Kürt-Türk ilişkileri sorun ve çözüm!
- 09:01 7 Ocak 2025
- Güncel
HABER MERKEZİ - Kürt sorunu, Kürt-Türk ilişkilerinin yoğun olarak tartışıldığı bu günlerde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın konuya ilişkin değerlendirme çözüm yaklaşımını güncel tartışmaların yönünü belirleyecek nitelikte.
İmralı Adası’nda ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, yıllar sonra adaya giden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile görüşme gerçekleştirdi. Kürt sorunun çözümü için gereken adımları atmakta ve çözüm gücünün olduğunu geçmişte olduğu gibi bir kez daha altını çizen Abdullah Öcalan’ın kamuoyuna yansıyan açıklamaları sonrasında tartışmalar yoğunlaşmaya başladı. Herkesim Abdullah Öcalan’ı ve paradigmasını tartışmaya başladı. Tartışmaların odağında ise Kürt-Türk ilişkileri, Kürt-Türk kardeşliği yer alıyor.
Yapılan tartışmalar Abdullah Öcalan’ın Kürt-Türk ilişkilerine, sorunun kaynağına ve nasıl çözüleceğine ilişkin perspektiflerinin güncel olarak önemini ortaya koyuyor.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’nda daha önce konuya ilişkin değerlendirmelerini yapılan tartışmalara ışık tutması açısından yeniden gündeme getiriyoruz.
Yalan ve inkar siyaseti
İmralı’da değerlendirmelerinde Kürt-Türk ilişkilerini çözümlemenin sosyolojinin en zor konularından olduğunu belirten Abdullah Öcalan, “Kürt sorununun çözümlenmesindeki güçlük, bu ilişkinin mahiyetinin hiç bilinmemesi ve bilinmek istenmemesi kadar yanlış ve keyfe göre tanımlanmasından, hiçbir bilimsel temeli olmayan beylik laflarla kestirilip atılmak istenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle sosyal bilimin tüm gücünü kullanarak ilişkiyi doğru belirlemeye ve bu temelde çözüme gitmeye büyük önem vermekteyim. 15 Şubat 1925 soykırım komplosundan sonra, stratejik olduğu kadar aynı ümmetten olmaya dayalı dokuz yüz yıllık tarihsel toplumsal ilişkiler bir günde yok sayıldı. Tanrının ‘Ol!’ emriyle bile olmayacak şeylerin gerçekleşeceği, yani ‘Yok ol!’ deyince Kürtlerin yok olacağı sanıldı. Avrupa faşizminin ideolojik temeli olan pozitivizmden kaynaklı bu en kaba metafizik materyalizm, iktidar hâkimiyeti altında haklarında ‘imha ve inkâr’ fermanı çıkarılınca, Kürtlerin kısa sürede yok olacağı inancına dayanır. Söz konusu olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Ermeni tasfiyesinde başarıyla uyguladığı düşünülen yöntemleri ve yaklaşımlarının Kürtler için de aynı sonucu vereceğine inanan aynı oluşumun kadro artıklarıdır. Bunlar kendi halkını ve ulusunu bu yalan ve inkâr siyasetine inandırdıkları gibi, dünyaya karşı da sanki Kürt diye bir olgu yokmuş gibi davranmaktan geri durmadılar” dedi.
Tarihi bilmeye çalışmak
“Aynı gerçeklik tarih bilimi için de geçerlidir. Denilebilir ki, çok az tarih ilişkisi, Anadolu ve Mezopotamya’da inşa edilen uygarlıklar ve devletlerin tarihindeki kadar kendi aralarında çok önemli bir diyalektiksel bütünlüğü ifade edecek güce sahiptir” diyen Abdullah Öcalan, devamla şunları dile getirdi: “İnsanlık tarihinin gelişmesinde Mezopotamya Anadolu hattı belkemiği niteliğindedir. Tarihin ilk uygarlıklarını ve devletlerini kuran Mısır ve Sümer toplumundan günümüz toplum gerçekliğine kadar bu hat bu diyalektik bütünlük ve belkemiğini teşkil etme rolünü oynamaya devam etmektedir. Buna rağmen ulus-devlet modernizmi bu tarih üzerine kırmızı bir inkâr çizgisi çekerek tarihi sıfırdan yani kendisinden başlatmayı bilim sayar. Halkların kültürel gerçeğini inkâr etmeyi ulusçuluk sayan bu kültürel soykırım barbarlığını kesinkes bir tarafa bırakarak tarihi bilmeye çalışmak gerekir” dedi.
