Olcay Özen: Barış, unutmakla değil, yüzleşmekle mümkün

  • 09:01 28 Ekim 2025
  • Güncel
 
Melike Aydın
 
İZMİR – Hafıza Merkezi’nden Olcay Özen, geçmişle yüzleşmeden kalıcı bir barışın sağlanamayacağını belirterek, “Barış, inkârın sona erdiği ve hakikatin görünür kılındığı bir zeminde mümkündür” dedi.
 
TBMM’nin 1 Ekim 2024’teki açılışında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarıyla tokalaşmasıyla başlayan müzakere süreci bir yılı geride bıraktı. Gelinen aşamada Meclis’te Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. Ancak toplumsal barışın kalıcı olabilmesi için hafızayla yüzleşme ve geçmişin yeniden hatırlanması gerektiği vurgulanıyor.
 
Biz de bu çerçevede Hafıza Merkezi’nden Olcay Özen ile hafızanın toplumsal barıştaki rolünü konuştuk.
 
“Şiddet politikaları genellikle unutturma politikalarıyla el ele yürür. Çünkü şiddetin en büyük gücü, görünmez kalmasındadır.”
 
*Hafıza kırımı nedir ve toplumu nasıl etkiler? İktidarlar toplumun gündelik hayatını dahi değiştirmeye neden ihtiyaç duyuyor? Şiddet politikaları ile unutturma politikaları arasında nasıl bir ilişki var? Hafıza kırımına uğrayan bir toplum nasıl bir toplumdur?
 
Şiddet politikaları genellikle unutturma politikalarıyla el ele yürür. Çünkü şiddetin en büyük gücü, görünmez kalmasındadır. Devletlerin ya da iktidarların hafızayı hedef almasının nedeni, geçmişte işlenen suçların tanınmasını, faillerin hesap vermesini ve mağdurların adalet talebinin meşrulaşmasını engellemektir. Bu da zamanla sistematik bir hafıza kırımına dönüşür; yani geçmişin tanıklıkları, isimler, mekânlar, sesler ve izler kasıtlı biçimde silinir.
 
Hafıza kırımı sadece geçmişi değil, bugünü de biçimlendirir. Toplumun ortak bir hakikat zemininde buluşmasını engeller. Böyle bir toplumda adalet duygusu zayıflar, empati azalır, birlikte yaşam kültürü çöker. Bu anlamda hafıza kırımı, toplumsal bir travmadan öte, toplumun hakikatle bağını kesen bir durumdur.
 
Bu nedenle Hafıza Merkezi olarak biz, hakikatin ısrarla kayıt altına alınması, tanıklıkların korunması ve mağdurların sesinin duyurulmasının son derece önemli olduğuna inanıyoruz. Kurulduğumuz günden bu yana amacımız, devlet şiddetiyle işlenen ağır insan hakları ihlallerini belgeleyerek görünmez kılınan gerçekleri ortaya çıkarmak, cezasızlıkla mücadele etmek ve adalet talebini güçlendirmek. Bunu yaparken yalnızca geçmişi kayda geçirmeyi değil, toplumun ortak bir hakikat zemininde yeniden buluşmasını, onarıcı ve dönüştürücü bir adalet anlayışının yerleşmesini hedefliyoruz.
 
“Bizim için barış yalnızca silahların susması değil, mağdurların tanınması, zararların giderilmesi ve devletin geçmişle yüzleşmesi anlamına gelir. Hafıza Merkezi olarak bu nedenle barışı “onarıcı” bir kavram olarak ele alıyoruz.”
 
*Barışın toplumsallaşması için geçmişle yüzleşmek kaçınılmaz görünüyor. Peki, nasıl bir barıştan söz ediyoruz? Hangi ilkeler üzerine kurulmalı? Toplumun barış fikrini ve birlikte yaşam kültürünü içselleştirmesi neden bu kadar önemli? “Geçmişe sünger çekelim” anlayışı bu bağlamda ne kadar sağlıklı? Hafıza Merkezi gibi sivil toplum kurumlarının bu süreçteki rolü ve toplumsal etkisi nedir?
 
