‘Türkiye henüz kendi çöpüyle baş edemeyen bir ülke’
- 09:02 12 Temmuz 2020
- Ekoloji
Gülşen Koçuk
HABER MERKEZİ - Karşı karşıya olduğumuz iklim krizi için farkındalık çalışmaları ve mücadele sürerken, Türkiye’de bir tehlike daha var: Plastik atıklar. Çin’deki tahribatlardan sonra plastik atık ithalatının yeni adresi olan Türkiye için Greenpeace Akdeniz ekibi uyarıyor: “Avrupa’dan plastik çöp almada birinci olduk. Türkiye henüz kendi çöpüyle baş edemeyen bir ülke. Atık yönetimi ciddi bir konu, kapsamlı altyapı ve denetim mekanizmaları gerektiriyor.”
Kapitalizm ve yarattığı tüketim toplumunun doğa üzerindeki etkisi, son yıllarda daha çok gündeme geliyor. Hem yerel-bölgesel, hem de küresel olarak verilen ekoloji mücadele, henüz istenilen farkındalığı yaratmamış olsa da ekoloji mücadelesine dahil olanların sayısı her geçen gün artıyor. Bu kapsamda birçok kurum ve kuruluş mücadele veriyor. Bunlardan biri de Greenpeace Akdeniz. Greenpeace Akdeniz ekibi, dünden bugüne doğanın talanı, tahribi, bugünün ve geleceğin sorunlarına dair sorularımızı yanıtladı.
* Doğa alarm veriyor. Bu alarmı ilk ne zaman duyduk? Greenpeace ne zaman, nasıl duydu?
Bugün tüm dünyada barışçıl eylemler ile çevreye karşı işlenen suçlara dikkat çeken, doğa talanlarını gözler önüne serecek araştırmalar yaparak bunları raporlaştıran Greenpeace’in macerası 1971’de küçük bir tekneyle başladı. Bu küçük tekne, Amerika’nın yeraltından nükleer test yaptığı Alaska’nın kuzeyindeki Amchitka adasına yelken açtı. Denizde atılan bu ilk kulaç, Greenpeace’in dünyadaki yolculuğunun başlangıcı oldu. Bugün Asya’dan Avrupa’ya, Amerika’dan Afrika’ya toplam 40 ülkede, 28 ofisle daha yeşil, daha sağlıklı, daha yaşanabilir bir dünya için çabalayan Greenpeace’e dönüştü. Bugün Greenpeace dünyanın dört bir yanında iklim krizine karşı kısıtlı imkanları ile mücadele ediyor. İklim krizi ile mücadele kapsamında Türkiye'de de termik santraller, plastik kirliliği, okyanuslar, tarım&gıda ve hava kirliliği alanlarında mücadelesini sürdürüyor.
* Greenpeace, yerellerde doğanın tahrip edilmesine karşı da faaliyet yürütüyor mu? Örneğin Kaz Dağları’ndaki ağaç katliamı ile birlikte Munzur suyu üzerine kurulacak olan baraj da gündeme gelmişti. Greenpeace, yerel mücadeleye dahil oluyor mu? Nasıl dahil oluyor?
Greenpeace Akdeniz, kampanya ve uzmanlık alanları dahilinde uzun yıllardır yerellerin yürüttüğü kömür mücadelesinin yanında yer alıyor. Bu kapsamda Yırca’da, Çerkezköy’de, Kırklareli’nde, Eskişehir’de, Afşin-Elbistan’da, Zonguldak’ta yapılmak istenen ya da varolan kömürlü termik santrallere karşı yerellerle birlikte mücadele ediyor. Bunun içinde ÇED raporlarına karşı dava açmak, ÇED toplantılarını bizzat takip etmek, santrallerin yol açtığı/açacağı hava, su, toprak kirliliğine karşı bilimsel raporlar hazırlamak, santrallere verilen teşvikleri ortaya çıkararak dava açmak, bölgede çeşitli barışçıl eylemler düzenlemek gibi çeşitli mücadele biçimleri yer alıyor.
