Helepçe Katliamı: 37 yıldır dinmeyen acı

  • 09:06 16 Mart 2025
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ – 16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin rejimi tarafından gerçekleştirilen Helepçe Katliamı, insanlık tarihine kara bir leke olarak kazındı. Kimyasal saldırıda 5 binden fazla Kürt hayatını kaybederken, binlerce insan ağır yaralandı ve sonraki nesiller genetik hastalıklarla doğdu. Uluslararası toplumun yıllarca sessiz kaldığı bu katliam, hâlâ adalet bekliyor.
 
Tarihte yaşanan en büyük kimyasal katliamlardan biri olan Helepçe Katliamı, 16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin rejimi tarafından gerçekleştirilen ve insanlık tarihine kara bir leke olarak kazınan bir saldırıdır. Bu kimyasal saldırıda 5 binden fazla Kürt hayatını kaybetmiş, 7 binden fazla insan ise ağır yaralandı. Saldırıdan sağ kurtulanlar ise yıllar boyunca sağlık sorunlarıyla mücadele etti, sonraki nesiller ise kalıcı genetik bozukluklarla dünyaya geldi.
 
Helepçe Katliamı, Saddam Hüseyin’in Kürtlere yönelik sistematik baskı ve imha politikasının bir parçasıydı. Katliam, İran-Irak Savaşı’nın sonlarına doğru gerçekleşmiş ve El-Enfal Harekâtı’nın bir uzantısı olarak tarihe geçti. Irak rejimi, bu katliamla Kürt halkına gözdağı vermeyi ve onları tamamen sindirmeyi amaçladı. Helepçe'de kullanılan hardal gazı ve sinir gazları, günümüz tarihinde tarihte sivillere yönelik en büyük kimyasal silah kullanımlarından biri olarak kayıtlara geçti.
 
Katliam öncesindeki gelişmeler: Savaş, baskı ve Kürt direnişi 
 
Katliamın ardındaki temel nedenlerden biri, İran-Irak Savaşı (1980-1988) sırasında yaşanan bölgesel çatışmalardı. Bu savaş, sadece iki ülke arasında değil, bölgedeki farklı halklar ve gruplar arasında da büyük bir yıkıma yol açtı. Savaşın son dönemlerinde Saddam Hüseyin yönetimi, El-Enfal Harekatı’nı başlattı (1986-1988). Bu harekat, Saddam Hüseyin’in Kürtleri kitlesel olarak yok etme amacı güttüğü sistematik bir saldırıydı. Irak ordusu, binlerce Kürt köyünü yıktı, on binlerce sivili katletti ve büyük bir kısmını zorla yerinden etti. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, toplama kamplarına gönderildi, binlerce kişi infaz edildi ve toplu mezarlara gömüldü. 
 
İran’ın ‘Zafer-7 Harekâtı’
 
1988’in başlarında İran ordusu, ‘Zafer-7 Harekâtı’ adını verdiği geniş çaplı bir saldırı başlattı. İran güçleri, Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile iş birliği yaparak Helepçe'yi ele geçirdi. Bu gelişme üzerine Saddam Hüseyin Helepçe’ye saldırı düzenlemeye karar verdi.
 
Helepçe'ye kimyasal saldırı: 16 Mart 1988
 
16 Mart 1988 sabahında, Irak Hava Kuvvetleri'ne ait sekiz MiG-23 savaş uçağı, Helepçe üzerinde uçmaya başladı. İlk dalgada, kentte bulunan halkın sığınaklardan çıkmasını sağlamak amacıyla konvansiyonel bombalar atıldı. Bunun ardından, asıl ölümcül saldırı başlatıldı ve zehirli gaz içeren bombalar Helepçe’nin dört bir yanına bırakıldı. 
 
Kimyasal saldırıda kullanılan maddeler, insan vücudu üzerinde son derece yıkıcı ve acı verici etkiler yaratan ölümcül ajanlardı. Saddam Hüseyin rejiminin Helepçe’de kullandığı kimyasal silahlar arasında en korkunçları hardal gazı, sarin ve VX gazıydı. Bu zehirli gazlar, insanları sadece dakikalar içinde öldürebilecek güçteydi ve hayatta kalanlar için bile yıllarca sürecek kalıcı sağlık sorunlarına yol açıyordu.
  
