‘Görüşmeler bir müzakere değil, sorumluluğun gereğidir’

  • 09:02 7 Mayıs 2025
  • Siyaset
Melek Avcı 
 
ANKARA - DEM Parti Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü Sevda Çelik Özbingöl, “Umut hakkı sadece bireysel değil, toplumsal bir taleptir” diyerek, Asrın Çağrısı eksenli yürütülen görüşmelerin müzakere değil, toplumsal sorumluluk gereği olduğunu; hukuki zeminin torba paketlerle değil, kalıcı adımlarla oluşturulması gerektiğini vurguladı. 
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin ardından gelen 27 Şubat çağrısı, siyasi gündemde ve toplumsal kesimlerde etkisini korumaya devam ediyor. Ancak çağrıya rağmen iktidarın henüz somut bir adım atmaması; özellikle Adalet Bakanlığı ile gerçekleştirilen görüşmelerin, kalıcı ve yapıcı bir sürece evrilip evrilmeyeceği konusundaki soru işaretlerini sürdürüyor. Adalet Bakanlığı ile yapılan temas, kritik bir eşik olarak görülse de infaz rejimi, AİHM kararları ve tecridin kaldırılması gibi temel başlıklarda net bir ilerleme sağlanmış değil.
 
DEM Parti Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü Sevda Çelik Özbingöl, sürecin hukuki zeminine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
Ortak çalışma zemini zorunluluğu
 
Çağrının ardından, sürece katkı noktasında çalışmaların devam ettiğini söyleyen Sevda Çelik Özbingöl, bir görev ve sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini belirtti. Sevda Çelik Özbingöl, “Çalışmalarımız bu çağrının ve bize yüklediği sorumlulukların büyüklüğü üzerine kuruludur. Özellikle ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’, silahların susmasına aracılık edecek demokratik süreci inşa etme boyutuyla önemlidir. Bu süreç, ülkemizin sorunlarının demokratik, siyasal ve hukuki zeminde çözüme kavuşturulacağı bir işleyişi ortaya koymakta; siyasi partiler de bu işleyişin içinde yer alacaktır. DEM’in varlığını bu temelde düşünmek gerekiyor.
 
Ancak bu gerekliliğin sağlanması konusunda da yasal düzenlemeler ile toplumsal uzlaşıyı sağlayacak zeminlerin, platformların, çalışmaların ve tartışmaların yürütülmesi gerekiyor. Ki yürütülen tartışmalar, kamuoyunun da açıkça bilgisi dahilinde sürdürülmektedir. Ama bu tartışmalar, beraberinde Meclis’in ve mevcut siyasi iktidarın da sorumluluk ve yükümlülükler üstlenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Mevcut siyasi yapılar ile siyasi partilerin bu konuda beraber hareket etmesi, sürece katkı sunması, fikir alışverişinde bulunması ve bir ortak çalışma zemininin oluşturulması bir gereklilik olarak önümüzde duruyor” sözlerini kullandı.
 
‘Bu bir müzakere değil, sorumluluğun gereğidir’
 
Devlet yapılarıyla görüşmelerin de bu eksende yürütüldüğünü söyleyen Sevda Çelik Özbingöl, aktarılan tüm başlıkların süreç öncesinde de gündemlerinde olduğunu hatırlattı. Sürecin siyasi zemini örülürken, hukuki zeminin de oluşturulmasının elzem olduğunu belirten Sevda Çelik Özbingöl, “Türkiye'nin demokratik sorunlarıyla ilgili ilk defa yaptığımız bir görüşme değil ve son görüşmemiz de olmayacak. Adalet Bakanlığı ile yaptığımız görüşmede, sürecin gerekliliklerinin tartışılması ve konuşulması olabildiğince olağan ve normal. Belki bir müzakereden bahsetmiyoruz. Elbette ki 27 Şubat'taki çağrıdan sonra, ancak toplumsal anlamda silahların susması, barışın demokratik ve hukuki zeminde yürütülmesi, çalışmaların bu zemine aktarılması konusunda da bir toplumsal uzlaşı oluşmuş durumda.
 
Bu temelde, hükümetin ve mevcut iktidarın bu sürecin büyütülmesi ve ileriye taşınması konusunda birinci derece sorumlulukları olduğunu biz düşünmekteyiz. Bunun bir müzakere olarak adlandırılmasını doğru bulmuyoruz. Barış ve silahların susması konusunda toplumsal konsensüsün gerekliliği doğrultusunda, herkesin kendisine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu.
 
‘Sayın Öcalan’ın koşullarını tartışmak gerekiyor’
 
Bu çağrının işletilmesi için iktidarın koşulları oluşturma sorumluluğu olduğunu belirten Sevda Çelik Özbingöl, bakanlık görüşmesine değinerek şunları söyledi: “Silahların bırakılması sürecinin hızlandırılması konusunda yurttaşlar, hukukçular ve farklı siyasi parti temsilcileri olarak kuracağımız sözler, yapacağımız katkılar olacak. Ancak bu sürecin koşullarının oluşturulması, bu çağrıyı yapan Sayın Abdullah Öcalan’ın bu çağrının gereklerinin yerine getirilmesi konusunda sunabileceği katkıyı ve bu misyonu üstlenmesini sağlayacak koşulların oluşturulmasını da tartışmak gerekiyor. Bunu bir müzakere olarak değil, aksine bu çağrının ve bu dönemsel ihtiyacın gerekliliği kapsamında bir yönetsel, idari ve hükümete düşen bir sorumluluk olarak adlandırmak gerekiyor.
 
