
Büşra Ersanlı: Tek doğruya inanmak bilime ve hayata aykırı
- 12:35 30 Ocak 2018
- Hukuk
İSTANBUL - Barış bildirisine imza attığı için yargılanan akademisyenlerden Prof. Dr. Büşra Ersanlı savunmasında, rahatsız olduğu konuda ülkenin yöneticilerini eleştirmenin hakkı olduğunu belirterek, "Tek doğruya inanmak bilime ve hayata aykırıdır. Bir hukuk devleti ifadeyi bu yolla sorgulayamaz" dedi.
"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza attıkları için haklarında dava açılan 13 akademisyenin duruşması, İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. Fransa İnsan Hakları Ligi ile Uluslararası Politik Psikoloji Cemiyeti'nden akademisyenler ile İsrail-Filistin Eşitlik için Akademisyenler Platformu üyelerinin de izlediği duruşmaya çok sayıda kişi katıldı.
Duruşmada ilk savunmayı Marmara Üniversitesi'nden emekli olan Prof. Dr. Büşra Ersanlı yaptı. Savunmasında ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde kentlerde alınan ablukayı hatırlatarak, "2015 yaz aylarından itibaren bölgede vuku bulan çatışma ortamından olumsuz yönde etkilenmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, hatta sadece insan olmak yeterlidir. Olayları yazılı ve görsel medyadan, sosyal medyadan, bunların hepsine çeşitli biçimlerde yansıyan vatandaş izlenimlerinden, insan hakları dernek ve vakıflarından, ayrıca uluslararası antlaşmalar nezdinde bağlayıcı vasfı da bulunan insan hakları dernekleri ve Tabipler Birliği raporlarından, Diyarbakır Barosu raporundan, Avrupa Konseyi (AK) İnsan Hakları Komiseri'nin raporundan da okuyarak düşünmek ve sorgulamak için akademik olmaya bile gerek yoktur. Örneğin Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri'nin 18.11.2015 tarihli raporunda, Silvan ve Cizre söz konusu edilmekte ve sokağa çıkma yasaklarının 4 aya yakın bir sürede siviller açısından insan hakları ihlallerine, güvenlik güçleri konusunda da kronik cezasızlığa yol açtığına işaret edilmektedir. Bu raporda belirtilen bu iki husus bütün diğer raporlarda da mevcuttur" diye belirtti.
'Bir insan hükümetine kızabilir'
Bir bilim insanı ve özellikle sosyal siyasal bilimle 40 yıla yakındır ilgilenen bir insan olarak söz konusu imza metnine onay vermenin iki yanı olduğunu kaydeden Büşra, şu şekilde konuştu: "Birinci yanı; şahsi olan yanıdır. Resmi ve resmi olmayan kaynaklardan edinilen bilgileri, bölük pörçük ve parçalı da olsa vicdanen değerlendiren bir insan yaşanandan, görünenden rahatsızlık, öfke ve infial hislerine kapılabilir. Böyle bir metinle karşılaştığında 'Ben olsam farklı yazabilirdim' diye de aklından geçirebilir ki, ben bunu aklımdan geçirdim ama tek tek kelimeler üzerinde durmadım çünkü kızgındım. Bir insan hükümetine devletine kızabilir. İmza metni hükümet ve devlet açısından sert olsa da bu sert eleştiriyi uygun bulabilir ve bildiriye onay verebilir.
'İfade özgürlüğü hakkımı kullandım'
Ben de böyle yaptım. Çünkü özü doğruydu ve barış talep ediyordu. Şahsen öncelikle sorgulamam gerekenin vatandaşı bulunduğum ülke yetkilileri olduğunu düşündüğüm kişiler. Bağlı bulunduğum devletin yetkili kurumlarının güvenlik ve istihbarat konusunda gücü vardır, sorgulamam gereken merci odur. Bağlı bulunmadığım, sempati duymadığım illegal silahlı bir örgüt bana hak hukuk getiremez. Dolayısıyla rahatsız olduğum konuda vatandaşı bulunduğum ülkenin yöneticilerini eleştirmek benim hakkımdır. İfade özgürlüğü hakkımı bu şekilde kullandım."
'Tepkimizi böyle de veririz'
Büşra, savunmasına şöyle devam etti: "Devlet ve hükümetin temin ettiği bilgileri muhalif bilgilerle ve çok çeşitli kaynaklarla karşılaştırarak değerlendirme yöntemine sahip olan biz akademisyenler ülke sorunlarına çözüm bulmak için bilgi üretiriz, tepkilerimizi de böyle veririz. Bu birikimimizi çatışmalı/ölümlü olaylar karşısında hızlı ve sert olarak da belirtebiliriz. Okuduğumuz tüm raporları, resmi kaynakların verdiği bilgilerle karşılaştırmak bizim aslı vazifemiz ve yöntemimizdir. Böylesine üzücü bir süreçte, çok sevdiğim ve asla vazgeçemeyeceğim ülkemin önemli bir sorununa karşı toplu bir ifade tepkisinin de bir 'örgüt suçu' olarak görülmesini ve iddianamede baştan sona bu şekilde ifade edilmesini son derece şaşırtıcı ve temelsiz buluyorum. Her iki açıdan yani şahsi açıdan da kolektif açıdan da bu bildiri bir ifade özgürlüğü konusudur. Devlet kaynaklarının verdiği bilgileri yeterince tatminkâr bulmamak ve yaşananları sert bir şekilde eleştirmek de ifade özgürlüğüdür. Akademik sorumlulukla hükümeti yeniden barış alanına çağırmak için bir toplu nidadır. Oysa, iddianame bize şöyle bir baskı uyguluyor; Sadece devlet ve hükümetin verdiği bilgiler doğrudur, baroların, derneklerin bilgileri yanlıştır. Devletin, hükümetin verdiği bilgileri sorgulayan suçludur. Siz onları sorgulamakla silahlı illegal örgüte yakınlık gösteriyorsunuz."
