Kürt sorununda çözüm planı ve aşamalar!

  • 09:01 10 Ocak 2025
  • Güncel
 
HABER MERKEZİ- PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 2010 yılında Kürt sorununu için hangi planın çözüm olacağına ve aşamalarına ilişkin ortaya koyduğu öneri bugün de güncelliğini koruyor. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Uluslararası Komplo ile kaçırılarak Türkiye getirilmesi ve İmralı Adası’nda tutulması ile başlayan ağırlaştırılmış tecrit koşulları sürüyor. Yıllar sonra Abdullah Öcalan ile görüşmek için İmralı Adası’na giden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in dönüşlerinden bu yana da Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin tartışmalar yürütülüyor. Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununu tespit ve çözümüne ilişkin önerileri de görüşme ardından daha yoğun bir şekilde gündeme geldi.
 
Kürt sorununun çözümü ve çatışmayı durdurma gücü olduğunu her defasında ifade eden Abdullah Öcalan, geçmişte de birçok kez öneriler sundu, yapılması gerekenleri projelendirdi. Ancak Türkiye’de geçmiş iktidarlar ve son 22 yıl içerisinde de AKP iktidarı bunu görmezden geldi. İktidar savaş ve çatışma ile sorunu “bitireceğini” her defasında dile getirdi. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin en önemli öneri ve çerçeve sunduğu taslağı ise  “Yol Haritası” kitabında ele aldığı temel başlıklar. Abdullah Öcalan’ın sunduğu çözüm önerisi bu günkü tartışmaların doğru bir temelde nasıl yürütülmesi gerektiğini de ortaya koyuyor. Kürt sorununun geleneksel yöntemlerle ele alınmasının ve demokratik olmayan yöntemlerle çözülmeye çalışılmasının doğru bir sonuç ortaya çıkarmayacağına dikkat çekiyor Abdullah Öcalan ve belli aşamaları ve yapılması gerekenleri ortaya koyuyor. 
 
Düşünce ve pratik adım içiçeliği 
 
Değerlendirmelerinde toplumsal sorunlarda önerilen her çözüm modeli pratik değer ifade etmedikçe zihin jimnastiği olmaktan öteye gitmeyeceğini belirten Abdullah Öcalan,  çözümleme ve pratik adımların birlikte atılmasının önemine işaret ediyor. Abdullah Öcalan, bunu da şu sözlerle açıklıyor: “Şüphesiz pratik adımlar da düşünceyle ilgilidir, yürüyen düşüncedir. Yine de başarılı çözümlemelerin değeri ancak pratikle yanıt bulabilir. Kendi adıma Kürt sorununun çözümü konusunda oldukça amatörce de olsa pratik adımlar atmayı tek taraflı eylem hareketlerinden daha çok önemsedim. Anlamlı diyaloglara her zaman öncelik verilmesi gerektiğine inandım. Ama diyalog adına kendini kandırmanın da felaket getirdiğini bilirim. Tarafların müzakere pozisyonunu hiç küçümsememek gerekir. En küçük bir müzakere zemini, en gelişkin ve başarılı geçen güç eylemlerinden daha değerlidir.”
 
İnkar ve imhaya karşı tek alternatif
 
Kürtler konusunda 1970’lerde PKK’nin doğuş sürecinde çok katı bir inkâr politikasının yürürlükte olduğunu belirten Abdullah Öcalan, “Bu politikaya sözlü olarak karşı çıkmak bile en ağır cezalarla karşılık buluyordu. Daha o dönemde sol gruplarla ortak demokratik çözümlere öncelik tanındı. ADYÖD (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği -1975) Başkanlığı’na seçilmem bu amaçlaydı. Yürümediğinde PKK çıkışına yönelim kaçınılmazdı. 15 Ağustos Hamlesi’ne yönelim yine inkâr ve imha politikasına karşı tek alternatifti. İstediğim gibi olmasa da, tüm gücümle yüklenmekten çekinmedim” diyor. 
 