* Orman yangınlarına da değinmek isterim. Neredeyse her bölgede karşılaşıyoruz yangınlarla. Yerel halkın bu konuda kimi şüpheleri de oluyor. “İmara açılacağı için bilinçli olarak yangın çıkarıldı” ya da “güvenlik politikaları” gibi. Sizin bu konuda tutumunuz nedir? İktidarın doğaya yaklaşımı konusunda bir fikir verir mi, sizce?
İklim değişikliği ile mücadelede okyanuslarla birlikte ormanlar hem en büyük karbon yutakları olduğu için hem de biyoçeşitliliğin korunması açısından büyük önem taşıyor. Biz de kampanya alanımız dahilinde bulunan kömürlü termik santraller nedeniyle yaşanan her türlü ormansızlaşma konusunda harekete geçiyor, yerellerle birlikte mücadele veriyoruz. Bu konuda daha önce açılmış davalarımız da bulunuyor.
* Bölge kentlerinde de talan örnekleri ile sık sık karşılaşılıyor. Ilısu Barajı ile Hasankeyf'in sular altında bırakılması, Munzur'da yapılmak istenen baraj, orman yangınları gibi. Greenpeace bu konuda "sessiz kaldığı" yönüyle eleştiriliyor. Bu konuda görüşünüz nedir?
Başta da söylediğimiz gibi Greenpeace bugün dünyanın dört bir yanında iklim krizine karşı mücadele ediyor. Tüm dünya Türkiye’de de olduğu gibi çevre suçları gerçekten çok katmanlı… Fakat bu alanların her biri gerçekten uzmanlık gerektiren, derinlemesine üzerine çalışılması ve takip edilmesi gereken konuları kapsıyor. Kısıtlı kaynaklar ile gerçekten uzmanlığımızın olduğu ve Greenpeace’in tüm dünyada öncelediği iklim krizi ile mücadele kapsamında Türkiye'de de termik santraller, plastik kirliliği, okyanuslar, tarım&gıda ve hava kirliliği alanlarında yereller iş birliği içerisinde sürdürüyoruz.
“Türkiye’de plastik atık ithalatı son 15 yılda 173 kat arttı. Avrupa’dan plastik çöp almada birinci olduk. Avrupa Birliği’nden 2019 yılında ithal edilen 14 milyon ton atığın 582,296’sı plastikti. Bu her gün 213 kamyon dolusu plastiğin ülkemize girmesi demek.”
* Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ciddi tahribatlar gerçekleştiriliyor. Bunlardan biri de sizin de üzerinde durduğunuz plastik atıklar meselesi. Türkiye coğrafyası, plastik atıklardan nasıl etkileniyor/etkilenecek? Bu etkileri hissediyor muyuz ya da hissedecek miyiz?
Çin’in plastik atık ithalat yasağının ardından plastik atık ithalatı önce Güneydoğu Asya’ya kaydı ve oradaki etkileri sarsıcı oldu: Kirlenmiş su kaynakları, ekinlerin yok olması, aşırı plastik atığa maruz kalma ve bunları yakmaktan kaynaklı solunum yolu hastalıkları ve akışın en yoğun olduğu bölgelerde organize suç bolluğu. Buralarda yaşayanlar ve gelecek nesiller, tüm insanlığın yarattığı bu kirliliğin ekonomik, sosyal ve çevresel bedelini ödüyor. Atık ithalatının şimdiki adresi ise Türkiye.
Türkiye’de plastik atık ithalatı son 15 yılda 173 kat arttı. Avrupa’dan plastik çöp almada birinci olduk. Avrupa Birliği’nden 2019 yılında ithal edilen 14 milyon ton atığın 582,296’sı plastikti. Bu her gün 213 kamyon dolusu plastiğin ülkemize girmesi demek. Türkiye'nin ithalatı 2016 yılı başında ayda 4 bin ton iken 2018 başında aylık 33 bin tona, 2019’da ise en yüksek seviye olan 48 bin 500 tona çıktı. Bunun ilk beş sorumlusu İngiltere, İtalya, Belçika, Almanya ve Fransa’dan gelen atıklar.
