ölmenin bir yolunu bulmalıyım diye düşünüyorum. Akciğer kanserinden ölsem ‘çok sigara içiyordu’ diyecekler. Sirozdan ölsem ‘çok içki içiyordu’ diyecekler. Araba çarpsa, ‘herhalde hafif içkiliydi, şoför haklıdır’ diyecekler. Türkiye’de intihar da edilmez. İlaç ve içki şişelerinin kapakları açılmaz, su gelmeyebilir, havagazı gelmeyebilir, tren vaktinde gelmez, atamazsın kendini altına.”
 
Çoğu öyküsünde kadınları mercek altına aldı
 
Günah temasını işleyen “Sekizinci Günah”tan sonra yayımladığı “Otuzların Kadını”nda Tomris bir portreyi anlattı. Annesinin 1936’da Osman Hamdi tarafından yapılmış yağlıboya portresini anlatırken de annesini andıran 1930’ların “diğer” kadınlarının öykülerinden yararlandı. Tomris, pek çok öyküsünde kadınları mercek altına aldı, kadınları ve onların sıkıntılarını, kadın diliyle anlatan ve öykülerindeki ustaca kurguyla çözmeye çalışan yazarlardan biridir. Toplumsal kurallar ve dogmalarla hayatların nasıl kısıtlandığını, geleneği düstur edinmeyen, eğitimli, “bağımsız” kadınların ise yaşadıkları sıkıntıları, cesaretlerinin toplum tarafından nasıl törpülenmeye çalışıldığı, hayata karşı takındıkları dik başlı tavır karşısında bazen en yakınlarının kendilerine gösterdikleri tepkileri anlattı. 
 
‘Yaşadığım ülkede ferahlatıcı yazılar yazılabileceğine inanmıyorum’
 
Son kitabı “Güzel Yazı Defteri” oldu. İletişimsizliği, Tomris’in yaşadığı toplumla arasının iyiden iyiye açıldığını apaçık gösteren bir uzun öykü. Kendi kendine ve öykülerinde sorduğu soruların buluşmasıydı bu kitap, 11 kitaplık külliyatın sonundaki halkaydı. “Güzel Yazı Defteri” yayımlandıktan sonra aklında korku öyküleri yazmak olan Tomris için zaman yetmedi. 2003’ün 4 Temmuz’unda yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle yaşamını kaybetti. Yaşadığı vakitlerde kendini “profesyonel bir yazar” olarak tanımlayan Tomris için bir meslekti bu, duygusal yaklaşmaya gerek yoktu. Gönül çelmek ya da “iyi gelmek” için yazmak gibi bir derdi olmayan Tomris, “Yaşadığım ülkede ferahlatıcı yazılar yazılabileceğine inanmıyorum. Oyalayıcı bir şeyler yazmaktansa kopkoyu bir karamsarlığı yeğlerim” diyordu.
 
Tomris, 10 öykü derlemesinden “Yürekte Bukağı” ile 1979, “Yaza Yolculuk” ile 1986 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. 60’ı aşkın çevirisi kitaplaşan Tomris’in günlükleri, “Gündökümü” genel başlığı altında yayımlandı. Tomris’in öyküleri İngilizce, Almanca, Fransızca, Lehçe, Rusçaya çevrilerek çeşitli antolojilerde yer aldı. Tomris Uyar, ufacık tefecik ancak kalbi kocaman olan kadınlardandı.