Cenazelerin bekletilmesine tepki: İşkence yöntemidir
- 21:35 7 Ocak 2025
- Güncel
İZMİR - SİHA saldırısı sonucu katledilen gazetecilerin cenazelerinin alınması için giden heyetin bekletilmesine tepki gösteren kadınlar, cenazelerin bekletilmesinin cezalandırma ve işkence yöntemi olduğunu söyledi. Kadınlar, kamuoyuna çağrıda bulunarak bu duruma sessiz kalınmaması gerektiğini belirtti.
Kuzey ve Doğu Suriye’de 19 Aralık’ta SİHA ile katledilen gazeteciler Cihan Bilgin ve Nazım Daştan’ın cenazelerini almak üzere Federe Kürdistan Bölgesi’ne doğru yola çıkan heyet, dün saat 16.00’dan bu yana Habur Sınır Kapısı’nda bekletiliyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mêrdîn Milletvekili Kamuran Tanhan, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) ile sivil toplum örgütü temsilcileri ve ailelerin olduğu heyetin sınırdan geçmesi “sistem yok” denilerek engelleniyor. Pasaportları mühürlenmeyen heyet üyeleri 24 saati aşkın bir süredir sınır kapısındaki bekleyişlerini sürdürüyor. Diğer yandan cenazeleri teslim almak isteyen heyetin sınır kapısında keyfi olarak bekletilmesine tepkiler devam ediyor.
Cenazeleri almak için sınır kapısına giden heyetin bekletilmesine tepki gösteren kadınlar, bir an önce cenazelerin teslim edilmesi çağrısında bulunarak duyarlı kamuoyunun bu konuda ses çıkarması gerektiğini ifade etti.
‘Yürütülen bu düşmanlık bizlere geri adım attırmayacak’
Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Newroz Çelik, iktidarların, savaşın ve sömürünün devam ettiği ülkelerde hakikatin bilinmesini istemediklerini ve gazeteciliğin olayların gerçek yüzünü halklara göstermek demek olduğunu belirtti. Newroz Çelik, Cihan ve Nazım’ın temel ilkelerinin gerçeği göstermek olduğunu ifade ederek “Federe Kürdistan Bölgesi ve Türkiye hükümeti hem uluslararası hukuku tanımıyor hem de katlettikleri gazetecilerle ilgili açığa çıkan bu duyarlılığı bastırmak istiyor. Kürdistan’da arkadaşlarımızın cenazesine on binlerce kişi katıldı. Bu sahiplenmenin yansımasıdır. Bugün hala cenazeleri teslim etmemeleri, o sahiplenmeden ve diri olan öfkemizden korktukları içindir. Tabii bu vahşetin içerisinde Kürt düşmanlığı da var. İki yönetimin Kürt mücadelesine bakışı ve yürüttükleri politikalar var. Türkiye’deki halklar bunun normal bir ölüm olmadığını biliyor. Yürütülen bu düşmanlığın, bizlere bir adım dahi geri attırmayacağını, arkadaşlarımızın hakikat ile kurdukları bağa gölge düşürmeyeceğini biliyorlar. Teşhir etmeye, sahiplenmeye ve mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.
‘Uluslararası hukuka uyulsun’
Cenazelerin bekletilmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve ahlaki ve vicdani olarak toplumsal değerlere uymadığını vurgulayan Newroz Çelik, “Yas tutma hakkı en insani değerdir. Böylesine barbar yönetimlerin, halkın maneviyatına olan düşmanlığının açığa çıktığı en önemli yer budur. Bu acıyı hissediyoruz, yüreğimiz bugün cenazeleri teslim almaya giden arkadaşlarımızın yanındadır. Arkadaşlarımız alacağız ve onlara layık bir şekilde bedenlerini toprağa teslim edeceğiz. Bir kez daha buradan kamuoyuna hatırlatma yapmak isterim. Uluslararası hukuka uyulsun. Duyarlı olan tüm kesimlerin buna sessiz kalmaması ve toplumsal değerlere yakışır bir şekilde arkadaşlarımızın cenazelerinin defnedilmesinin sağlanmasını istiyoruz” diye belirtti.
