Sansür ve hakikat

  • 09:01 22 Şubat 2019
  • Kadının Kaleminden
"Evet büyük direnişin hem geçmişi hem de güncel hali yok sayılmaktadır. Ancak bizler biliyoruz ki gözünüzü, kulağınızı, ağzınızı kapatsanız da bu hakikat, bu geçeklik saracak tüm dünyayı."
 
"Hakikat çağlar boyu gelişen toplumsal anlamın insan bilincine çıkmış halidir. Özgür düşünen hünerli eller ‘kuş kafalı makas gagalılar’ tarafından engellenmek istenmektedir.” Tam da böylesi bir süreçte Tan Oral'ın “Sansür” adlı kitabı ve Umberto Eco'nun “Sıfır Sayı” kitabı (kötü bir gazetecilik için rehber) medyanın şu an ki var olan halini çok açık bir şekilde gözler önüne koyuyor. 
 
Çok yazıldı çizildi ancak iyi işlenmesi gerekiyor bu konunun. Gerçeğin izini bırakmadan doğru haber yapan gazetecilerden 160'ı şuan cezaevlerinde. En son Özgür Gündem ile dayanışmak için Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni olan Ayşe Düzkan tutuklandı. Peki neden cezaevindeler? Çünkü bir an olsun gerçekten taviz vermedikleri için şu an cezaevindeler. Ancak şu an Türkiye'de medyanın haline baktığımızda büyük bir sükût hali mevcut. Neden? Korktukları için. Nereye kadar sürecek bu korku? Ağzını, kulağını kapattığın zaman ortadan kaybolacak mı gerçekler? Tabi ki hayır. 
 
Özgür basının çok güzel bir sloganı vardır "Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu var" diye. Yaşanmışlıkların, yılların tecrübelerinden ve birikiminden doğan bir söz. Ninemin bir hikayesi vardı bununla ilgili. Bir köyde çok sevilen bir adam varmış. Herkesin yardımına koşar, her işi yaparmış. Bir tane köylü onu hiç sevmezmiş. Her iyinin bir kötüsü var. Bu da o. Yağmurlu bir gün bu kötü, o iyi adamı öldürmüş. Hiç gören olmamış. Adam ölmeden önce bu "yağmur şahidim olsun ki bir gün senin bu yaptığın ortaya çıkacak" demiş.  Diğeri ise gülmüş ve hiçbir şey olmamış gibi evine dönmüş.  Aradan geçen yıllardan sonra bir gün o günkü gibi, çok şiddetli bir yağmur yağmış. Adam sarhoşken tüm yaptıklarını itiraf etmiş. Ve adam artık deşifre olmuş. Belki çok doğaüstü gelebilir bize ama gerçekler böyledir.
 
Ülkede büyük toplumsal, sosyal, kültürel, ekonomik sorunlar her geçen gün daha da büyümektedir. Büyük bir kaos yaşanıyor. Ülke siyasette de büyük bir çıkmaz yaşıyor. Tam da böyle bir süreçte Sayın Leyla Güven öncülüğünde başlatılan ve cezaevlerinde 69’uncu gününde devam eden açlık grevi zindanlara ve dünyanın dört bir yanında büyük bir ses getirdi. Ama özgür basın dışında medyada büyük bir sessizlik var. Büyük bir inkar var. Neydi inkar? Varlığın hem geçmişinin hem de güncel halinin yok sayılmasıdır. İnkar edenin kendisinin tek olduğunun iddia etmesidir. Evet büyük direnişin hem geçmişi hem de güncel hali yok sayılmaktadır. Ancak bizler biliyoruz ki gözünüzü, kulağınızı, ağzınızı kapatsanız da bu hakikat, bu geçeklik saracak tüm dünyayı. 
 
Sayın Leyla Güven'in başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi cezaevlerine yayılarak sürmekte. Silivri 9 Nolu Cezaevi'nde de koğuş arkadaşım Seyhan Çiçekli 26 Aralık'tan bu yana açlık grevinde. Seyhan'ın morali ve coşkusu yerinde, diğer arkadaşların durumu da iyi. Seyhan'ın herkese selamları ve sevgileri var. Bu haklı talep karşılanıncaya kadar sürecek olan direniş kadınlara ve halka büyük büyük bir umut da veriyor. Tam da sansür yasasının kabul edildiği ve sözde bazı senarist, yönetmen eşliğinde imzalanan sansür yasası tarihin, sanatın ihanet sayfalarına yazıldı. “Sansür” kitabının son cümleleri "Ellerinde pankart vardı. Pankartta gerçekleri istiyorlardı. İstiyorlar ve yürüyorlardı. Yürüdükçe büyüyor dünyayı kaplıyordu. Bu dünyada ne varsa hepsini biz yaptık diyorlardı. Dünyayı istiyorlardı. Baktı ellerini gördü" evet dönüp hünerli ellerimize baktığımızda yapacak çok şeyimizin olduğunu göreceğiz. 
 
Sindirilmek, korkutulmak istenen toplum, açlık grevleriyle beraber aslında yapılması gerekenin ne olduğunu bir daha gördü. Sayın Leyla Güven ve cezaevinde yüzlerce arkadaş bu hakikati bizlere bir daha büyük bedellerle gösteriyor. O zaman ne duruyoruz. Yürüme zamanı.
 
Silivri 9 Nolu Kapalı Cezaevi