'Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir'

  • 09:07 16 Mart 2018
  • Kadının Kaleminden
 
 
"Toplum 38 günlük, 9 aylık bebeklere veya 3-4-5 yaşındaki çocuklara yapılan vahşeti, ne zamandan beri bu kadar rahat kabullenir oldu? Yapılanlara sadece 'cinsel istismar' deyip geçecek miyiz?"
 
Heval Aslan
 
Son dönemlerde çocuklara dönük cinsel saldırı haberinin olmadığı bir gün yok neredeyse. Sadece çocuklar değil, bebekler bile cinsel saldırıya maruz bırakılıyor. Adana'da cinsel saldırıya maruz bırakılan 3 yaşındaki bebek, Van'da cinsel saldırı sonucu yaşamını yitiren 38 günlük bebek... Peki bu toplum 38 günlük, 9 aylık bebeklere veya 3-4-5 yaşındaki çocuklara yapılan bu vahşeti, ne zamandan beri bu kadar rahat kabullenir oldu? Vicdanlar bu denli mi köreldi? Bu toplum çocukları için nasıl isyan etmez? 38 günlük bir bebeğe yapılanları sadece "cinsel istismar" deyip geçecek miyiz? "Cinsel istismar" kavramıyla çocukların yaşadığı vahşet ne kadar izah edebilir? 
 
'Cinsel istismar' tanımı refleksler zayıflatılıyor
 
Birincisi, 'cinsel istismar' kavramı bu çocukların yaşadıklarını anlatmakta yetersiz ve sorunlu bir kavramdır. Çünkü sözlük anlamıyla istismar: Birinin iyi niyetini kötüye kullanmaktır. İstismar etmek ise, işletmek, yararlanmak olarak belirtilir. "İstismarcı" da birinin iyi niyetini kötüye kullanan kimse, sömürücü olarak tarif edilir. "İstismarcılık" ise istismar etme işi, durumu biçiminde izah edilir. Şimdi "istismar etmek" kavramından yola çıkarsak, çocuklara tecavüz edip, onları hem fizikken hem ruhen öldürmek bir "iş" olarak tanımlanabilir mi? "niyeti kötüye kullanmak" olarak tarif edilebilir mi? 38 günlük, 9 aylık, 3-5 yaşında bebekler ve çocuklar .... Bu nasıl bir niyet bozulmasıdır? Bu ucubelik "istismar" olarak tarif edilebilir mi? Bu yaşananlar bir istismar değil, bir çocuğun dünyasına tecavüzdür. O yüzden "cinsel istismar" denilmesi bana göre yaşanılan ve yaşatılan vahşetin gerçek boyutlarının minimalize edilmesi, toplumsal refleksin zayıflatılması ve insani reaksiyonların ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye'de Erdoğan diktatörlüğü öncülüğünde toplumda yaratılan gerçeklik budur. Her gün çocukların tecavüze maruz bırakılmasını insani reaksiyonları öldürerek, dini kılıflar altında topluma kanıksatır hale getirmiştir.
 
Diyanetin açıklaması dehşete düşürüyor
 
Geçen hafta AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'te 'Cinsel İstismar Komisyonu' kurulacağını açıkladı. Bu açıklamayı yaptığı aynı konuşmada iki yetişkin insan arasında karşılıklı yaşanabilecek bir ilişki olan ve kendilerinin kullandığı tabir ile "zina" ile çocuklara dönük cinsel saldırıyı eş değer tuttu. Tabi sadece bu değil, peki Diyanet'in 9 yaşındaki kız çocuklarının "velileri olmadan da" evlenebileceği, hatta gebe kalabileceği açıklamasına ne demeli?  Kendini bir inanç kurumu olarak tarif eden Diyanet'in bu açıklaması vahim değil, dehşet verici.
 