Ana nehir halinde bütünselilkle akan toplumsal kültür
Hem sınıflı, kentli ve devletli uygarlık kültürü, hem de bu üçlüye karşı varlığını koruyan toplum kültürleri bir bütündür. Bütünlük hem birbirlerine karşıtlık temelinde hem de kendi içlerinde geçerlidir. Bu gerçeğe tarih boyunca en çok Anadolu ve Mezopotamya kültürleri arasında rastlamaktayız. Uygarlığın üst tabakaları için geçerli olan iktidar ve devlet olguları, bu iki coğrafya içinde hep iç içe olup bir bütünlük teşkil etmiştir. Bütünlük her alanda geçerlidir. Özellikle ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda kendini hep belli eder. Sümer, Akad, Babil, Asur, Hitit, Mitanni, Urartu, Med, Pers, Helen, Roma, Bizans ve Osmanlılardan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar ana nehir halinde bütünsellik arz eden bir toplumsal kültür yaşanır. İster egemenler ister boyun eğdirilmişler açısından olsun bütünlük esastır. Bütünlükle birlikte kavranması gereken diğer husus yerel farklılıktır. Bütünlüğün olabilmesi için farklılık gerekir. Farklılığa dayanmayana bütünlük denmez; zoraki veya günümüz deyişiyle faşist tek tip yaşam denir.
Kürt-Türk ilişkilerini tarihsel bütünlük içinde bakmak gerek
Tarih boyunca Kürt-Türk ilişkilerine bu tarihsel bütünlük içinde bakmak gerekir. (…) Deniliyor ki, tarihte belirgin bir Kürt egemenliği ve devlet sistemi oluşmamıştır. Bu zihniyete karşı bütünsellik ve farklılık kavramını tanımlamaya çalıştım. Sümerlerden günümüze kadar Anadolu’da ve Mezopotamya’da oluşan tüm uygarlıklarda, bu uygarlıklara yol açan iktidar ve devletlerde hükümranlık ortaktır. Bütünlük arz eder. Egemenliği ve devleti ulus devlet gibi düşünürsek büyük hatalara düşeriz. Ulus-devlet kapitalizmin son iki yüzyılını aşmayan iktidar formudur. Binlerce yıllık iktidar formunda ulus devlet geçersizdir. Yaygın egemenlik formu kent devleti ve evrensel imparatorluktur. Bunlarda da kültürler ortaklaşa temsil edilirler.