Barış, unutmakla değil, yüzleşmekle mümkündür. “Geçmişe sünger çekelim” anlayışı genellikle çatışma dönemlerinde işlenen suçları örtmenin bir yolu hâline gelir. Oysa hakikat ortaya çıkmadan adalet tesis edilemez; adalet olmadan da barış kalıcı olamaz. Bizim için barış yalnızca silahların susması değil, mağdurların tanınması, zararların giderilmesi ve devletin geçmişle yüzleşmesi anlamına gelir. Hafıza Merkezi olarak bu nedenle barışı “onarıcı” bir kavram olarak ele alıyoruz. Onarıcı barış hem mağdurların yaralarını sarar hem de toplumun ortak vicdanını iyileştirir.
 
Bu yaklaşımı yıllardır yürüttüğümüz araştırma, belgeleme ve hafızalaştırma projelerinde somutlaştırıyoruz. 1990’larda zorla kaybedilen kişilere dair verileri kamuoyuna açtığımız failibelli.org arşiviyle, hakikatin görünür olmasını ve cezasızlıkla mücadelenin güçlenmesini amaçladık. “Adalet İyileştirir: Çocuk ve Gençlerin Yaşam Hakkı İhlallerine Bütüncül Bir Yaklaşım” projesinde ise 2000’li yıllardan itibaren güvenlik politikaları nedeniyle yaşamını yitiren çocuk ve gençlerin hikâyelerini onarıcı adalet perspektifinden inceledik. Bu çalışma yalnızca ihlalleri belgelemeyi değil, mağdur ailelerinin adalet arayışlarını ve toplumsal onarım ihtiyaçlarını görünür kılmayı amaçladı. Hukuki analizlerin yanı sıra saha görüşmeleri, tanıklıklar ve psikososyal etkileri içeren araştırmalar yürüttük; oluşturduğumuz dijital hafıza platformuyla bu tanıklıkları kamusal alana taşıdık. Proje, hak ihlallerinin sadece geçmişte kalmış olaylar değil, toplumun bugününü ve geleceğini şekillendiren yaralar olduğunu bir kez daha gösterdi.
 
“Dargeçit” belgeseli ile bir mahkeme sürecinin izini sürerek adalet arayışını sinema aracılığıyla kamusal hafızaya taşıdık. Aynı zamanda Hafıza ve Gençlik Programı aracılığıyla genç kuşakların hafıza ve barış çalışmalarıyla bağ kurmasını, kendi hafızalaştırma projelerini üretmesini destekliyoruz. Yerel yönetimlerle yürüttüğümüz işbirliklerinde ise kapsayıcı hafıza politikalarının kültürel yaşamın parçası hâline gelmesi için çaba gösteriyoruz.
 
Sivil toplumun rolü de burada devreye giriyor: Biz hakikati görünür kılarak, diyaloğun alanını genişleterek, toplumsal iyileşmeye dayalı bir barışın toplumsallaşmasına katkı sunuyoruz.
 
“Bugünün hafızasızlaştırma politikaları sessizlikle değil, alenen işliyor; ama bunun içinde hakikati kaybetmemek, onu belgelerle, tanıklıklarla, mekânlarla yeniden kurmak mümkün.”
 
*Bugün hafıza kırımına dönük saldırılar artık gizlenmiyor, açıkça yapılıyor. 1990’larda saklanan şiddet ve yıkım bugün herkesin gözü önünde gerçekleşiyor. Bu aleniliği nasıl açıklarsınız?
 
Bugün yaşadığımız şey bir tür alenileşmiş inkâr. 1990’larda faili meçhul cinayetler, köy boşaltmalar, işkenceler gerçekleşiyordu; devlet onların üstünü örtüyordu. Bugünse şiddet, yıkım, adaletsizlik açıkça, herkesin gözü önünde yaşanıyor. Bu durum artık inkârın biçim değiştirdiğini gösteriyor. Artık unutturma, gizleyerek değil, sıradanlaştırarak işliyor.
 
