Artık apartman boşluklarından çıkıp uçurumun yankısına kulak vermeli

  • 09:00 20 Nisan 2019
  • Kadının Kaleminden
"Bir kadın bir kere ayağa kalktı mı artık yerinde duramaz. Nasıl durabilsin ki, ayağa kalkmak için onca zorlukla çarpışmış,  asırların kuşatılmışlığını yaran bir savaşçı nasıl dursun ki artık..."
 
Suna Ertaş
 
Maya Angelou  kadınlara verdiği on öğütten birinde şöyle der, "Bir kadın ne zaman kendisi için ayağa kalksa aslında tüm kadınlar için ayağa kalkmış demektir." Tarihe ve yazgıya başkaldırmış her kadının hikayesi ne kadar da haklıymış dedirtiyor. Tarih;  bilgelerin birer iz bırakma çabasıyla kaydettiği masalların, hikayelerin veya teorilerinin vücut bulduğu bir film sahnesi veya bir arenadır adeta. Arenadır diyorum çünkü o öğreti orada bir savaş halindedir. Geçmiş yaşantılar, felaketler beraberinde bir sürü öğretiyi açığa çıkarmıştır.
 
Çocuklukta çokta önemsemeden kulak kabarttığımız ama inceden inceye zihnimizi ve ruhumuzu şekillendiren ana öğütleri de bu temelde ele alınabilir. Tıpkı her fırsatta güneşe doğru zıplamamızı öğütleyerek bilhassa biz kadınların ayaklarını yerden kesmeye iten o seslere aslında çokça kulak vermeli. Zira bir birikimin, hakikat ve yaşanmışlığın ürünüdür o sesler. İçerilerimizde yaşam bulan o sesler, dış sese pek dökülmese de bazı bazı bizi duvarlara çarpmaktan kurtaran seslere dönüşür. Annelerimiz yaşamı deneyimleyerek, her ayrıntıya pür dikkat kesilerek gerçeğin özüne ulaşan yegane varlıklardır. 
 
Buraya nerden mi geldik, 'Bir kadının ayağa kalkışı' fikrinden ilham alarak... Fikri bile ne kadar görkemli ve destansı değil mi? Bir kadının ayağa kalkışını tasavvur etmek, tıpkı "Sonu muhteşem olacak" diyen o güneş gözlü seslenişe eş bir parıltıyla gözlerimizi ışıl ışıl ederek, umudu harlar...
 
Kürdün coğrafyası serttir, çetindir; sarp ve engebeli olan devrim yolu gibidir adeta. Kadınları da o sert koşulların ete kemiğe bürünmüş hafızası,  birer diriliş ve direniş abidesidir. Kürdün coğrafyası katliam ve kırımlarla, defalarca deneyimlenmiş soykırımlarla doludur. Dersim, Zilan, Ağrı, Halepçe, Qamişlo...  Her bir parçası tepeden tırnağa yaralıdır bu coğrafyanın. Hani siz öldükten sonra aradan uzun yıllar geçip sizi en son gören kişide ölmüşse dünyaya hiç gelmemiş gibi tarihten silinirsiniz ya işte soykırım denen menem de bu asırlık olguyu bir anda gerçekleştirmeye odaklanır ve tüm kökleri yok etme amaçlıdır. Ama Kürt kadınları da tüm bu katliamları yararak zırhlılarını kuşanmış birer savaşçıdır adeta, her biri savaştan yeni çıkmış fakat her an saldırı ve savunmaya hazır birer savaşçı gibidir. Kürdistan'da kadın diyalektiği biraz da böyledir. O kadınların, her biri korunaklı bir ülke gibidir. Zira yaşam demektir Kürtçede kadın. O kadınların üzerine gidilince asice kükrerler, hele evlatlarına dokununca tüm dünyayı başınıza yıkacak bir gücü kuşanırlar. Başları diktir o kadınların, eğilmezler. Ayrıca tüm dünya kadınlarıyla bir dostluk ve dayanışma hali vardır Kürt kadınının. Zorlukların çelikleştirdiği o kadınlar hiç bir yarayı hafife almaz, ruhu ve vicdanı olan zırhlılardır onlar.
 
Bir kadın bir kere ayağa kalktı mı artık yerinde duramaz. Nasıl durabilsin ki, ayağa kalkmak için onca zorlukla çarpışmış,  asırların kuşatılmışlığını yaran bir savaşçı nasıl dursun ki artık... 
 
Kürt gençleri gücünü ve iradesini bu çelikleşmiş kadınlara borçludur. Kürdistan'da katliamları yararak ayağa kalkabilmiş kadınlar, ayağa kalkmanın ne demek olduğunu çok iyi bilirler, ayağa kalkınca adeta bahara koşan çiçekler gibi, kabına sığmayan çocuk sevinçleri taşırlar bağırlarında, öyle şükran ve minnet duygusuyla değil bu dipdiri umudu ve öfkeleriyle doludur heybeleri. Artık yerinde durmayan bir varlığa dönüşmüştür o kadınlar, vardıkları her yerde tüm kadınları dansa kaldıran, sesini çığlık, çığlığını zılgıt yapan kadınlardır onlar.
 