‘Cihan ve Nazım’ın kalemi yerde kalmaz’
İktidarın kontrol edemediği basın çalışanlarının yaşamına alenen kast ettiğini ve bununla yetinmeyip cenazelerine bile eziyet ettiğini belirten Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Parti Meclisi üyesi Aysel Batyar, “Bu iki değerli özgür basın emekçisi nezdinde özgürlüğe, özgür olan ve olmak isteyen herkese ve her şeye düşman faşist blok, tam da kendinden bekleneni yapıyor, şaşırtmıyor. Diriye saygısı olmayanın ölüye saygısı olmaz” ifadelerini kullandı. “Unutulmasın ki Cihan ve Nazım’ın kalemi yerde kalmaz” diyen Aysel Batyar, şunları kaydetti: “O kalemler, Kürt halkının, özgür basın hakkının altına imza atılacak kalemlerdir. Tüm basın çalışanlarının, bu haksız ve hukuksuz duruma karşı ses çıkarması gerekmektedir.”
‘Cihan ve Nazım'ın katledilmesi yeni bir pratik değil’
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) Merkezi Yürütme Kurulu üyesi Sinem Çelebi, Cihan ve Nazım’ın kameralarıyla cihadist çetelerin ve Türkiye’nin Kürdistan'da işledikleri suçları tüm dünyaya duyurmak istediklerini vurgulayarak Suriye ve Rojava'da savaş muhabirliği yapan gazetecilerin, yalanların karşısında her zaman hakikati anlattıklarını söyledi. Sinem Çelebi, “Dolayısıyla bu savaşın bir tarafı oldular, hakikatten yana. Bu nedenle hedef alınıp katledilmeleri tesadüf değildi. Bu coğrafyanın tarihi boyunca olan buydu. Devlet yalan söyler, suç işler; onurlu gazeteciler gerçeği ortaya çıkarır ve en ağır biçimde cezalandırılır. Bazen sansürle, bazen işkenceyle, bazen zindanlarla bazen de ölümle. Bugün yaşananlar, Cihan ve Nazım'ın katledilmesi yeni bir pratik değil. Bir yandan siyonist İsrail devletinin Filistin'de gazetecileri hedef alan saldırılarını kınayan saray rejimi, öte yandan İsrail'in sömürgeci pratiklerini Rojava'da SİHA saldırılarıyla Kürt gazetecileri katlederek bizzat kendisi uyguluyor” diye belirtti.
‘Nazım ve Cihan onurumuzdur’
Katledilen gazetecilerin cenazelerinin, Habur Sınır Kapısı’nda bekletilmesinin cezalandırılma ve işkence yöntemi olduğuna dikkat çeken Sinem Çelebi, “Arkadaşlarımızın cenazesi verilmeyerek toptan tüm gazetecilere ve Kürt halkına gözdağı verilmek isteniyor. Aynı gözdağını, Nazım ve Cihan katledildiğinde sokakta resimlerini taşıyan gazeteci arkadaşlarımızı tutuklayarak da vermişlerdi. Ancak bu tehdit, baskı, işkence yöntemlerinin hiçbiri hakikatin peşinde gidenleri ayıramayacaktır. Nazım ve Cihan'ın kalemi de kamerası da yere düşmez. Cenazesi de yerde kalmaz. Nazım ve Cihan onurumuzdur” diye konuştu.
‘İnsani değerlere aykırı’
DEM Parti İzmir İl Eşbaşkanı Fulya Erdoğan da cenazelerin ailelerine teslim edilmemesinin ve heyetin Habur Sınır Kapısı’nda bekletilmesinin insani değerleri ve temel hakları ihlal eden bir tutum olduğunu dile getirdi. Fulya Erdoğan, “Cenazelerin ailelerine teslim edilmesi ve kendi memleketlerinde defnedilmesi, hem uluslararası hukukun hem de insan haklarının gereğidir. Böylesi bir engelleme, yalnızca acıyı derinleştirir ve toplumda infiale yol açar. Cenazelerin teslim edilmemesi, hukuki ve insani değerlere aykırıdır. Cenazelerin ailelerine teslim edilmesi, temel insan haklarının bir parçasıdır ve keyfi engellemelerle bu hakkın ihlal edilmesi, açık bir şekilde hukuksuzluktur” diye kaydetti.