Saldırının etkileri 
 
Saldırının korkunç etkileri, bombaların düşmesinden sadece birkaç dakika sonra kendini göstermeye başladı. Helepçe halkı, daha önce Irak uçaklarının saldırılarına maruz kalmıştı, ancak bu kez farklı bir durum söz konusuydu. Bombalar düştüğünde büyük bir patlama sesi duyulmadı; bunun yerine, kasabanın üzerine ağır bir sis tabakası gibi çöken sarımsı, yeşilimsi ve bazen de beyaz renkli bir duman yayıldı. Başlangıçta insanlar bunun sıradan bir hava saldırısı olduğunu düşündü, ancak kısa süre içinde boğulma hissi, gözlerde yanma, ciltte dayanılmaz bir kaşıntı ve mide bulantısı baş gösterdi. Zehirli gazlar hızla vücuda yayıldı; önce baş dönmesi, göz yaşarması ve mide bulantısı hissedildi, ardından kas spazmları, bilinç kaybı ve solunum yetmezliği başladı. Nefes alamayan insanlar, sokak ortasında birer birer yere yığılırken, bazıları boğazlarını tutarak nefes almaya çalışıyor, ancak boğazları ve akciğerleri yanıyordu. Ciğerleri sıvıyla dolan kurbanlar, dehşet içinde açık kalan gözleriyle son nefeslerini veriyordu.
 
Binlerce insan katledildi 
 
Kadınlar ve çocuklar en savunmasız gruptu. Anneler, kimyasal gazdan korunmaları için çocuklarını kucaklayarak sığınaklara kaçmaya çalıştı, ancak ölümcül gazlar çoktan her yeri kaplamıştı. Bebekler annelerinin kollarında nefes alamadan morarıp can verirken, ebeveynler çocuklarını son kez sıkıca sararak korumaya çalıştı, ancak ölüm kaçınılmazdı. Sokaklar kısa sürede cenazelerle doldu; aileler el ele tutuşmuş şekilde son nefeslerini verdi. Görgü tanıkları, cenazelerin bazılarının morardığını, bazılarının taş kesildiğini, bazılarının ise iç kanama nedeniyle parçalanmış hâlde olduğunu aktarıyordu. Helepçe bir ölüm şehrine dönüşmüştü. Hayatta kalan az sayıdaki insan, yanıklar, nefes darlığı ve bilinç kaybı içinde acı çekerken, kimisi gözlerini kaybetmiş, kimisi vücudunun büyük bölümü yanmış hâlde kıvranıyordu. Ancak en korkuncu, öldürücü gazların hâlâ sokaklarda dolaşıyor olmasıydı. Kaçmaya çalışan pek çok kişi, nefes almaya devam ettikçe ölüme daha çok yaklaşıyordu.
 
Katliam gelecek kuşakları da etkiledi 
 
Helepçe Katliamı, sadece o gün yaşanan korkunç ölümlerle sınırlı kalmadı. Kimyasal saldırının etkileri yıllar boyunca bölgedeki insanlar ve doğa üzerinde derin izler bıraktı. Katliamdan sağ kurtulanlar, saldırının ardından hemen ölmemiş olsalar bile, kimyasal gazların vücutlarında yarattığı geri dönüşü olmayan sağlık sorunlarıyla yaşamaya mahkûm edildi. Binlerce kişi, yıllar içinde kansere, solunum yetmezliğine ve sinir sistemi bozukluklarına yakalandı. Ancak saldırının etkileri sadece hayatta kalanlarla sınırlı kalmadı; Helepçe’nin mirası, gelecek nesillere de taşındı. Kimyasal maddelerin DNA üzerinde yarattığı mutasyonlar, Helepçe’de doğan çocuklarda genetik bozukluklara, doğum kusurlarına ve kalıcı sakatlıklara neden oldu. Bu katliam, yalnızca bir nesli değil, gelecek kuşakları da etkileyen bir soykırım olarak hafızalara kazındı.
 
Kalıcı sağlık sorunları ortaya çıktı 
 
Helepçe Katliamı’nın en yıkıcı etkilerinden biri, saldırının yalnızca o gün yaşanan can kayıplarıyla sınırlı kalmaması, sonraki nesilleri de etkileyecek kalıcı sağlık sorunlarına yol açmasıydı. Hardal gazı, sarin ve VX gibi kimyasal ajanlara maruz kalan insanların DNA yapıları zarar gördü ve saldırıdan sonra doğan bebeklerde ciddi doğum kusurları ve genetik hastalıklar görüldü. Bu katliam, dünyaya gelen her çocuğun saldırının kalıcı izlerini taşımasına neden oldu. Pek çoğu genç yaşta hayatını kaybederken, bilim insanları Helepçe’deki genetik bozukluk oranlarının Hiroşima ve Nagazaki’deki atom bombasından etkilenenlere kıyasla 4 ila 5 kat daha fazla olduğunu belirtti.
 