Müzakere ve diyalogu kendi sonları gören yapılar
 
1990’lı yıllarda Kürt sorunun çözümü için ortaya çıkan fırsata ilişkin değerlendirme yapan Abdullah Öcalan, “Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın 1990’ların başında sunduğu diyalog ortamı geliştirilseydi, belki de Kürt sorunu bugün çok farklı konumlarda olurdu. Devlet kendi başkanına diyalog ve müzakere için fırsat tanımadı. Geleneksel inkârcı ve imhacı pratik tüm gücüyle devredeydi. Cumhuriyet tarihinin en karanlık döneminden geçiliyordu. 1997-1998’de siyasi ve askeri cepheden yaklaşılan diyalog denemesi de aynı akıbete uğradı. İç ve dış engelleyiciler, özcesi tüm siyasi ve askeri yapı üzerinde etkili olan Gladio, en basit diyalog ve müzakere pozisyonuna bile olanak tanımıyordu. İmralı sorgulama sürecimi bir diyalog ve müzakere zemini olarak değerlendirme konusundaki tüm çabalarıma rağmen birileri hep bozdu. Tüm önerilerim cevapsız kaldı. Açık ki sonuna kadar hareketin tasfiyesi planlanıyordu. Müzakere ve diyalogu sonları gibi gören yapılar vardı. Bunlar müthiş palazlanmışlar, devlet içinde devlet olmuşlardı. Bulaşıcı iktidar hastalığını yaşayan kesimlerin en tehlikelisi ve en acımasız olanlarıydı. Tüm uyarılarıma rağmen, yine binlerce ölüm ve hesapsız maddi kayıp gerçekleşti. Şahsen 1990’lardan beri savaşı sınırlı  tutmayı tercih ediyordum. Fakat bu sonuç vermeyince, arzulanmadığım halde, Kürdistan ve Kürtler boyutunda ‘varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama’ amaçlı topyekûn direnişin kaçınılmaz olduğu bir sürece hızla yaklaşıldığını son uyarı olarak belirtmek, açıklamak zorunda kaldım. Olası diyalog ve müzakere zemini bu yönlü olasılıkların gerçekleşebilirliği nedeniyle dile getirildi” değerlendirmesi yapıyor. 
 
Tarafların birbirini gerçekçi tanıması
 
“Savaşın tarafları arasında planlar yok değildir” diyen Abdullah Öcalan, “ Eylem planları, üzerinde en çok durulan ve yapılan çalışmalardır. Kendi deneyimlerimden bu çalışmaların varlığını çok iyi bilmekteyim. Tek taraflı eylem planları iştiyakla yapılır. Zor olanı, tarafları buluşturacak eylem planları geliştirmektir. Karşılıklı empati olmadan bu tür planlar geliştirilemez. Tek taraflı olarak geliştirilen ve halen uygulanan eylem planları hakkında kısa bir değerlendirmeyle birlikte, iki tarafın uzlaşmasına yol açacak olası bir eylem planına ilişkin görüşlerimi sunmaya çalışacağım. Kendimi planın uygulanmasından sorumlu bir taraf olarak görmediğimi baçtan belirtmeliyim. Çünkü içinde bulunduğum hükümlülük statüsü ve uygulanma koşulları taraf olmamı mümkün kılmaya elvermez. Sunduğum görüşler daha çok tarafların birbirini gerçekçi tanımlamalarını sağlamayı ve olası ortak bir eylem planına ilişkin olmazlarla olabilirler konusunda aydınlatıcı olmayı hedefliyor” diyor. 
 
Hangi yöntem sonuç alır?
 
Abdullah Öcalan, çözüme için atılacak adımların nasıl olması gerektiğini, hangi yöntemin çözüm olacağına ilişkin de şunları belirtiyor: 
 