Bir halkın kültürel, mekânsal ve tarihsel belleğine yönelmiş sistematik saldırılar sürekli tekrarlandığında toplumda bir duyarsızlık ve normalleşme hâli yaratıyor. Biz Hafıza Merkezi olarak bu alenileşmiş inkâra karşı belge, tanıklık ve hatırlama üzerinden direniyoruz. 1990’larda zorla kaybedilen kişilere dair davaların tüm verilerini kamusal erişime açtığımız failibelli.org, hem hakikatin karanlıkta bırakılmasına karşı bir karşı arşiv hem de cezasızlığın belgelenmiş tarihi. Burada yalnızca davaların seyrini değil, adaletin neden işlemediğini, hangi yapısal engellerin yeniden üretildiğini de görünür kılıyoruz.
 
Buna paralel olarak yürüttüğümüz memorializeturkey.com platformu ise Türkiye’deki hafıza mekânlarını, anma pratiklerini ve mekânsal yıkım biçimlerini haritalayarak toplumsal belleğin coğrafyasını oluşturuyor. Bu platform, yıkılan köylerden dönüştürülen meydanlara, anıtlaştırılamayan hafıza mekânlarından yerel dayanışma alanlarına kadar geniş bir harita sunuyor. Sadece yok edilen mekânları değil, dayanışma ve yeniden inşa mekânlarını da görünür kılıyor.
 
Dolayısıyla bugünün hafızasızlaştırma politikaları sessizlikle değil, alenen işliyor; ama bunun içinde hakikati kaybetmemek, onu belgelerle, tanıklıklarla, mekânlarla yeniden kurmak mümkün. Hafıza çalışmaları tam da bu nedenle unutuşa karşı toplumsal bir direnç hattı kuruyor.
 
“Eğer barış konuşulacaksa, önce hakikat dinlenmeli. Hafıza, barış süreçlerinin temel unsurudur. O yüzden komisyonların ilk işi, geçmişte yaşanan ağır insan hakları ihlallerini bütünlüklü biçimde ele almak olmalı.”
 
* Meclis’te oluşturulan komisyonun misyonlarından biri de Kürt halkının taleplerine çözüm üretmek. Bu süreçte hafıza nasıl bir rol oynamalıydı? Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nin komisyonda üniformalı şiddeti yansıtan bir fotoğraf göstermesi sert tepkilerle karşılandı. Sizce bu tepkiler neyi gösteriyor, komisyon nasıl bir yaklaşım sergilemeliydi?
 
Eğer barış konuşulacaksa, önce hakikat dinlenmeli. Hafıza, barış süreçlerinin temel unsurudur. O yüzden komisyonların ilk işi, geçmişte yaşanan ağır insan hakları ihlallerini bütünlüklü biçimde ele almak olmalı. Biz Hafıza Merkezi olarak bu yönde bir katkı sunduk; 1990’lardan bugüne belgelediğimiz zorla kaybetme ve faili meçhul vakalarının toplamda 500’ü aşkın olduğunu, ancak hiçbirinin adaletle sonuçlanmadığını ortaya koyduk. Barış süreci, ancak mağdurların tanındığı, faillerin hesap verdiği, inkârın sona erdiği bir zeminde kurulabilir. Bu anlamda Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nin komisyonda gösterdiği bir fotoğrafı, olanları siz farklı değerlendirseniz bile görmeli, üstüne düşünmelisiniz… Çünkü o fotoğraf sahte değildi; bütün basın organlarında yer aldı ve bir hakikatin tanıklığıydı. Barış süreci bu tanıklıkları dinlemekle başlayabilir.
 
Biz Hafıza Merkezi olarak yalnızca geçmişin tanıklıklarını belgelemekle kalmıyoruz; bugün yürüyen barış tartışmalarına da sivil toplumun kurucu rolünü güçlendirecek biçimde katılıyoruz. Bu çerçevede bileşeni olduğumuz Eleştirel Barış Ağı, 2024’te barış, insan hakları ve toplumsal eşitlik alanında çalışan örgütlerin ortak inisiyatifiyle kuruldu. Ağ, barışı yalnızca “çatışmanın sona ermesi” olarak değil, hakikat, adalet, eşit yurttaşlık ve onarım ilkeleri üzerine kurulması gereken bir toplumsal inşa süreci olarak tanımlıyor.
 