Bu hafta BBC, İngiltere’den geri dönüşüm amaçlı Türkiye’ye gönderilen plastik atıkların bir kısmının Türkiye’nin güneyinde “hiçliğin ortasında bir yerlere” bırakıldığı ve yakıldığını ortaya çıkardı. Türkiye henüz kendi çöpüyle baş edemeyen bir ülke. Atık yönetimi ciddi bir konu, kapsamlı altyapı ve denetim mekanizmaları gerektiriyor. Kontrolsüz, denetimsiz, şeffaf olmayan çöp ithalatı Türkiye'nin kendi geri dönüşüm sisteminde var olan sorunların daha da artmasına neden oluyor. Greenpeace Akdeniz, “Türkiye plastik çöplüğü olmasın” diyerek başlattığı projede plastiklerin çevreye, deniz canlılarına ve en nihayetinde insan sağlığına yönelik tehlikelerine karşı plastik atık ithalatının yasaklanmasını talep ediyor.
* Toplum olarak “plastik atıklar” sorununun farkında mıyız?
Türkiye’de plastik sorununa dair son yıllarda yükselen bir farkındalık var. Bunu sadece Greenpeace Akdeniz’in tek kullanımlık plastiklerin yasaklanmasını talep ettiği imza kampanyasına 400 bini aşkın kişinin imza atmasından bile anlayabiliriz. Plastik atık meselesi için de benzer bir farkındalık olduğunu söyleyebiliriz. Greenpeace Akdeniz’in Türkiye Plastik Çöplüğü Olmasın imza kampanyasına çok kısa bir sürede 80 bini aşkın kişi imza verdi.
“Tüm dünya son yıllarda yaşanan aşırı hava olaylarıyla iklim değişikliğinin kutuplarda buzulların erimesinden ibaret olmadığını, korkutucu bir biçimde gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmeye başladığını gördü. İklim değişikliğinin yansıması Türkiye’de en çok kuraklık ve aşırı sıcaklar olarak görülüyor.”
* Dünyayı, Türkiye’yi gelecekte yeni sorunlar ya da bu sorunların daha büyük halleri bekliyor mu? Gelecekte neleri konuşacağız?
Bugün tüm dünya salgını konuşuruz. Büyük bir sağlık krizi yaşanıyor. Ve insanlık olarak virüse karşı ne kadar çaresiz kalabildiğimizi gördük; hepimiz bir aşıyı bekliyoruz. Fakat kapımızda maalesef aşısı dahi olmayan daha büyük bir kriz var: İklim krizi…
Tüm dünya son yıllarda yaşanan aşırı hava olaylarıyla iklim değişikliğinin kutuplarda buzulların erimesinden ibaret olmadığını, korkutucu bir biçimde gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmeye başladığını gördü. İklim değişikliğinin yansıması Türkiye’de en çok kuraklık ve aşırı sıcaklar olarak görülüyor. Greenpeace, iklim değişikliğine karşı hızla harekete geçilmezse aşırı hava olaylarının gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmesi ile kısa vadede hastalıklar, çevresel yıkımlar ve gıda krizi gibi olumsuz etkiler yaratacağı konusunda uyarıyor. Peki Türkiye dünya nasıl etkilenecek? Bazı projeksiyonlar şöyle;
Dünya Bankası’nın (2009) raporuna göre de Türkiye, 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya bölgesinde aşırı iklim olaylarına en çok maruz kalacak 3. ülke olacak.
2050 yılında Karadeniz’de avlanabilecek balık sayısı 2010 yılına göre yüzde 50 oranına kadar düşüş gösterebilir.
Doğu Karadeniz bölgesinde artacak yağış heyelan riskini arttıracak. Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 20-50 arası azalacak. Kuzey bölgelerde ise sel riski artacak.
Türkiye, bugün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da hakim olan sıcak ve kurak iklim kuşağının etkisine girme riskine sahip. Bu risk gerçeğe dönüşürse zaten çölleşme tehlikesi bulunan özellikle İç Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgeleri gibi yarı kurak ve yarı nemli bölgelerinde tarım yapılamaz hale gelecek.
2012 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın birlikte hazırladığı “Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi Raporu”na göre Akdeniz Bölgesi’nin güney kuşağında yer alan Türkiye, tahmini iklim değişikliği etkilerine karşı oldukça savunmasız durumda. Dünya Bankası (2009) tarafından yayınlanan raporun aktardığı çalışmaya göre Türkiye, 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya bölgesinde aşırı iklim olaylarına en çok maruz kalacak 3. ülke olacak.