Anadolu ve Mezopotamya bütünlüğü bilinçli olarak parçalandı
Anadolu’daki ilk devlet olan Hitit devleti Mezopotamya’sız düşünülemez. Kaldı ki, tarih Hitit prensleri ve prensesleri ile krallarının Hurri kökenli yani Proto-Kürt olduğunu kanıtlamış bulunmaktadır. Yine komşusu ve akrabası olan Mitanniler Kuzey Mezopotamya merkezli ilk devlet olarak Hititlerle iç içedir. Birinin sınırının nerede başladığı, diğerininkinin nerede bittiği belli değildir. Asur ve Urartularda da aynı gerçeklik söz konusudur. Med-Persler zaten iç içe gelişip yaygınlaşmışlardır. Helen, Roma, Bizans ve Osmanlı’da da Kürt gerçeği bağlamında aynı gerçeğin yaşandığını iyi bilmekteyiz. Sadece iktidar ve devlet kültüründe değil, tüm toplumsal kültür alanlarında benzer ortaklıklar yaşanır. İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik aynı kökenli dinlerdir. Kültürel ortaklığın en belirgin örneğini teşkil ederler. Batı kapitalist modernitesi Orta Doğu kültürlerinde ulus-devlet formunu bilinçli olarak egemen kıldı. Eskiden hep tek evrensel imparatorluk formuyla temsil edilen iktidar ve devlet olgusu yerine, halkların onlarca parçaya bölünüp birbirlerine karşıtlaştırılması üzerinde inşa edilen zayıf ulus-devletler temelinde Orta Doğu’nun kültürel parçalanması ve yeni-sömürge haline getirilmesi sağlanmıştır. Böylelikle bölge kapitalist sistemin hegemonyası altına alınmıştır. Bir alt hegemonik güç olarak inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti bile, dayandığı temel olan Misak-ı Milli’nin en önemli parçalarından biri olan Musul-Kerkük yani Irak Kürdistan’ı kopartılarak, topal ördek misali daha doğuşunda topal yaşamaya mahkûm edilmiştir. Geleneksel Anadolu ve Mezopotamya bütünlüğü bilinçli olarak, hem de birbirlerini inkâr ve karşıtlık temelinde parçalanmıştır. Bütünlük faşist tek tip yaşama kurban edilirken, bütün farklı kültürler de inkâr ve imhaya yatırılarak yokluğa terk edilmişlerdir.
Suçlu olanlar inkar ve imhaya yönelenlerdir
Kürt üst tabakası yani iktidar ve devlet meselesiyle ilgilenen kesimler, Sultan Alparslan’dan M. Kemal’e kadar ortak iktidar ve devlet kültürüyle hareket etmişler, bu tutumu halka da benimsetmişlerdir. Kendi kültürel farklılıkları için bir güvence ve statü geliştirmiş olamamaları sınıfsal yapılarıyla bağlantılı olsa da, halkın kendisi de hem stratejik hem de tarihsel-toplumsal açıdan ortak bir devlet kültürünü çıkarlarına daha uygun bulmuştur. Uygun bulduğu için de suçlanamaz. Suçlanması gerekenler halkların bu tarihsel beraberliğini hukuki statüye bağlamak ve demokratik yönetime kavuşturmak yerine, inkâra ve imhaya yeltenenlerdir.
Böl-yönet politikası
Sonradan yanlışlığını kabul edip özeleştirisel temelde aşsa da, PKK’nin doğuşunda bu imha ve inkâr kültürüne karşı reel sosyalist bir ulus-devletçi zihniyetle çıkış yapması anlaşılır bir husustur. Sosyalist bakışla da olsa, ayırıcı ve bölücü ulus-devletçiliğe karşı ayrı bir ulus-devletçilikle karşılık vermek kapitalizmin oyununa düşmek olur. Dünya halkları bu temelde ‘böl-yönet’ politikasının tuzağına düşürülmüşlerdir. Sosyalistler hiçbir koşul altında ulus devletçiliği savunamazlar. Kapitalizme karşı olmanın en başta gelen ilkesi, ister ezen ister ezilen uluslar veya halklar adına olsun, ulus-devlet formunu kabul etmemektir. Genelde olduğu gibi Kürt-Türk ilişkilerinde de tarih boyunca ortak kültürel temellerde yaşanan bütünselliği her koşul altında savunmak, sosyalist olmanın diğer bir ilkesidir.
İlk Anayasa
En son Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda, Misak-ı Milli ilanında, Amasya Tamimi’nde ve TBMM’de ortak bir strateji etrafında hareket etme dışındaki her tavrın iki halkın da mahvına yol açacağı, başta M. Kemal olmak üzere sürecin tüm önemli simaları tarafından dile getirilmiş ve belgelenmiştir. Ortak bir statü hem de çağdaşlık adına birlikte ve gönüllü olarak kabul edilmiştir. Sonraki komplocu ve darbeci yaklaşımlar, Cumhuriyet’in asli unsurları olarak Türkler ve Kürtlerin gönüllü ortak statü gerçeğini ortadan kaldıramaz. Cumhuriyet tarihi boyunca aynı komplocu ve inkârcı zihniyet tarafından dayatılan asimilasyonist, kültürel soykırımcı yöntemler de gönüllü olduğu kadar belirleyici tarihî değeri olan ve ilk Anayasa’da (1921) da belirlenen statüyü geçersiz kılamaz.