Suçlu değil mağdur utanç kaynağı olarak görülüyor
 
Burada durup, saatlerce Erdoğan ve Diyanetin bebek, çocuk ve kadınların bedeni üzerinden geliştirdiği politikaları ve bu politikaların toplumda yarattığı çürümüşlüğü anlatmak mümkün. Çünkü ahlaktan yoksun bir politikanın nasıl kokuşmuş, çürümüş, kendi olmaktan çıkarılmış bir topluma sebebiyet verdiğini karşı karşıya kaldığımız militarist yapıdan anlıyoruz. Burada asıl olan bu politikaların mağduru çocukların yaşadığıdır. Son dönemde en çok okuduğum, yazdığım konu cinsel saldırıların çocuklar üzerinde yarattığı tahribattır. Tüm pederşahi (ataerkil) toplumlar gibi bizler de cinsel saldırıların çocuklar üzerindeki fiziki ve toplumsal etkilerine bakıyoruz ve yaklaşımımız ona göre şekilleniyor. Cinsel saldırı, bu suçu işleyenler değil de bu saldırıya maruz kalanlar açısından utanç kaynağı olarak görülüyor. Çünkü bedene namus, cinselliğe bir tabu olarak bakıyoruz. Bedenlerimiz bizlere ait değil de ailelerimize, eşlerimize ait. Yoğrulduğumuz kültürel kodlar o kadar derinden bilinçaltımıza yerleşmiş ki bir cinsel saldırıya başka şekilde bakmamız neredeyse mümkün değil. Bu konudan kadın örgütlerinin mücadelesi sonucu kısmi bir toplumsal değişim yaşansa da tecavüze maruz bırakılan birçok insanın yaralarını sarmak sandığımız kadar kolay değil. Çünkü sorun salt fiziki bir olay değildir. Beden yıkanabilir, fiziki yaralar sarılabilir. Ama ruhsal yaralar ne yıkanabilir, sarılabilir. 
 
Tecavüz topluma dönük gerçekleşmiştir
 
Doğru, toplumsal bir tedavi yöntemi bulunamazsa salt tecavüz mağdurları değil, bunu duyan, bilen, tanık olan herkes travma yaşar. Neden? Çünkü tecavüz, tekil değil, toplumsaldır ve yaşanan her tecavüz vakası salt bireye dönük değil aynı zamanda topluma dönük de gerçekleştirilmiştir. Yani tecavüze maruz bırakılmış 38 günlük bebek ve o bebeğin ölümüyle ırzına geçilmiş bir toplum ve öldürülmek istenen bir insanlık gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bu nedenden dolayı tecavüz tekil değil toplumsaldır. Böyle de algılamak gerekir. Nerede, nasıl, kim ya da kimler olursa olsun her tecavüzün sonucu budur. 
 
Çocuklar daha ağır yaşar
 
Tabi tecavüz vakalarında bir çocuk ile bir yetişkinin yaşadıkları arasında farklılıklar vardır. Bir çocuk olayın farkında olmayabilir ve kendini savunacak herhangi bir bilinç ve araca da sahip değildir. Bu nedenden dolayı daha ağır bir travma geçirir ve çocuklar yaşadıklarını anlatamaz. Bu yere düşüp, dizini incitmek değildir ve çocuk bilinçli olmasa da duygusal olarak bunun ayırdındadır. Romalı Filozof Lucius Annaeus Seneca, "Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir'' der. Bu söz, kısmen çocukların cinsel saldırı karşısında yaşadıklarını ifade ediyor. Fakat yaşatılan dehşeti karşılar mı ondan emin değilim. 
 
Toplum mağduru dışlarken tecavüz edeni sindirebiliyor
 
Psikanalistlere göre, 8 aylık bir bebek henüz benliğinin farkında değildir. 8 aylık olduktan sonra yavaş yavaş aynada kendini tanıyabilir, annesinden ayrı bir varlık olduğunun farkına varabilir. İlerleyen aylar ve yıllarda ise kendi varlığını etrafındaki aile bireylerinin, insanlar ve toplumun ona gönderdiği imaj üzerinden inşa eder. Toplum ona nasıl bakıyorsa, benliği de ona göre şekillenir. Eğer toplum bir çocuğu fiziki durumu, engeli veya yaşadıkları üzerinden negatif bir imaj yansıtırsa, çocuğun benliği de bu negatif düşünce üzerinden şekillenir. Durum, cinsel saldırı mağduru çocuklar için daha da kötüdür. Çünkü toplumumuz, çocukların yaşadıkları travmayı gözetmeden bazen acıyarak, bazen de "kirlenmiş" olarak bakıyor. Tecavüz mağdurunu içine alıp sindiremeyen toplum, bir tecavüzcüyü zamanla içine alıp, selam verip, kabullenebiliyor. Yani tecavüzcüye "kirli" muamelesi yapmıyor. Fakat olayın mağduru, mağdurları bir yaşam boyunca toplumun içine çıkamıyor, başını kaldıramıyor... Bu da deşilmesi ve tedavi edilmesi gereken toplumsal bir hastalık galiba... 
 