Bir kadın , üstelik bir anne, yılların ve yolların en çetin koşulların yılmaz savaşçısı evi barkı ülkesi yaşamı hep bir direniş sahası olan bir siyasetçi ülkenin sesi vicdanı olan bir parlamenter , binlerce insanın oyuyla seçilmiş bir vekil .... Şimdilerde 164 günü aşan bir açlıkla savaşmakta, dile kolay yüz altmış gün... Umutsuzluğun, neçarlığın, karanlığın ve karalığın kuşattığı bu zifiri çağı, tıpkı 80'lerin darbe atmosferinin o kapkara günlerinde mahkeme duvarlarını çığlıklarıyla sarsıp o karalığı ve karanlığı yırtan o ilk koşucularına denk bir çığlık kopararak ayağa kalktı... Hem kendisi hem de temsil ettiği milyonlar için ayağa kalktı ve açlık grevi direnişini başlattığını duyurdu, ülkesine ve dünyaya. Yüce bir öğretiyle çelikleşmiş bir kadın artık kendisinin bile durduramayacağı bir kararlılığa ve iradeye kavuşur... Umudun bittiği yerde başlayan inat belki de böyle bir şey... Şimdilerde günden güne eriyerek sürdürülen kadının ve Kürt'ün bu direniş inadı ve sonuç almadaki ısrarı onun şahsında 161. güne varıp dayandı. Türkiye zindanlarını dolduran binlerce tutsak ve dünyanın dört bir yanından yoldaşları daha direnişin başındayken bu kervana katıldı ve onlarda günleri devirdiler. Her biri Leyla anaları ve yoldaşlarına omuzdaş olmak ve yükünü hafifletmek için ayrı ayrı bedenlerini açlığa yatırdı. Hatta kimisi daha fazla incinmesin diye bedeninden vazgeçerek...
 
Derweşe Ewdi hikayesini bilen bilir.  Derweş savaşa giderken anası Eyşa Melya ile yaptığı konuşmadan anlaşılacağı üzere;  Derweş'i Derwes yapan esasta anasıdır,  Edul işin hikayesidir. Kürt anaları da Leyla şahsında kendini yeniden hatırlatıyor ve direnişe çağırıyor...
 
Günler devrildikçe, devriliyor. Ama biyolojik olarak bir bedenin daha uzun günleri devirecek olması pek mümkün değil. Veya bu açlık grevleri daha üst bir boyuta taşınırsa işte o zaman başlar büyük felaket bunu düşünmek bile ne kadar korkunç değil mi?  Ve biz bu korkunç tanıklıkla yaşamaya devam edersek yas tutmaya bile cüret edemeyiz artık... O açlığa yatan anayı üstelik o hepimiz için ayağa kalkmışken yattığı yerden kaldırmak hala mümkün! Öyleyse ne duruyoruz hala, o kadını ayağa kaldırmamak için. Umudu yeniden yeşertmek hala mümkün! Üstelik umutsuz göçler başlamış yurdun dört bir yanında. Oysa bahara yaraşmaz umutsuzluk ve gencecik bedenlerin toprağa düşmesi, öyleyse ayağa kalkmalı, ölümün elbette ki kutsanacak bir yanı yok, yaşatmalı,  Hipokrat'ın yaşatma andını kuşanarak yaşatmalı. Ama bu öyle durduğumuz yerde seyreylemeyle, gün saymayla olmaz. Bulunduğumuz her yerden Ayağa kalkmalı! Ve kaldırmalı insanlığı yattığı yerden, böylece yüzlerce beden yaşama geri dönecek. Hala mümkün! Ayağa kalk ve her yerden bağır! Yırtılsın bu karanlık!  Bu bahar delikanlı bir bahar olsun. Utanç dolu tanıklıklarımız artık son bulsun. Yoksa bir dostun dediği gibi ; "Ortak olunmuş bir geçmişin ve yaşamın ortak olunmamış bir ölümün savaş ortasında mağlup, ihanet etmiş ve mevzisiz bırakmış utanç dolu tanıklığıyla bu nehirlere, bu kayalara, bu şelaleye, bu dağlara hiç bir şey anlatacak cesaretimiz olmayacak bu coğrafyaya ve onun çocuklarına..." 
 
Artık apartman boşluklarından çıkıp uçurumun yankısına kulak vermeli. Nerde okumuştum hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle vardı " Artık güneş açmayacak gibi görünürken, Tanrı gökyüzüne gökkuşağını koydu."  Şimdilerde onlar zemheri kışı, kıyameti ve karanlığı yararak birer gökkuşağı oldu. Belki bizler de o rengarenk gökkuşağının ipini tutup yukarılara kaldırarak güneşle buluşturabiliriz. Böylece sonu muhteşem olsun diyen o sesi de göklere taşımız oluruz ve ruhu şad olur...