Gelenek varlığını sürdürüyor
Bu gerçeklik Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki Kürt toplumsal yaşamı için de geçerlidir. Kürtler hiçbir devlet tarafından fethedilmemişlerdir. Kendilerine yönelik hiçbir fetih, işgal ve ilhak statüsü yoktur. Siyasal ve hukuki açıdan statüleri içinde yaşadıkları devletlerle gönüllü ortaklık temelinde oluşmuştur. Modernitenin ulus-devletçiliği tarafından kendilerine pahalıya mal edilse de, hem tarihsel zihniyetleri hem de toplumsal kültürleri açısından bu yönlü bir geleneği yaşamayı esas almışlardır. Bu gelenek halen varlığını sürdürmektedir. İlgili ulus-devletlerin bu gerçeği çok doğru kavrayıp, dayattıkları inkâr ve imha siyasetini terk ederek, tarih ve toplumla barışarak hakikate değer vermeleri gerekir. Aksi halde çoktan anlaşıldığı gibi sadece topal yürümekle kalmayacaklar, her faşist ulus-devletin başına geldiği, yaşadığı gibi kendi felaketlerini de bu imha ve inkâr siyaseti ve uygulamalarında yaşayacaklardır.
Toplumun demokratik olması
KCK, bu tarihsel ve toplumsal gerçeklerin bilince çıkarılması ve ulus devletçiliğin kapitalizmin bir tuzağı olduğunun anlaşılması sonucunda, PKK tarafından halkın kendi demokratik yönetim sistemi olarak ilan edilmiştir. KCK ulus-devletçiliğe karşılık Kürt ulus-devletçiliği değildir. İlkesel olarak bunu reddeder. İster bir ulus-devlet çatısı altında (eğer demokrasiye bağlılığını kabul ediyorsa) ister kendi başına bağımsız olsun, Kürt halkının kabul edeceği siyasi otorite kendi demokratik özerk yönetimidir. KCK bu modelin Kürtlerin payına düşenidir. Türkçe karşılığı özce toplumun demokratik olması anlamına gelir. Sistem olarak bütün halkların ulusal şovenizme, sınır kavgalarına, bürokrasiye, milliyetçiliğe ve ulus-devletçiliğe düşmeden, ortaklaşa ve gönüllü siyasi otoritelerini inşa etmeleri demektir. Ulus-devletlerin çatısı altında yaşamayı ancak demokratik özerk yönetimlerinin tanınması şartıyla kabul ederler.
Toplumun demokratik özerk yönetiminin tanınması
Bu yaşam tarzı devletlerin federal veya konfederal temelde düzenlenmesi anlamına da gelmemektedir. Devletlerle bu temelde anayasal uzlaşmaya gidilmemektedir. Toplumun demokratik özerk yönetiminin tanınması temelinde ‘demokratik anayasal uzlaşma’ya gidilmektedir. İkisi arasında köklü farklar vardır.
Eşit ve özgür yaşam
KCK Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus-devletleri içinde, ayrıca Irak Kürt Federe Devleti karşısında da demokratik özerk bir oluşum olarak en ideal ortak, eşit ve özgür yaşam projesidir. Tarihsel-toplumsal gerçekliğin de kanıtladığı gibi, tüm bu devletlerle var olan sorunların ancak demokratik özerklik temelinde, barış içinde ve demokratik siyasal yöntemlerle çözülebileceğine inanmaktadır. Bunun bilinci, kararlılığı ve hazırlıkları içindedir. Eğer ulus devletler bu gerçekleri ve demokratik anayasal çözümleri kabul etmezlerse, kendini demokratik özerk bir siyasi otorite olarak yaşatabilecek ve savunabilecek güç ve kararlılıktadır.”