Kimyasal saldırının doğa üzerindeki etkisi 
 
Helepçe’deki kimyasal saldırının etkileri yalnızca insanlar üzerinde değil, doğa üzerinde de geri dönülemez tahribata yol açtı. Zehirli gazlar, toprakları ve su kaynaklarını kirleterek bölgenin ekosistemini kalıcı şekilde tahrip etti. Tarım arazileri kullanılamaz hale geldi, hayvanlar kitlesel olarak öldü ve gıda üretimi neredeyse tamamen durdu. Kimyasal maddeler yeraltı su kaynaklarına karışarak içme suyu krizine neden oldu, bu da hem Helepçe’de hem de çevre köylerde halk sağlığını tehdit etti. Bilim insanları, saldırıdan 20 yıl sonra bile Helepçe topraklarında kimyasal silah kalıntılarına rastladı. Bu, kimyasal silahların etkilerinin yalnızca kısa vadeli bir yıkımla sınırlı kalmadığını, nesiller boyunca sürecek bir felakete neden olduğunu bir kez daha kanıtladı.
 
  Uluslararası tepkiler ve geciken adalet
 
Helepçe Katliamı, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar açısından modern tarihin en büyük saldırılarından biri olarak kayıtlara geçmesine rağmen, uluslararası toplum bu katliama uzun süre sessiz kaldı. Kimyasal silahlarla işlenen bu katliamın boyutları hemen saldırının ardından ortaya çıkmasına rağmen, dönemin küresel siyasi dengeleri nedeniyle Saddam Hüseyin rejimine karşı hızlı ve etkili bir tepki verilmedi.
 
Birleşmiş Milletler (BM) uzmanları tarafından yürütülen incelemeler, saldırının hardal gazı, sarin ve VX gibi ölümcül kimyasal ajanlarla gerçekleştirildiğini bilimsel olarak doğruladı. BM tarafından yapılan tıbbi ve toksikolojik analizler, Helepçe halkının sinir gazları nedeniyle yaşamını yitirdiğini ve saldırının bir savaş suçu olduğunu ortaya koydu. Ancak, BM’nin bu bilimsel tespitleri, uluslararası toplumun somut bir adım atmasını sağlamak için yeterli olmadı.
 
Çıkar politikaları katliamı gölgede bıraktı 
 
Özellikle ABD ve Batılı ülkeler, Saddam Hüseyin yönetimiyle olan siyasi ve ekonomik çıkarları nedeniyle uzun süre sessiz kaldılar. 1980'lerde İran-Irak Savaşı sırasında Saddam Hüseyin, Batı tarafından İran’a karşı bir denge unsuru olarak görülüyordu ve kimyasal silah kullanımı göz ardı edilerek dolaylı olarak destekleniyordu. Helepçe’de yaşanan bu insanlık suçu, dönemin uluslararası siyasetinde Batı’nın Saddam Hüseyin rejimiyle olan ilişkilerinin bozulmasını istememesi nedeniyle yeterince gündeme getirilmedi. Birçok Batılı hükümet, Irak ile olan silah ve petrol anlaşmalarını riske atmamak için Helepçe’de işlenen suçları açıkça kınamaktan kaçındı.
 
Bu sessizlik, sadece saldırıyı gerçekleştirenlerin cezasız kalmasına neden olmakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası toplumun çifte standartlarını gözler önüne serdi. Ancak yıllar geçtikçe ve Saddam Hüseyin rejiminin diğer savaş suçları ve insan hakları ihlalleri açığa çıktıkça, Helepçe Katliamı ile ilgili adalet arayışı da giderek güçlendi.
 
Irak’ta 2010’da ‘soykırım’ olarak tanındı
 
1 Mart 2010’da, Irak Yüksek Ceza Mahkemesi, Helepçe Katliamı’nı resmen “soykırım” olarak tanıdı. Bu karar, Helepçe’de katledilen binlerce insanın acılarının resmen kabul edilmesi açısından büyük bir dönüm noktası oldu. Irak hükümeti, Helepçe’nin katliam geçmişini kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda saldırının sorumlularını yargılamak için adımlar attı.
 