Geçtiğimiz ağustos ayında Diyarbakır’da düzenlenen Amed Barış Çalıştayı da bu anlayışın bir sonucu olarak gerçekleşti. Çalıştayda 15’i aşkın sivil toplum örgütüyle birlikte hazırladığımız raporda, Meclis’teki komisyona yönelik somut öneriler geliştirdik: bağımsız bir Hakikat Komisyonu kurulması, zorla kaybetmelerin ve faili meçhullerin araştırılması, mağdurlara yönelik onarım ve tazmin mekanizmalarının oluşturulması, kayyım pratiğinin sona erdirilmesi, anadil ve kültürel hakların güvence altına alınması gibi öneriler bunlardan sadece birkaçıydı.
 
Bu deneyim bize şunu bir kez daha gösterdi: Barış, yalnızca devlet ve silahlı aktörler arasında yürütülen müzakerelerle değil; sivil toplumun, kadınların, gençlerin, mağdurların ve kültürel toplulukların kurucu katılımıyla toplumsallaşabilir. Biz Hafıza Merkezi olarak bu katılımın güçlenmesi, hafıza ve hakikat temelli bir barış zeminine dönüşmesi için çalışıyoruz.
 
“Hafıza sadece geçmişin değil, geleceğin de dilidir; onu korumanın en güçlü yolu da genç kuşakların hafızayı yeniden üretmesini mümkün kılmaktır.”
 
*Geçmişle ilgili neyi nasıl hatırladığımız çok önemli. Bu süreçte neler, hangi yöntemlerle hatırlatılmalı?
 
Hatırlamak, sadece geçmişte yaşananları sıralamak değil; onları bugünle ilişkilendirmek, sorumluluğu paylaşmak ve dönüşüm için alan açmaktır. Hatırlamanın yolu tek değildir. Bizim çalışmalarımızda bellek aktarımı yalnızca raporlar veya arşivlerle değil; sanat, belgesel, dijital platformlar ve mekânsal hafıza projeleriyle de gerçekleşiyor. Bu nedenle hatırlamayı sadece “bilgi üretimi” olarak değil, aynı zamanda etik bir eylem olarak görüyoruz. “Dargeçit” belgeseli bu yaklaşımın bir örneği; bir yandan bir mahkeme sürecinin seyrini takip ederken, öte yandan kayıp yakınlarının adalet arayışını ve toplumsal belleğin nasıl kurulduğunu gösteriyor. failibelli.org arşivimizde zorla kaybedilenlerin dosyalarını herkesin erişimine açarak, unutmanın en kurumsal biçimi olan cezasızlığa karşı kamusal bir hafıza alanı yaratıyoruz.
 
Bunun yanında memorializeturkey.com platformuyla Türkiye’nin farklı bölgelerindeki hafıza mekânlarını, anma pratiklerini ve yıkım biçimlerini haritalıyoruz. Bu çalışma, yıkımın mekânsal izlerini belgelemekle kalmıyor; aynı zamanda insanların bu mekânlarla kurduğu duygusal bağları da görünür kılıyor. Hatırlamanın suçlayıcı değil, dönüştürücü bir eylem olması gerektiğine inanıyoruz. Bir toplumun kendine dürüstçe bakabilmesi için önce geçmişle bağ kurması gerekir. Biz Hafıza Merkezi olarak bu bağın kurulabilmesi için bilgi üretiyoruz ama aynı zamanda başka bir alan da açıyoruz; çünkü hakikat sadece belgelerde değil, insanların hikâyelerinde var oluyor.
 
Bu nedenle gençlerle yürüttüğümüz Hafıza ve Gençlik Programı da bizim için çok önemli. Gençlerin hafıza ve barış çalışmalarına kendi merakları, sanat pratikleri ve hikâye anlatma biçimleriyle katılmalarını destekliyoruz. Çünkü hafıza sadece geçmişin değil, geleceğin de dilidir; onu korumanın en güçlü yolu da genç kuşakların hafızayı yeniden üretmesini mümkün kılmaktır.