'Akademik sorgulama böyle yapılmaz'
Tek doğruya inanmanın bilime ve hayata aykırı olduğunu vurgulayan Büşra savunmasını şu şekilde sonlandırdı: "Üstelik çeşitli kaynaklardan inceleme ve karşılaştırma yapmadan tek bir doğruya saplanmak akademik hayatta yoktur, olmaması gereken olumsuz bir özelliktir. Tek bir doğruya zorlanmak ifade özürlüğünü tamamen ortadan kaldırır. Sansüre ve oto sansüre yol açar. Bir hukuk devleti ifadeyi bu yolla sorgulayamaz. Akademik sorgulama ve eleştiri de tek bir doğrunun tasdiki yolunda böyle yapılamaz. Sabırlı ve bilinçli bir istihbarat, hayatım boyunca şiddet içeren ve yasa dışı olan ne varsa uzaktan yakından ilgili olmadığımı gayet açık gösterir. Hangi konularda çalıştığımı, hangi dergilerde yazdığımı merak edenler ekte sunduğum akademik özgeçmişime bakabilirler. Hiçbir güç beni illegal silahlı bir örgütün üyesi, sempatizanı veya propaganda aracısı yapamaz ve yapamadı zaten. Bırakınız böyle bir örgütün liderlerinden veya otoritesinden talimat almak, şiddet içermeyen ve yasal olan ancak fikrime uymayan herhangi başka bir güçten de talimat almam, almadım. İddianamede ileri sürülen türdeki büyük savlar, mutlaka somut delillerle desteklenmelidir, talimat da, imza metni çağrısının ve dağıtımının illegal örgüt yoluyla örgütlenmesi de belgelenmelidir. Bunlar ortada yok. Çoğu alanında kendini kanıtlamış binlerce öğrenci yetiştirmiş, uluslararası yayınları olan yüzlerce akademisyenin herhangi bir örgüt talimatıyla bir bildiriye onay vermesi düşünülemez. Barış talebi için ifade özgürlüğünün bir bildiri üzerinden kullanılmasından ibaret olan bu onayımın, herhangi bir suç vasfı bulunmamaktadır. Mahkemenizin, suç işlediğimi gösteren herhangi bir delil toplamaya gerek görmeden, suçluluğu ön kabul olarak ele alan bu iddianameyi yeniden değerlendireceğine ve suçsuzluğumu sabit bulacağına inanmak isterim."
Ardından avukatı Aynur Tuncel Yazgan, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2016/65 esas sayılı dosyanın celp edilmesini (getirilmesini) istedi. Aynur, 12 Mart 2016 tarihinde Emre Erciş'in Avaztürk'te yazdığı "Kim bu Erdoğan'ın işaret ettiği etki ajanları?" yazısına atıfta bulunarak, yazının 13 Mart 2016 günü iki polis tarafından hazırlanan tutanağa temel teşkil ettiğini ifade etti.
İddia makamı ise, direk beraat talebinin reddine, Adalet Bakanlığı'ndan TCK 301. madde kapsamında izin istenmesi talebinde bulundu. İddia makamı, ayrıca; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dosyanın celp edilmesinin de reddedilmesini istedi.
Duruşma ertelendi
Mahkeme heyeti kararında, "Avukat dosyanın celp edilerek dosyalar arasındaki irtibat nedeniyle birleştirme hususunun değerlendirilmesi, dosyanın celbini talep etmiş ise de her bir dosyadaki sanıkların ayrı ve farklı kişiler olması ve cezaların şahsiliği ve özellikle sanıklar arasında şahsi bağlantı olmaması nedeniyle birleştirme konusunda değerlendirme yapılmasının bu aşamada gerekli olmadığı ve esasa etkili olmayacağı, iddianame anlatımı, tatbiki istenen sevk maddeleri ve hukuki nitelendirmenin ancak yargılamanın başlamasıyla birlikte yapılabilecek olması nazara alındığında bu yönden de 13. ACM'nin 2016/65 esas sayılı dosyasının celbinin esasa etkili olmayacağı değerlendirildiğinden bu yöndeki taleplerin reddine" dedi.
Büşra'nın beraat talebini de reddeden mahkeme, duruşmayı 5 Nisan'a erteledi.
Duruşma, diğer akademisyenlerin savunmalarıyla devam ediyor.