Tepkiler yetersizdi
 
Ancak, bu gecikmiş adalet Helepçe halkı için yeterli değildi. Çünkü kimyasal silahların üretiminde ve satışında rolü olan birçok Batılı ülke sorumluluktan kaçtı ve katliamın faillerinin tamamı uluslararası mahkemelerde yargılanmadı. Bugün bile birçok Kürt aktivist ve insan hakları örgütü, Helepçe Katliamı’nın uluslararası mahkemeler tarafından resmen soykırım olarak tanınması için mücadele ediyor. Bu gecikmiş adalet, insan hakları ihlallerine karşı küresel tepkilerin ne kadar siyasi dengelere bağlı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Helepçe Katliamı, uluslararası toplumun savaş suçları karşısında geç ve yetersiz tepki vermesinin en acı örneklerinden biri olarak tarih sayfalarında yerini aldı.
 
Saddam Hüseyin ve 'Kimyasal Ali'nin yargılanması
 
Helepçe Katliamı’nın baş sorumlularından biri olan Saddam Hüseyin, 1979’dan 2003 yılına kadar Irak’ı demir yumrukla yöneten Baas rejiminin lideriydi. İktidarı boyunca, sadece Helepçe’de değil, Irak’ın dört bir yanında on binlerce Kürt, Şii, muhalif ve sivilin sistematik işkencelere, infazlara ve zorla kaybedilmelere maruz kaldığı belgelendi. Saddam Hüseyin’in yönetimi, etnik temizlik, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlarla anılmış, Helepçe Katliamı ise bu suçların en korkunç örneklerinden biri oldu. 2003 yılında ABD’nin Irak’a düzenlediği saldırı sonucunda Saddam rejimi devrildi ve Saddam Hüseyin, doğduğu yer olan Tikrit yakınlarında saklanırken yakalandı. 2005 yılında yargılanmaya başlanan Saddam Hüseyin, Helepçe Katliamı dahil birçok insanlık suçu nedeniyle mahkemeye çıkarıldı. 5 Kasım 2006’da, insanlığa karşı işlenen suçlardan idama mahkûm edildi ve 30 Aralık 2006’da asılarak idam edildi. Ancak, Helepçe Katliamı’nın tüm sorumluları cezalandırılmadı.
 
Katliamda rolü olanlar 
 
Saldırının doğrudan faili olan ve bizzat operasyonları yöneten Saddam Hüseyin’in kuzeni Ali Hasan El-Mecid, Helepçe Katliamı’ndaki rolü nedeniyle "Kimyasal Ali" lakabını almıştı. Ali Hasan El-Mecid, Kürt halkına yönelik soykırım politikalarının en büyük uygulayıcılarından biriydi ve El-Enfal Harekâtı’nın baş mimarıydı. Helepçe Katliamı sırasında kimyasal silah kullanım emrini bizzat verdiği ve saldırının öncesinde "bütün köyleri yok edin, tek bir Kürt bile sağ kalmamalı" diyerek tehditler savurduğu biliniyordu. 2010 yılında, insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım suçlamalarıyla yargılanan Ali Hasan El-Mecid, idam edildi. Mahkeme sürecinde suçlarını inkâr etmeyen Kimyasal Ali, mahkemede soğukkanlı ve pişmanlık göstermeyen tavırlarıyla dikkat çekti. Fakat, mahkemede sunulan belgeler ve tanık ifadeleri, Helepçe Katliamı başta olmak üzere on binlerce Kürt sivilin yaşamını yitirmesinden doğrudan sorumlu olduğunu açıkça kanıtladı.
 
Her yıl anma etkinlikleri düzenleniyor 
 
Helepçe Katliamı, Kürt halkı için sadece bir trajedi değil, aynı zamanda bir direniş ve adalet mücadelesinin sembolü hâline geldi. 36 yıl önce kimyasal silahlarla katledilen binlerce insanın acısı hâlâ tazeliğini koruyor. Her yıl 16 Mart’ta, Helepçe’de ve dünyanın dört bir yanında anma etkinlikleri düzenleniyor. Güney Kürdistan’da ve özellikle Silêmanî ile Helepçe’de, yaşamını yitirenlerin anısına dualar okunuyor, anıtlar ziyaret ediliyor ve kayıpların aileleri acılarını paylaşmak için bir araya geliyor. Bu anmalar yalnızca yas tutma törenleri değil, aynı zamanda adalet arayışının ve kimyasal silah kullanımına karşı küresel farkındalığın bir parçası olarak görülüyor. Ancak, tüm bu farkındalığa rağmen, kimyasal silahların kullanımı ve geliştirilmesi dünya genelinde hâlâ ciddi bir tehdit olmaya devam ediyor. Bu nedenle Helepçe’yi unutmamak, benzer katliamların tekrar yaşanmaması için bir insanlık sorumluluğu olarak vurgulanıyor. 
 