‘Bu hukuksuz ve insani olmayan tutum sonlandırılmalı’
Cihan Bilgin ve Nazım Daştan’ın gerçekleri ortaya çıkarma görevini yerine getirirken yaşamlarını yitirdiklerinin altını çizen Fulya Erdoğan, şöyle konuştu: “Onların cenazelerinin ailelerine verilmemesi, basın özgürlüğüne ve insanlık onuruna açık bir saldırıdır. Bu durum aynı zamanda, ailelerin en temel hakkı olan cenazelerini alma ve sevdiklerini uğurlama hakkının gasp edilmesi anlamına gelir. Çağrımız şudur; yetkililer bir an önce bu hukuksuz ve insani olmayan tutumu sonlandırmalı, ailelerin acısına saygı duyarak cenazeleri teslim etmelidir. Siyasi hesaplar veya keyfi bahaneler üzerinden cenaze tesliminin engellenmesi kabul edilemez. Toplum vicdanı bu tür uygulamalara sessiz kalmamalıdır. Tüm sivil toplum kuruluşlarını, insan hakları savunucularını ve uluslararası toplumu bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz. Ailelerin acısına saygı gösterilmeli, cenazeler bir an önce teslim edilmelidir. Cenazelerin bekletilmesi, toplumsal barışa zarar veren bir yaklaşımdır. Adalet ve insanlık adına, bu yanlışın derhal düzeltilmesini talep ediyoruz.”
‘İşkence ve zulüm aileler üzerinden de sürdürülmek isteniyor’
Kaldıraç’tan Sibel Yaşar da Cihan Bilgin ve Nazım Daştan’ın cenazeleri bekletilmesinin işkence olduğunu ifade ederek iki gazetecinin de gerçeğin tüm insanlığa ulaştırılması için mücadele ettiğini belirterek şunları ekledi: “Şimdi de gazetecilerin ailelerine cenazeleri verilmiyor. Çünkü bir savaş hukuku işletiliyor. Çünkü aynı işkence, aynı zulüm aileler üzerinden de sürdürülmek isteniyor. Daha önce de defalarca kez bu süreci yaşadık. Tüm dünyada terörist diye anılan IŞİD vardı, ona karşı savaşanları Türkiye terörist diye ilan edip cenazelerini sınırdan geçirmemişti. O gün de cenazelerimizi gerekirse kendimiz omuzlarımızda taşırız dedik, direndik, aldık. Bugün yine olması gereken bu direniş ufkunu, cenazelerimiz için, şehitlerimiz için örgütleyebilmektir. Kapitalist sistem madem hepimize yetecek kadar ölüm vadediyor, ölülerimizden dahi korkarak saldırıyor, o zaman biz de tüm sistemi alaşağı edecek kadar direniş hattını örgütleyeceğiz.”
‘İç savaş hukukunun sonucu’
Gazetecilerin kendi memleketlerinde gömülme hakkının engellenmeye çalışılmasının iç savaş hukukunun sonucu olduğunu vurgulayan Sibel Yaşar, “Aslında savaşın sonunda ölenler süreci tüm çıplaklığıyla gösterenler olmuş olur. Devlet bu gerçeğin görünmesini istemez. Devlet zaten gerçeklerin duyulmasını istemediği için katletmişti gazeteci arkadaşlarımızı. Bununla amaçlanan bir yanıyla gerçeğin saklanması, diğer yanıyla da Türkiye halklarının bu katliamlara karşı gerçekleştireceği bir direniş hattından korkmalarıdır”