Umut hakkı konuşuldu
 
Umut hakkı konuşuldu. Hem bu sürecin koşullarının oluşturulmasına dair tartışmalar konuşuldu, hem de ülkemizin hukuki sorunları, cezaevleri, infaz sistemimizdeki ikili hukuk mekanizması – bunu ceza adaleti olarak tanımlayabileceğimiz, ancak uygulama içerisinde de büyük haksızlıkların olduğu ayrıca da infaz mevzuatında var olan ikili hukuk sisteminin yarattığı türlü mağduriyetleri konuştuk. Hasta tutsaklar, eğer cezaevleri konuşulacaksa, önemli başlıklardan bir tanesi olmak zorunda. Bunları biz önemli buluyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘Son görüşmemiz olmayacak’
 
Hukuk Komisyonu olarak çalışmaları ve hazırlıkları olduğunu ifade eden Sevda Çelik Özbingöl, bakanlık görüşmelerinin devam edeceğine işaret ederek, “Bu bir fikir. Hiçbir farklılık gözetmeksizin herkesin beraber yaşamasının koşullarını oluşturacak, ayrımı ortadan kaldıran düzenlemeler ve talepler konusunda da ortaklaşmak üzerine bir fikir alışverişi görüşmesi olarak değerlendirilmesini ve yorumlanmasını önemli buluyoruz. Bu temelde de son görüşmemiz olmayacak. Çünkü sürecin bize yüklediği yükümlülüğün ve sorumluluğun farkında olarak, bu sürecin ilerletilmesi, silahların susması ve elbette ki toplum olarak yaşadığımız toplumsal sorunların siyasal ve hukuki zeminde çözümünün sağlanması konusunda bize düşen tüm katkıları sunmak adına çalışmalarımız var” dedi.
 
‘2014 kararına ilişkin bir düzenlemeyi henüz görmedik’
 
Abdullah Öcalan’ın şahsında “umut hakkının” da bu görüşmede ele alındığını belirten Sevda Çelik Özbingöl şöyle devam etti: “2014 yılında bir hak ihlali kararı verilmiş olmasına rağmen, aradan geçen 10 yıla rağmen hâlâ bir yasal düzenleme mevcut değil. Şu an iç hukuk mevzuatımızda ‘umut hakkının’ tesis edilmesi konusunda bir düzenleme mevcut değil. Ancak AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ülkelere ihlal kararı verildiği noktada, ilgili yasal düzenlemelerin yapılması konusunda bir yükümlülük yükleyen bir sözleşmedir. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, imzalayan ülkeleri bir bütün olarak bağlayan bir sözleşmedir. Bu temelde, sözleşmenin ihlali üzerine verilen mahkeme kararlarının ardından ülkelerin bu kararların gereğini yerine getirmesi gerekirken, umut hakkına ilişkin biz hâlâ bu kararın gereği olan bir düzenlemeyi görmedik.
 
Ancak AİHM’in kararlarını denetlemekle yükümlü olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin de gündemine taşınan bir mevzu bu. Çünkü AİHM kararlarının kendi içinde bir yaptırımı yokken, konsey düzeyinde bu kararların uygulanması, taraf ülkeler açısından yaptırımlarla da karşılık bulabilir. Özellikle Urban Grubu’nun Avrupa Konseyi gündemindeki 17–19 Eylül tarihlerinde yaptığı toplantının da gündemine taşındığı, bu konuda bir düzenlemenin gerektirildiği, sekreteryaya bu konuda görev verildiği ve bir yıl içerisinde bu düzenlemelerin yapılması yönünde bir toplantı sonucu kamuoyuyla paylaşıldı. Bunun da elbette önemli olduğunu düşünüyoruz.
 
İç mevzuatta, bu hak ihlallerinin giderilmesiyle umut hakkına dair düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Urban Grubu dosyasının başvurucuları; birçok sivil toplum kuruluşu, insan hakları savunucuları ve barolar, bu temelde demokratik kamuoyumuzun aslında taraf olduğu bir dosyadan ve talepten bahsediyoruz.”
 
