Fatma Bostan Ünsal: Umut hakkı yasalarla güvence altına alınmalı

  • 09:01 8 Mayıs 2025
  • Güncel
 
Rozerin Gültekin
 
İSTANBUL - Barış Vakfı üyesi Fatma Bostan Ünsal, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile beraber birçok tutsağın umut hakkından yararlanamadığına dikkat çekti. Fatma Bostan Ünsal, “Meclis'te gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, hem hukuk devleti ilkesinin güçlenmesine hem de barış sürecinde daha sağlıklı ilerleme kaydedilmesine katkı sağlayacaktır” dedi.
 
Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen tutsakların “umut hakkı”ndan yararlanamaması, hukuk çevreleri ve sivil toplum örgütlerinin tepkisini çekmeye devam ediyor. Son olarak 46 baro ve sivil toplum kuruluşu ortak bir açıklamayla, bu hakkın tüm tutsaklar için eşit biçimde tanınması gerektiğini vurguladı. Umut hakkının devlete karşı işlenen suçlarda dışlanmasının, insan hakları ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı belirtiliyor.
 
 Barış Vakfı üyesi Fatma Bostan Ünsal, umut hakkına dair değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Fiilen idam cezası’
 
Fatma Bostan Ünsal, umut hakkının uygulanmasında bir çifte standart olduğunu ifade ederek, “Cezaevi ya da hukuki yaptırımlar, insanları ömür boyu cezalandırmak amacıyla değil; onların topluma yeniden katkıda bulunmalarını sağlamak hedefiyle düzenlenmiştir. Bu nedenle belli bir süre geçtikten sonra, bireylerin yeniden topluma faydalı olabilecek koşulları sağlayıp sağlayamadıklarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak Türkiye’de cezaevleri, yalnızca kişilerin cezalandırılması amacıyla var gibi algılanmaktadır. Bireyin topluma olası katkısı dikkate alınmamaktadır. Özellikle devlete yönelik suçlar söz konusu olduğunda, kişinin tüm hayatını cezaevinde geçirmesi öngörülmektedir. Bu durum, fiilen uzatılmış bir idam cezası anlamına gelmektedir” dedi.  
 
Çifte standart: Umut hakkı
 
Fatma Ünsal, suçlarda çifte standart uygulanmadan umut hakkının hem toplum hem de Meclis tarafından yeniden gündeme alınması gerektiğine dikkat çekti. Fatma Ünsal, “Çünkü bu çifte standart, yasal düzenlemelerle oluşturulmuş olup ilgili yasaların kaldırılması gerekmektedir. Devlet, bireylere yönelik suçları kolaylıkla affedebilirken; devlete karşı işlenen suçlarda, takdir yetkisinin geniş olması gerekirken bu alan tamamen kapatılmaktadır. Türkiye’de devlete karşı işlenen suçlar, çoğunlukla ‘terör’ kapsamında değerlendirilmektedir. Oysa son dönemde, teknik anlamda terör tanımı şiddetten tamamen arındırılmış bir biçimde genişletilmiş; bankaya para yatırmak gibi konular dahi terörle ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Devletin, kendisine karşı işlenen her suçu terör kapsamına alması, ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır” diye belirtti.  
 
STK’ların çabaları
 
Barolar ve STK temsilcilerinin bir araya gelerek yaptıkları umut hakkı açıklamasına değinen Fatma Bostan Ünsal, barışın tartışıldığı bu dönemde bu hakkın gündeme alınmasının ve uygulanmasının önem taşıdığını söyledi. Fatma Bostan Ünsal, “Devlete yönelik suçlar kapsamında değerlendirildiği için umut hakkından yararlanamayan, çok uzun yıllar cezaevinde kalan insanlar var. Bu nedenle toplumun ve Meclis’in bu konuyu gündemine alması için böyle bir metin hazırladık ve kamuoyuna deklare ettik. Umuyoruz ki bu konu konuşulur, tartışılır, gündeme alınır ve bu süreçte amacına ulaşır. Türkiye’de ‘sivil toplum’ dediğimiz alan maalesef çok gelişmiş değil. Uzun yıllar boyunca siyasette de zayıf kaldı; çünkü vesayet demokrasisi hâkimdi. 
 
Halk bu sürece katılmalı
 
Barolar, savunma makamıdır. Onların diğer sivil kuruluşlarla birlikte bu konuyu dikkate alarak bir metin hazırlamış olmaları olumlu bir adımdır. Sivil toplumun bir araya gelerek, toplumun tartışması gereken meseleleri gündeme alması da son derece değerlidir. Her şey yolunda gitse, hukuk devleti tam anlamıyla uygulansa, elbette hiçbir sorun olmazdı. Ancak bugün hukuk devleti ciddi anlamda zarar görmüş durumda. Bu nedenle sivil toplum kuruluşlarının ve baroların daha aktif olması; halkın da bu sürece katılması gerekiyor. Bu konuları gündeme almak ve Meclis’te yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak, hem hukuk devleti yönünde ilerlememize hem de barış sürecinde daha hızlı mesafe almamıza katkı sağlayacaktır” sözlerini kullandı. 
 
