Evrim Alataş’ın kaleminden: Kör oluyoruz, açın gözünüzü

  • 09:42 12 Nisan 2019
  • Kadının Kaleminden
“Tüm demlerin esiriyiz uyanın! Saçlarımız ayaklarımızı bağladı. Ateş gözümüzü dağlıyor, kirpiklerinizi aralayın. Ayaklarınıza dolanan kementlerle sürükleniyoruz medeniyetlerin ortasında. Eğitimli oklar saplanıyor göğüs kafesimize. Kör oluyoruz, açın gözünüzü.”
 
İslenmiş alüminyum çaydanlık, yırtık bir mekap, kesedeki tütün, bedende meşe kökü ve de topraktansa tebdili kıyafet renk; evrenin döngüsüne, suyun yönüneyse sırttaki kürek, tarih elbet eline kömür alıp, duvarlara çöpten adam resimleri düşürecektir. Ve elbette duvarlardaki çöpten adamlar, bir bir kendi yalnızlıklarına gömülecektir… Göz aralıklarına toprak dolmuş, coğrafya kıvrımlarında yatan kardeşlerim! Tarihin parmak izi değdi tüm kayalıklara. Ve şimdi kriminal bir incelemeyi bekler gibi, dört başlı bir ejderha gibi bekliyor bütün bir coğrafya… 
 
Altı ölü uzanmış yan yana… Bir sazlığın ötesinde. Geride isli çaydanlık... Biri postal altı mekap. Birinin üstünde beyaz kağıt, kağıdın üstünde ismi... Cismi eşgale dönmüşken. Yan yana altı ölü… O vakit belki Batman’da bir çocuğu toprak yedi diye tokatladı annesi. Belki bir yaşlı gözünü toprağa dikti. Bir kör, nereye baktığını bilmeden, dalıp seslere gitti... O vakit biz belki reklamların ne kadar uzun sürdüğüne kızdık. Veya tüpün vakitsiz bittiğine… O vakit işte, her birimiz bir başka şeye gömülmüşken, bir ip uzatılmış çift bacağa. Sırt paramparça... Kollarına girmişler upuzun bir gencin. Bir Çarçıra vakti. Kendi diline dolanmış zaman. Dönmüş durmuş ekseninde. Döne döne, bir aracın dibinde öylece kalmış. İlk kez tebdili şaşmış belki böyle, pantolon ve postal... Ağır... Taşı taşıyabildiğin kadar. Bilinmeyen bir dili taşır gibi… Vaktini şaşırmış bir saat gibi. Öyle upuzun… Sonra diğerlerinin yanına uzatılmış. Sınırları delen bir düzenek… Pasaportsuz bir genç!
 
Birinin saçı upuzun yerde… Bir Ağustos sıcağında, tarla molası vermiş gibi. Açık arazide bidondaki suyu bitmiş gibi. Bir ağacın altında, on beş dakikalık uyku gibi. Kim korkar öğlen uykusunda yılandan? Gelsin usul usul koynuna girsin. Serinliğine kapılırsın da, rüyalar seni taşır. Bir şal bedenini örtüyor... Bir kağıt ömrün yaftası gibi göğsünde. Harfler desen mıh! Çakılmış öylece kağıda. Kağıt bedene, beden toprağa… Kara gözlerin açılsın da yol ver… Yol ver suları çevirelim. Göz bebeğine değer dünyanın ters döngüsü. Şimdi hangi düştesin? Hangi yılan serinletti rüyanı? Gözünü aç da rüyana girelim. Ki değil midir, en büyük zaferler ve en büyük yenilgileri rüyalar tolere eder. 
 
Tarihin yüzünü çaldığı çocuklar gibi. Vakitsiz yaşlı. Oyunsuz ve çıplak. Meşe kökü ve topraktan tebdili kıyafeti. Ayrıştıramazsın artık, bedenle kökü. Ateşten birleşmiş vücutla kefiye… Ölçüsü çalınmış bir şiir gibi yatıyor toprağın üstünde. Bir eli havada… Öylece… Hangi çağı selamlıyorsun? Hangi ateşe eğilelim şimdi? Hangi ateş duayı alır üstüne? Bu yükü hangi kıvılcım tutar? Biri usul usul… Yazılardan, tozlu arşivlerden ve daktilo nüshalarından uzak, bir yaz gecesi damda, kulağımıza fısıldanan destan eşkiyası gibi… Ki en fazla çocuklar taşır destan eşkiyalarının kesedeki sihrini. En fazla çocukları üzer sihrin bozulması. Sihrini toprağa gömen eşkıya, elbet kırık kafalı, kara gözlü çocuklar büyüyecek, ay ışığında, kayıp bir eşkiyanın sihrini arayacaktır…
 
Dört başlı ejderha için yüreğini çıkınına koyan yüzleri yanmış, uzuvları alınmış kardeşlerim! Nereye baksak parmağımızı ısırıyoruz. Tüm demler donuk. Çaydanlıklarınızın isini yüzümüze sürelim. Sürelim ki tanımasın bizi toprak. Sürelim ki ıssız mağaralarda sesimizin aksine irkilelim. Kaçtıkça anlayalım, korktuğumuz kendi sesimiz… Korkularını mağaralarda unutmuş kardeşlerim! Bedene dökülmüş beton gibisiniz. Gözlerinizi aralayın… Yol verin. Yol verin de bir sazlıkta size mevlüdi sesle gelelim. Nakışlı… Tebdili kıyafet beyaz! Uyanın sese, uyanın beyaza. Uyanın yılanın soğukluğundan. Ateşin katranından…
 
Tüm demlerin esiriyiz uyanın! Saçlarımız ayaklarımızı bağladı. Ateş gözümüzü dağlıyor, kirpiklerinizi aralayın. Ayaklarınıza dolanan kementlerle sürükleniyoruz medeniyetlerin ortasında. Bir ilkel arenadayız. Eğitimli oklar saplanıyor göğüs kafesimize. Kör oluyoruz, açın gözünüzü…