‘Toplumun tümünü ilgilendiren bir başlık’
 
“Son rakamlar açıklanmasa bile, 4 binin üzerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan, umut hakkı mağduru olan insan var” diyen Sevda Çelik Özbingöl, “Umut hakkı, Sayın Öcalan şahsında konuşuldu, tartışıldı ve belki de başladı. Ancak şu an sadece ondan bahsetmek mümkün değil. Umut hakkını sadece bireysel bir hak sorunu olarak değil; son gelişmeler ve özellikle Sayın Öcalan'ın misyonu ile barışı inşa edebilecek pozisyonu temelinde de değerlendirmek gerekiyor. Bu iki mesele birbirinden ayrık gibi görünse de aslında birbirinden bağımsız değerlendirilemez. Toplumun bütününü ilgilendiren bir hak başlığı olduğunu ve bu temelde umut hakkının tartışılması ile konuşulması gerektiğini düşünüyor ve önemsiyoruz. Bu konuda bizim de yasal düzenlemeler oluşturulması yönünde taleplerimiz ve çalışmalarımız var” diye belirtti.
 
Hasta tutsakların durumu
 
Hasta tutsakların durumunun aciliyet taşıdığını ve yasal düzenlemenin bir zorunluluk olduğunu belirten Sevda Çelik Özbingöl, “Cezaevleriyle ilgili bir yasal düzenleme yapılacaksa, önceliğin hasta tutsaklar üzerinden yapılması gerekiyor” diyerek şunları ekledi: “Hasta tutsaklarla ilgili bireysel kararlar veriliyor elbette ki, hastalığın özgünlüğüne ve durumuna göre, cumhurbaşkanlığı kanalıyla. Ancak bunun ötesinde geçici ya da bireysel çözümlerle değil; yapısal bir düzenlemeyle hem mevcut durumun düzenlenmesi hem de infaz sisteminin insani koşullarının oluşturulması gerekiyor. Birçok cezaevinden, cezaevi izleme kurullarının kararlarının oluşturduğu haksızlıkları ve mağduriyetleri farklı dönemlerde gündemimize taşıdık. Bunların azalmadığını ve ancak sistemsel, yapısal bir düzenlemeyle çözülebileceğini düşünüyoruz. Bu durum, bir gereklilik olarak önümüzde duruyor ve elbette ki konuşulması, tartışılması gerekiyor. Bunu, bakanlığın da kendi gündemine alması lazım. Bu temelde, sürecin zorlayıcısı olmak konusunda sorumluluk sahibi hissediyoruz.”
 
‘Paket anlayışı doğru değil, özgün çalışma yürütülmeli’
 
Yargı paketi tartışmalarına değinen Sevda Çelik Özbingöl, şöyle konuştu: “Biz paket anlayışını doğru bulmuyoruz. Şu an paketler üzerinden yapılan tartışmalar, çok küçük, lokal sorunları sistemsel olarak iyileştirmeyen; gündelik ihtiyaçlar temelinde belki küçük çözümler üreten ama aynı zamanda da torba anlayışından kaynaklı olarak yeni sorunlar üreten düzenlemelerdir. Bunun ötesinde birçok alanın ayrı ayrı ele alınması gerekiyor. Örneğin, infaz mekanizması ayrı ele alınmalı. Medeni yasa mevzusundaki birçok husus, hangi alanda çalışmalar yapılacağı, hangi sorunların acil çözüm beklediği ve aktarılan mevzuat düzenleme gerekliliklerinin tespit edildiği alanlarda da özel ve özgün çalışmalar yürütülmeli.
 
Bu şekliyle, hem toplumun dahil olduğu hem de tartışmaların ihtiyaçlarının doğru temelde belirlendiği ve çözüm üretildiği bir yasal düzenleme ortamı oluşmuş olur. Biz bu temelde torba anlayışını kabul etmiyoruz. Ancak çok büyük toplumsal sorunların çözümü için yasal düzenlemelere ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Bu konuda da sadece iktidarın 'ben yaparım' anlayışına sahip olması çözüm üretmez, üretmeyeceğini de söylememiz gerekir.”
 
‘Söylenti düzeyinde bir süreç sorunlara cevap olmaz’
 
“Yasal düzenlemeler, herkesi bu süreçlere dahil ederek yapılmalı” diyen Sevda Çelik Özbingöl, sözlerini şöyle tamamladı: “Özellikle yasal düzenleme yapılan alanlardaki muhataplıklar, mağduriyetler ve düzenlemelerin neticesinde bu sorunların doğrudan muhatabı olan kişilerin sürece dahil edilmesi gerekiyor. Yasal düzenlemelerde konsensüs tutumuyla hareket etmek gerekir. Yasalar, toplumun birlikte yaşamasını kolaylaştırmak ve ortak bir tutum belirlemek için hazırlanır. Bu yüzden herkesin bu konuda uzlaşması ve ihtiyaçlarının, yapılan düzenlemeyle karşılık bulması gerekir.
 
Sürecin söylenti düzeyinde yürütülmesi, bu sorunlara ne doğru cevap bulabilir ne de tartışmaları gerçekçi bir zemine taşıyabilir. Şu an var olmayan, elimizde mevcut olmayan bir yasal düzenlemeye dair yürüteceğimiz tartışma, elbette ki afaki bir tartışma olacaktır. Ancak başlıkları belirleyerek ve herkesin sürece dâhil olmasını sağlayarak güçlü, hepimizi ileriye taşıyan düzenlemeler yapmalıyız. Bunu yapmak zorundayız.”