Geleneksel inkarcı ve imhacı çözüm planı 
 
“Bu çözüm doğrultusunda eskisi kadar yoğun olmasa da, halen geliştirilen ve uygulanan planlar söz konusudur. Sınıfsal temeli devlet rantına dayalı olarak oluşan orta sınıf burjuvazisi ve bürokrasisi olan bu kesimler, içte ve dışta oldukça teşhir ve tecrit olmalarına karşılık, imha planlarını tüm sinsi ve kaba yöntemlerle uygulamaktan çekinmemektedir. Geleneksel Kürt işbirlikçi kesimler dışındaki tüm Kürtler, bu planın uygulamasına tarihlerinin en kapsamlı direnişleriyle karşılık vermektedirler. Direnişin önderliği konumunda olan PKK, bu planlar uygulanmaya devam ettikçe, bundan sonra da kendi eylem planlarını  kapsamlıca uygulayabilecek kapasite ve güce sahiptir. Pasif savunma planlarından aktif savunma ve topyekûn direniş planlarına geçiş yapabilecek konumdadır. Önümüzdeki dönemde demokratik çözümde yaşanacak ciddi tıkanıklıklar karşısında  topyekûn savunma planına geçmesi beklenebilir.
 
Federalist, milliyetçi çözüm planı 
 
Bu planlar da çeçitli boyutlarda ve alanlarda uygulanma durumundadır. Irak Kürdistan’ı Federe Yönetimi’nce hayata geçirilen bu planların arkasında, bölgenin geleneksel sömürgeci ulus-devletleriyle küresel hegemonik güçler durmaktadır. Hepsinin amaçları değişik de olsa, genel bir mutabakat söz konusudur. Kürtlerdeki devrimci demokratik potansiyeli çarpıtmak amacıyla bu plana destek vermektedirler. ABD, Kürt Federe Yönetimi’ni en açık destekleyen hegemonik güç konumundadır. Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi kontrol etmede Federe Yönetim stratejik rol oynamaktadır. Türkiye, İran ve Suriye yönetimleri, kendi Kürtlerinin direncini kırma ve Kürdistanlarını yok sayma pahasına, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Kuzey Irak’a sıkıştırılmış ‘Küçük Kürdistan’ planını çeşitli yöntemlerle desteklemektedirler. Kürtler kendilerine biçilmiş bu rolü açmak istediklerinde, bu güçler hep birlikte karşı çıkmaktadırlar.
 
Böl-yönet politikacılığı ve plancılığı en çok ‘Küçük Kürdistan’ projesiyle yürütülmektedir. Özellikle devrimci, radikal demokratlar ve sosyalistler bu yolla etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Planın temel hedeflerinden biri de PKK’nin izolasyonudur. ‘Küçük Kürdistan’ karşılığında PKK’nin izolasyonu ve tasfiyesine ilişkin çok kapsamlı bir Gladio çalışması vardır. Ayrıca bu plan uluslararası diplomasi alanında da geniş bir destek bulmaktadır. Kürt Federe Yönetimi’ni de aralarına katan ABD-Türkiye-Irak yönetimi, bu plan çerçevesinde şimdilik PKK’yi silahlı mücadeleden vazgeçirmeye çabalamaktadır. Fakat bu plan tarafların farklı çıkarları nedeniyle yeterince işlememekte, uygulaması sınırlı kalmaktadır. Kürt toplumunun geniş kesimleri tarafından desteklenmediğinden fazla umut vermemektedir. Dar bir elit kesimin çıkarlarına hizmet ettiğinden, her geçen gün daha çok deşifre olmakta ve tecritle karşılaşmaktadır.
 
PKK’nin bu plana karşı verdiği yanıt, ‘teslim olmama ve direnişe devam’ biçiminde olmuştur. Uzun süreden beri saflarında yer alan birçok kararsız, ahlâki ve ideolojik zayıflık içindeki kişiliğin kaçıp sığındığı bu plan sahipleri, yeni bir işbirlikçi hareket geliştirmek istemelerine rağmen, hemen deşifre olmaktan kurtulamamışlardır. Kürt milliyetçiliği geleneksel zayıflığı nedeniyle tutarlı bir ulus-devletçi plan da geliştiremediğinden, yozlaşıp tasfiye olmak adeta kaderleri haline gelmiçtir. Bu kesimler tüm umutlarını PKK direnişinin kırılmasına bağlamışlardır. Türkiye hükümetleri de umutlarını uzun süre aynı yönde kullanmışlardır. ‘Küçük Kürdistan’a dayalı Kürt milliyetçiliğinden medet ummuşlardır. Rumlara ve Ermenilere uygulanan planların bir benzerini ‘Küçük Kürdistan’ temelinde Kürtlere uygulamak istemişlerdir. Fakat koşulların farklılığı ve PKK’nin konumu bu planın ters tepmesine yol açmakta, güçlenen PKK çizgisi olmaktadır.
 
