Hayat'ın oğullarına ve kızlarına...

  • 09:07 27 Şubat 2018
  • Kadının Kaleminden
"Yine bir ses…Salondaki kalabalık…alkışlar, ıslıklar… Yunan tragedyasından bir ironi sahnesi olsun diye dua ediyorum… Ama değil, gerçek, Maraş burası… “Kahraman” Maraş."
 
Nefel Basret 
 
…Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
 
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
 
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
 
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
 
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
 
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
 
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
 
Çünkü ruhlar yarındadır,
 
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
 
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
 
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın...
 
Halil Cibran’ın bu dizelerini, kendi olmanın farkına varmaya başladığım ve aslında biraz da şaşkın olduğum zamanlarda okumuştum. Bir çocuk olarak anlamak da anlatmak da zordu kuşkusuz. Hayat’ın oğulları, kızları, ruh, ok, yarınlar…
 
Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu sezinleyen her çocuğun vereceği ilk tepki, kalıpların, “olağan” olanın, “olağan” olmanın dışına çıkmak, üzerine giydirilmeye çalışılan “deli” gömleğini çıkarıp atmayı istemek olur.  “Yaramaz” derler böyle çocuklara. Hatta öyle ki; Türki Dil Kurumu (TDK) bunun tanımını, “Söz dinlemeyen, uslu durmayan, yasaklanan şeyleri yapmakta ayak direyen, haşarı (çocuk), uslu karşıtı” diyerek çocuk üzerinden yapar. “Devlet babanın” sözüdür, çıkmak olmaz. Toplum sık sık dikte eder, “Yaramazlık yapma, uslu ol!” 
 
Çünkü devletli uygarlık tarihi “yaramaz” çocukları sevmez. “Uslu” çocuklar yeğdir.
 
“Neden?” diye sorma hakları da yoktur çocukların. Öyle ya “devlet baba” dikte etmiş babadan oğula. 
 
Kendi “uslu” çocuklarını yaratan devlet aklı, şimdilerde “çocuklar susmasın” diye komisyonlar kuruyor, “idam” istiyor, “kimyasal hadımla” “kökten” çözeceğiz diyor. Devlet ya bu; bir yandan çocuk istismarına karşı “hadım” dı “idam” dı "çözüm" vaatleri sunarak hem içeride hem de dışarıda “fatihlik” yaparken, diğer yandan da reis-i cumhur “uslu” çocuklarına meydanlardan “şehadet şerbeti” vadediyor. 
 
Daha ne olsun. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Başkomutanı sen yaştaki bir çocuğa “şehitlik mertebesini” layık görüyor. İşte "uslu" çocuk olmanın mükafatı...
 
Yer Maraş…Meydanı dolduran bir kalabalık, bağırıyorlar… Kulakları sağır edercesine… Sonra bir çocuk ilişiyor gözüne, çağırıyor yanına... Asker kıyafeti giydirmişler, hem de “bordo bereli”. Korkudan mıdır, üstündeki kıyafeti taşıyanların suçlu ruhlarının ağır yükü sindiğinden midir bilinmez, ağlıyor çocuk. 
 
Korku dolu gözlerle yaklaşıyor yanına, titriyor. O korku o kadar derin ki; hissediyor çocuk. Çocuk hisseder. Sonra bire ses…"JÖH, yarbay, bordo bereli, maşallah. Türk bayrağı da cebinde. Şehit olursa bayrağı da inşallah örtecekler…Her şeye hazır, değil mi?” 
 
Yine bir ses…Salondaki kalabalık…alkışlar, ıslıklar… Yunan tragedyasından bir ironi sahnesi olsun diye dua ediyorum… Ama değil, gerçek, Maraş burası… “Kahraman” Maraş. 
 
Şimdi ne demeli “uslu” çocuk, ne der “uslu” çocuklar… Tiz, ürkek bir sesle “evet” diyor çocuk. Ve işte tam da o an da militarizmin en soğuk yüzü beliriyor kalabalıkların arasından…
 
“Şehadet şerbeti” demişken…İşte tam da burada başlıyor “yaramaz” çocukların hikayesi.