Katliam sonrasında Kürtlere ne oldu?
 
Helepçe Katliamı’nın ardından binlerce Kürt, canlarını kurtarmak için İran ve Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladı. Katliamdan sağ kurtulanlar için kimyasal gazların etkisinden kaçmak yeterli değildi; rejim güçleri, sağ kalanları da hedef alarak kaçış yollarını bombaladı. İran sınırına ulaşan binlerce insan, kimyasal silahların etkisiyle sağlık sorunlarıyla mücadele ederken, İran yönetimi bazı mültecilere kapılarını açtı, ancak büyük bir kısmı insanlık dışı şartlarda yaşamak zorunda kaldı. Türkiye’ye sığınmak isteyen Kürtler ise sınırdan geri çevrildi ya da çok zor koşullarda geçici kamplara yerleştirildi. O dönemde uluslararası yardım kuruluşları, mültecilerin durumuna dikkat çekmeye çalışsa da, bölgedeki siyasi dengeler nedeniyle kapsamlı bir destek sağlanmadı. Helepçe’den kaçan Kürtlerin çoğu, yıllarca mülteci kamplarında yaşamak zorunda kaldı ve kimyasal saldırının etkileriyle yeterli sağlık hizmeti olmadan mücadele etmek zorunda kaldı.
 
Günümüzde Helepçe
 
Katliamın üzerinden 37 yıl geçmiş olmasına rağmen, Helepçe’nin yaraları hâlâ tam anlamıyla sarılmış değil. Bölge, zamanla yeniden inşa edilmeye çalışılsa da, saldırının fiziksel ve psikolojik izleri hâlâ halkın üzerinde derin etkiler bırakıyor. 2000’li yıllardan itibaren Helepçe’de katledilenlerin anısını yaşatmak için Helepçe Katliamı Anıtı ve Müzesi açıldı ve her yıl 16 Mart’ta anma törenleri düzenlenmeye başlandı. Ancak, katliamın etkileri yalnızca tarihsel bir olay olarak kalmadı; bugün hâlâ Helepçe’de doğan çocuklarda genetik bozukluklar, kanser ve solunum yetmezliği gibi sağlık sorunları yüksek oranda görülüyor. Saldırıdan sağ kurtulan birçok insan, kimyasal silahların etkileriyle mücadele etmek için tıbbi yardıma ihtiyaç duyuyor, ancak bölgedeki sağlık hizmetleri bu ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalıyor. Helepçe halkı, yıllardır uluslararası toplumdan daha fazla destek ve saldırının soykırım olarak tanınmasını talep etmeye devam ediyor.
 
Uluslararası hukuk ve kimyasal silahların yasaklanması
 
Helepçe Katliamı, kimyasal silahların insanlık üzerindeki yıkıcı etkilerini en net şekilde ortaya koyan olaylardan biri oldu. Bu katliamdan sonra uluslararası kamuoyu, kimyasal silahların yasaklanması yönünde daha güçlü adımlar atmak zorunda kaldı. 1993 yılında imzalanan Kimyasal Silahlar Sözleşmesi (CWC), Helepçe’de yaşananların bir daha tekrarlanmaması için alınan en önemli önlemlerden biri olarak kabul edildi. Ancak, bu anlaşmaya rağmen kimyasal silahların yasadışı kullanımı tamamen sona erdirilemedi ve Helepçe’de olduğu gibi sivilleri hedef alan saldırılar başka ülkelerde de tekrarlandı. Günümüzde bile bazı ülkelerde kimyasal silah üretimi ve kullanımı tehdidi devam ediyor. Helepçe’nin, sadece geçmişin bir katliamı değil, aynı zamanda insanlık için bir uyarı olduğu vurgulansa da, kimyasal silahların üretimi ve kullanımı tamamen ortadan kaldırılmadı ve bu da halkların tehlikede olduğunu gözler önüne seriyor.