‘Uluslararası mahkemelerin kararlarına uyulmalı’
 
Umut hakkının, Abdullah Öcalan ile beraber binlerce tutsağı da ilgilendirdiğini kaydeden Fatma Bostan Ünsal, şu ifadeleri kullandı: “Devlete karşı işlenmiş suçlar nedeniyle müebbet hapis cezası almış çok sayıda insan var. Başta Abdullah Öcalan olmak üzere, diğer tutukluların da hak ihlalleri bu şekilde giderilmiş olacaktır. Abdullah Öcalan da diğer insanlar gibi bu haktan faydalanabilir. Üstelik Öcalan hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilmiş bir karar da bulunuyor. Umut hakkının uygulanması durumunda bu karar da hayata geçmiş olur. Ne yazık ki Türkiye, uluslararası mahkemelerin kararlarını uygulamayan bir devlet konumuna düşmüş durumda. Bunu en bariz şekilde İsrail örneğinde görüyoruz. Uluslararası mahkeme kararlarına uymamak, bir devlet açısından büyük bir eksikliktir. Türkiye, umut hakkını uygulayarak bu kusuru da telafi edebilir. Türkiye’nin prestijini önemseyen insanlara da şunu söylemek gerekiyor: Madem prestiji önemsiyorsunuz, o hâlde mahkeme kararlarını uygulayın. Türkiye, ‘sicili bozuk’ bir ülke olarak anılmasın. Güney Afrika’da Nelson Mandela, uzun yıllar süren mahkûmiyetin ardından cezaevinden çıktı ve ülkesini ırkçı bir rejimden uzaklaştırmayı başardı. Uygun çalışma koşulları sağlandı, yeniden seçimler yapıldı ve Güney Afrika’nın ‘ırkçı devlet’ mottosu değişti. Nelson Mandela deneyimini biliyoruz. Başka ülkelerin deneyimlerini de biliyoruz. Bu örneklere biraz daha dikkatle bakmak, bizim de nasıl davranmamız gerektiğine ışık tutacaktır.”
 
Yapılacak çok şey var…
 
Son olarak 1980 darbesi sonrasında yürütülen tek taraflı propaganda faaliyetlerine dikkat çeken Fatma Bostan Ünsal, bu sürecin barış dönemlerinde değişmeye başladığını ve ifade özgürlüğünün genişlemesi gerektiğinin altını çizdi. Fatma Bostan Ünsal, şöyle konuştu: “1980 darbesinden sonra özellikle çok tek yanlı bir propaganda faaliyeti yürütüldü. Şu anda barış süreci başladıktan sonra insanlar biraz daha rahat hareket edebiliyor. Ancak barış süreçleri dışında aynı sözlerin ifade edilmesi bile çok marjinalleştiriliyor ve neredeyse suç gibi görülüyor. Bu nedenle ifade özgürlüğünün bu alanda da sağlanması gerekiyor. Geniş kamuoyunun tek taraflı bilgilendirilmesi ve sürekli tek taraflı propagandaya maruz kalması, daha sonra siyasetçilerin de elini kolunu bağlayan bir duruma dönüşüyor. Örneğin Abdullah Öcalan ile ilgili pek çok şey söyleniyor; fakat barış süreçleri söz konusu olduğunda, insanlar bu tek taraflı propaganda nedeniyle durumu yeterince anlamlandıramıyor ve toplumsal destek zayıflıyor. Bu da barış sürecinin devamını zorlaştıran bir unsur haline geliyor.
 
Bu nedenle tek taraflı bilgilendirmeyi aşan bir müzakere ve konuşma ortamının sağlanması gerekiyor ki insanlar farklı noktaları, bakış açılarını görebilsinler ve tek bir kanalın propagandasından uzaklaşabilsinler. Bu konuda sivil toplumun katkısı olacaktır. Meclis’te de bu konuya yönelik bir komisyonun kurulması gündeme gelebilir. Daha önce, partilerin oy oranlarına bakılmaksızın eşit temsil edildiği bir anayasa komisyonu vardı ve 60-70 civarında anayasa maddesi üzerinde uzlaşılmıştı. Barışı temin etmek üzere buna benzer bir komisyon tekrar kurulabilir. Meclis’in, barış süreçlerinin önünde engel oluşturan yasal düzenlemeleri kaldıracak ve süreci kolaylaştıracak yasaları çıkarması bakımından önemli bir rolü olacaktır. Yapılacak çok şey var. Bu konunun hem sivil toplumda hem de siyasette gündeme alınmasını sağlamak amacıyla pek çok grubun içindeyim. Neler yapabileceğimizi konuşuyor, görüşüyoruz.”