‘Nükleer santral çevresinde meme kanseri oranı artıyor’

  • 09:08 11 Mayıs 2020
  • Sağlık/Spor
 
 
Şehriban Aslan
 
DİYARBAKIR - Nükleer santrallerin doğa ve insan sağlığında yarattığı tahribata dikkat çeken Çevre Mühendisleri Odası Diyarbakır İl Temsilcisi Ebru Okuduci, özellikle 50 yaş altı kadınlarda meme kanserini artırdığını aktardı.
 
Nükleer enerjinin; finansman, yatırım, işletim, söküm maliyetleri açısından en pahalı yakıt, teknoloji olarak dışa bağımlı oluşu, hala çözülemeyen radyoaktif atık sorunu, ekolojik dengeyi bozması nedeniyle ve üretim güvenilirliği, kaza ve risk açısından da en tehlikeli enerji üretim teknolojisi olduğu bilimsel olarak kabul edilmiştir. Santrallerden çıkan nükleer atıkların yaydığı yüksek dozdaki radyoaktif ışınlar, insan ve doğa yaşamı için büyük tehlike taşıyor.Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre nükleer santrallerin çevresinde yaşayanlarda lösemi hızı 2.2 kat fazla.
 
Çevre Mühendisleri Odası Diyarbakır İl Temsilcisi Ebru Okuduci, Türkiye’de de yapımı devam eden santrallerin yol açtığı felaketlere değindi. Sorunlardan birinin 25 ile 50 yılla sınırlı olan bu tesislerin oluşturacağı radyoaktif atıklarla dolu kirlilik kaynağı olduğu belirten Ebru, “Yine Nükleer Santralde kullanılan soğutma sularına bakıldığında suda yaşayan canlılar açısından zararlı olacağı bilinmektedir” dedi.
 
‘Hammaddenin çıkarışıyla sorun başlıyor’
 
Santrallerin çalışma esnasında nükleer atık oluşturduğunu kaydeden Ebru, bir nükleer atığın doğada yok olma süresinin on binlerce yıl sürdüğünü ve insan sağlığına uzun vadede ciddi zarar verdiğini söyledi. Ebru, “Nükleer santralin üretim aşamasından önce hammaddenin yer altından çıkarışıyla atık sorunu başlamaktadır. İklim değişikliği ile ilgili sorun yaratmadığı düşünülen santrallerin madencilik faaliyeti, ham madde ve atık taşıma süreci, inşaat malzemelerinin üretimi emisyona neden olan faaliyetlerin yoğun olduğu bilinmektedir. Santrallerde oluşan radyoaktif atıkların en gelişmiş ülkelerde bile bertarafı sağlanamamıştır. Nükleer santrallerden çıkacak radyoaktif atıkların çevreye teması rüzgâr ve yağmurun yardımıyla atmosfere, toprağa sulara karışarak olmaktadır” diye belirtti. 
 
‘4 nükleer santral kazası gerçekleşti’
 
Bir nükleer reaktörde 400 ile 600 arası kimyasal üretildiğine değinen Ebru, bunların katı olanların geri dönüşüme tabi tutulduğunu ancak gazlar ve sıvıların atmosfere ve doğaya karıştığını söyledi. İnsan sağlığının da bu çevresel etmenler nedeniyle zarar göreceğini ifade eden Ebru, risk faktörleriyle ilgili ise şöyle devam etti: “Nükleer enerji, riski ortaya kolay kolay çıkmayan ancak çıktığında da ciddi hasarlar verebilecek bir enerjidir. Güvenlik önlemlerin yetersizliği, atıkların depolanmasındaki sorunlar nükleer santrallerin en önemli sorunlarıdır. Bu nedenlerle bugüne kadar çevreye zarar verebilecek ölçüde büyük 4 tane nükleer santral kazası gerçekleştiği bilinmektedir. Bunlardan ilk ikisinin alınan önlemlerle çevrelerine herhangi bir zarar vermediği söylenirken, üçüncü olarak gerçekleşen Çernobil faciasının doğaya ve insanlara çok ağır zararlar verdiği bilinmektedir. Dördüncü fukuşima faciasının ise Çernobil faciasını tehlike seviyesi olarak geçtiği belirtilmiştir. Santralde bekletilen suların da sıvı atık oluşturduğu görülmektedir. Nükleer santralde elde edilen enerjinin hammaddesi olarak kullanılan uranyum büyük miktarda radyoaktif kirliliğe sebep olmaktadır. Düzgün çalışmayan bir nükleer santral, 1986 yılında gerçekleşen Çernobil faciası gibi bir felakete sebep olabilmektedir.” 
 
‘50 yaş altı kadınlarda meme kanseri arttı’
 
Nükleer santralin yol açtığı hastalıklara da değinen Ebru, “Atık olarak ortaya çıkan plütonyum, stronsiyum kansere yol açabilecek elementlerdir. Sezyum ve iyod ise tiroid bezi kanserine ve gelişim bozukluğuna neden olmaktadır. 1945 yılından bu yana özellikle nükleer enerji santrallerinin bulunduğu alanlarda çocukların diş ve kemiklerinde asla bulunmaması gereken Stronsiyum-90, kaslarında Sezyum-137 ve tiroidlerinde de İyodin-131 bulunmaya başlanmıştır. 50 yaş altı kadınlarda meme kanseri artarken, bağışıklık sistemini doğrudan etkileyen Stronsiyum yüzünden bağışıklık sistem yetmezliğine bağlı bazı enfeksiyon vakalarında artışlar bildirilmiştir. Bu elementlerin varlığı Çernobil faciasında görülmüştür. Dünya genelinde uygulanan nükleer enerji santralleri sonucu oluşan sorunların çözülemediği, çevre ve insan sağlığı açısında oldukça tehlikeli olduğu saptandığından bazı ülkeler tarafında santral yapımları durduruldu. Bazı ülkeler ise enerji ekonomisi gündemine bile almamaktadır” ifadelerini kullandı. 
 
‘Yenilenebilir enerji esas alınmalı’
 
Termik santrallerinde de benzer durumların söz konusu olduğunu belirten Ebru, “Ekonomik olarak yapılan bu santrallerin, ekonomik olmadığı gerçeğiyle birlikte çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkileri oldukça yıkıcıdır. Dünyadaki enerji kaynakları hızla tükenmektedir. Fosil esaslı enerji santralleri yerine yenilenebilir enerji esaslı teknolojilere başvurulmalıdır. Güneş, rüzgar ve jeotermal enerji bunlara örnek teşkil eder. Asıl hedef ekonomik sürdürülebilirliği sağlarken, canlılara sağlıklı bir çevre sağlamak ve yaşanılabilir bir dünya bırakmak olmalıdır. Son olarak da aradan 34 yıl geçmesine rağmen bugün bile Çernobil faciasının gerçekleştiği alan yakınlarında çıkan yangın bile büyük sağlık sorunlarına sebep olabileceğini görebiliyoruz” dedi.