Eriyen buzullar nedeniyle deniz seviyesinin yükselmesi ve küresel sıcaklıkların artması ile okyanus ve deniz ısısı da artacak. Sıcak hava dalgaları, kuraklıklar ve seller gibi daha aşırı hava olayları daha sık yaşanacak. Avrupa'da nehir baskınları kıtanın çoğunu içine alan bir alanda artacak; kıyı bölgelerinde de sel, erozyon ve sulak alan kaybı riski önemli ölçüde artacak. Buzullar, mercan kayalıkları, mangrovlar, kuzey kutbu ekosistemleri, Alpler’e has ekosistemler, şimali ormanlar, tropikal ormanlar, bozkır sulak alanları ve yerel otlakları içeren doğal sistemler, ciddi biçimde tehdit altında kalacak. Türlerin yüzde 30’a yakınının neslinin tükenmesi ve biyoçeşitlilik kaybına ilişkin mevcut riskler artacak.
En büyük etkiler Afrika, Asya ve Pasifik'in gelişmekte olan ülkeleri gibi, yükselen su seviyelerine, salgın hastalıklara ve tarımsal üretimin azalmasına karşı kendilerini koruyamayacak durumda olan, nispeten daha yoksul ülkelerde gerçekleşecek.
"Mesela tek kullanımlık plastikleri hayatımızdan çıkarmak bireysel olarak yapabileceğimiz bir şey… Aslında çok kolay ama çok büyük bir adım. Tüm dünyanın geleceği, karbon yutağı okyanuslarımızın plastik çöplüğüne dönüşmemesi için tek kullanımlık plastik tüketimimizi sonlandırmalıyız."
*Çözüm nedir, nerede? Örneğin, birey olarak benim üzerime düşen nedir?
Her ne kadar iklim krizi ile mücadele edebilmek için büyük, tüm sistemi dönüştürecek adımlar atılması gerekse de elbette küçük de olsa bireysel olarak yapabileceğimiz çok fazla şey var. Bunun yolu da yaşam tarzımızı ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmekten ve hiç bıkmadan karar alıcıları harekete çağırmaktan, bu alanda mücadele veren tüm kuruluşlara destek olmaktan geçiyor.
Mesela tek kullanımlık plastikleri hayatımızdan çıkarmak bireysel olarak yapabileceğimiz bir şey… Aslında çok kolay ama çok büyük bir adım. Tüm dünyanın geleceği, karbon yutağı okyanuslarımızın plastik çöplüğüne dönüşmemesi için tek kullanımlık plastik tüketimimizi sonlandırmalıyız.
Sofralarımızdaki tehlikelerin farkında olmalıyız. Mümkün olduğunca yerel ve küçük üreticileri destekleyecek şekilde alışverişlerimizi gerçekleştirmeye özen göstermeliyiz. Eğer varsa şehrimizde semtimizde sebze&meyve alışverişlerimizi üretici pazarlarından gerçekleştirmeliyiz. Bununla birlikte iklim krizi ile mücadelede başta su kaynakları olmak üzere doğal kaynaklar ve sağlığımız için bir tehdit oluşturan endüstriyel hayvancılığa karşı durmalı, insanın temel protein ihtiyacını baklagillerden karşılamasının mümkün olduğunu unutmamalıyız.
İklim değişikliği konusunda “iklim grevi” yapan çocuklarımıza destek verebilir, gelecek endişelerini duyurmalarına yardımcı olabiliriz. Kendi elektriğimizi güneşten üretebilecek şekilde çatılarımızı güneş paneli ile kaplayabiliriz.
Bununla birlikte kömürlü termik santraller, hava kirliliği gibi alanlarda da mücadele verenlerin nasıl yanında yer alabileceğimizi, mücadelelerini nasıl güçlendirebileceğimizi takip edebiliriz. Hepinizin bu mücadele için yapabilecekleri var. İnsanlığı bekleyen iklim krizinden daha büyük bir tehlike yok.