Karşımda duran ve kömür karası gözleriyle bana bakan bir kadın ise, "Sen, nereden bile bilirsin neler hissettiklerimi? Sen hiç tecavüze uğradın mı?" diye soruyor. Çok haklı, nereden bilebiliriz, eğer yaşamadıysak... 
 
Yaşananlar bilinçaltına itilir
 
O kadar çok soru var ki sorulması gereken. Örneğin; tacize ya da tecavüze uğrayan çocukların büyüyüp birer yetişkin olduklarında yaşayabilecekleri cinsel ve psikolojik problemler nelerdir? Bu çok önemli bir konudur. Özellikle bir çocuk, birden fazla defa cinsel saldırıya maruz bırakılmışsa ilerleyen yıllarda beden imajlarının bozulmasına, cinselliği ve kendi bedenini kirli, pis algılamasına neden oluyor. Bunun sonucunda da sağlıklı bir cinsel gelişim sürdüremediği gibi, cinsellikten korkmasına ve kaygı yaşanmasına neden oluyor. Bazı durumlarda çocuklar yaşadıklarını, daha normal yaşamak için bilinçaltına itebilir, yaşanmamış sayabilir. Bu insan bedeninin bir çeşit savunmasıdır. Ancak, bir gün, bir an gelir, yaşanan bir olay, bir olgu tüm unutulmak istenen, silinen "kötü hatıraları" geri getirebilir. Hatırlanmazsa bile, bilinçaltından silinmeyen bu travma çocuğun düşünce ve yaklaşımları belirler. Yani çocukken yaşadığını hatırlamayan bir yetişkin,  travmayı hatırlayan kadar olayın etkisindedir. Biri hatırladığı için bir travma yaşar, diğeri bilinç altına ittiği ve bilinç altının belirlediği yaklaşım ve davranışlarla aynı travmayı yaşar. Ve dünyaları duyguları, algıları, kendilerine olan güvenleri yaşadıkları travmayla bağlantılı şekil alır. Travmayı atlatamayanlar yaşadıkları psikolojinin etkisiyle yaşamlarını sürdüremeyecek hale gelirler. 
 
Tecavüz edene indirim var ama mağdura söz hakkı yok
 
Bu durumda şunu sormak gerekir: Peki o zaman "Bir kereden bir şey olmaz'', "Kız çocukları tecavüzcüyle evlendirilsin" diyen, çocuk tecavüzcülerine iyi hal indirimi yapanlar, cinsel istismar ile zinayı eşdeğer görenler neden karar alırken bir de mağdur çocukların fikrini sormuyor? Tecavüzcünün fikrini soranlar, kılık-kıyafetine bakarak, duruşunu gözetleyerek ceza indirimine gidenler, neden mağdurların sözüne itimat etmiyor? Tecavüzcüye direndi diye bir kadına 5 yıl ceza istemenin mantığı nedir? "Bir kereden bir şey çıkmaz" diyenlere söylüyoruz; bir kereden çok şey çıkar. Hiçbir kız çocuğu tecavüzcüyle evlendirilemez, evlendirilmemelidir de. Ayrıca buna "evlilik, evlenme" de denilemez. Bu en doğru ismiyle sübyancılık yani pedofilidir. "Çocuk evliliği" diye bir olay olamaz ve yoktur. "Çocuk gelin" ya da "çocuk evlilikleri" kavramı sübyancıların uydurduğu ve topluma yedirmeye çalıştığı sapkınlığı adıdır. 
 
Gerçeklik budur.