Demokratik çözüm planı
 
İlk iki maddedeki planların fazla umut vermemesi ve her bakımdan çok pahalıya patlaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratikleşme projelerine yöneltmiştir. Çağdaş gelişmelerin de bu yönde olması, ABD ve AB’nin (uyum yönünde) teşvikleri, medya, sivil toplum ve kamuoyunun büyük bölümü ile Kürtlerin tamamının bu yönde eğilim göstermesi, ilk defa demokratik çözüm planlarının uygulanabilirlik şansını arttırmaktadır. Oldukça azınlığa düşmüş ulusalcı-milliyetçi faşist cephenin tüm karşı direnmesine rağmen, devletin temel kurumlarının da demokratik çözüm projelerine karşı çıkmamaları ve hatta altyapısının hazırlanmasında önemli rol oynamaları, çözüm planlarının gerçekleşme şansını arttırmaktadır. Bu tarihi yeni durum karşısında taraflar arasında uygulanabilecek eylem planı birkaç açamadan geçişi gerektirmektedir."
 
3 aşama
 
Abdullah Öcalan, eğer demokratik çözüm planının ana hatları üzerinde devletin temel kurumlarıyla hükümetin mutabakatı oluşursa ve Kürt tarafıyla birlikte demokratik güçlerin de desteğini alırsa, muhtemel uygulamalara ilişkin 3 aşamaya vurgu yaptı.
 
Birinci aşamada kalıcı çatışmasızlığın sağlanmasına işaret eden Abdullah Öcalan, "Bu aşamada tarafların provokasyonlara gelmemeye, güçleri üzerindeki kontrolü sıklaştırmaya ve kamuoyunu hazırlamaya devam etmeleri gerekir" diyor. 
 
İkinci aşamaya ilişkin de Abdullah Öcalan, "Hükümetin inisiyatifiyle TBMM’nin onayından geçmiş ve hazırlayaacğı önerilerle hukuki engellerin kaldırılmasına yardımcı olacak bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun teşkil edilmesi. Komisyonun teşkilinde tüm taraflar arasında azami muvafakat aranacaktır. Bu komisyonda yapılacak itiraflar ve savunmalara bağlı olarak bir af müessesesi önerilerek TBMM’ne sunulacaktır. Yasal engellerin bu biçimde kaldırılması halinde, PKK yasadışı konumdaki varlığının ABD, AB, BM, Irak Kürt Federe Yönetimi ve Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin içinde bulunacağı bir kurulun denetiminde Türkiye sınırlarının dışına çıkabilecektir. Daha sonra bu güçlerini kontrollü olarak değişik alan ve ülkelerde üslendirebilecektir. Bu aşamada önemli olan kritik nokta, PKK siyasi tutuklu ve hükümlülerinin bırakılmasıyla PKK silahlı güçlerinin sınır dışına çekilmesinin birlikte planlanmasıdır. 'Biri diğersiz olmaz' ilkesi geçerlidir" değerlendirmesi yapıyor. 
 
Üçüncü aşamaya ilişkin de "Demokratikleşmenin anayasal ve yasal adımları atıldıkça tekrar silahlara başvurmanın zemini kalmayacaktır" diyen Abdulah Öcalan, devamla şunları dile getiriyor: "Başta PKK’de görev almış olanlar olmak üzere, uzun yıllardan beri sürgün yaşayan, vatandaşlıktan çıkarılmış ve mülteci konumuna düşmüş olanların peyderpey yurda dönmesi başlayacaktır. KCK faaliyetlerinin yasallık kazanmasıyla PKK’nin Türkiye sınırları dahilinde faaliyet göstermesine gerek kalmayacaktır. Her bakımdan legal demokratik siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel faaliyetler esas alınacaktır.”