Demokratik çözüm paneli: Çözüm Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünde

  • 16:18 8 Eylül 2024
  • Güncel
 
 
İSTANBUL - Barış yolunun PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünden geçtiği ifade edilen “Savaş, yoksulluk ve demokratik çözüm" panelinde söz alan Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Raziye Öztürk, “Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep etmek bir dayanışma olarak ifade edilebilecek bir şey değil bir varoluş meselesidir. Daha gerçekçi ve cesur davranmak gerekiyor” dedi.
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul İl Örgütü, Şişli Cemil Candaş Kültür Merkezi'nde, “Savaş, yoksulluk ve demokratik çözüm” başlığıyla panel gerçekleştirdi. 2 oturum şeklinde gerçekleşen panelin moderatörlüğünü İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri yaparken, panelin ilk oturumunda Yazar Ayşegül Devecioğlu “Savaş politikaları tecrit ilişkisi”, Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz “Savaşın yoksulluk ve göçle ilişkisi”, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Cuma Erçe “Savaşın halkların eşit yurttaşlık talebine etkisi” başlıklarına dair konuşma gerçekleştirdi. 2’nci oturumda Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk “Tecridin hukuki boyutu ve barışa etkisi”, Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise “Yeni bir barış süreci mümkün mü? Ne yapabiliriz” başlıklarında sunum yaptı.
 
Çözümde buluşalım
 
Barış Anneleri İnisiyatifi, aydın, yazar, siyasi parti temsilcilerinin ve çok sayıda kişinin katıldığı panelde “Em li hember şeran aştiyeke birumet diparêzin”, “Savaş yoksulluk ve tecride karşı demokratik çözümde buluşalım”, “Xizanî qeder nîne encama politikayên şer rant û talanê ye” (Yoksulluk kader değil savaş rant ve talan politikalarının sonucudur) pankartları asıldı.
 
‘Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü istiyoruz’
 
Panelde açılış konuşması gerçekleştiren Barış Annesi Rahşan Döner, panelin barışa, eşitliğe vesile olmasını temenni etti. Rahşan, “2014 yılında çöktürme planını ortaya koydular ama çöktüremediler ama bugün adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı sessiz kalmak, teslimiyet ve ölümdür. Bu adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı barış isteyen herkes, yazar, aydın ses çıkarmalı. Omuz verin Kürt halkına. 40 yıldır süren savaştan hepimiz zarar gördük. Tecrit cezaevlerinden tutun evimize kadar girmiş durumda. Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü istiyoruz. Sayın Abdullah Öcalan bütün halklar için barış, demokrasi istiyor, sadece Kürtler için değil. Masaya tekrar oturulsun, muhatap Sayın Abdullah Öcalan’dır. Anneler olarak çok bedel verdik ama bunlara rağmen yine de barış diyoruz. Kürt sorununu çözmemiz gerekiyor. Kimse ölmesin. Başarı yakındır. Omuz omuza verelim, örgütlenelim, eşit bir yaşamı kuralım” çağrısında bulundu.
 
‘Savaş tüccarları dışında savaşın kimseye yararı yok’
 
Ardından Yazar Ayşegül Devecioğlu “Savaş politikaları tecrit ilişkisi” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Ayşegül, Türkiye’nin yürüttüğü savaş politikalarının diğer ülkelerden bağımsız olmadığını belirtirken, “İnsanlığın inşa ettiği evrensel hukuk yok oldu ve sırtımızı yaslayacağımız bir şey kalmadı. Barış mücadelesi için on binlerce can verildi. Bu bize sorumluluk yüklüyor. 50 yıllık savaşın üstüne biz barışı konuşuyoruz ve barışı konuşmak en büyük suç haline getirildi. Savaş en büyük sermaye aracı” dedi. Halkın vergilerinden elde edilen kamu kaynaklarının savaşa harcandığına dikkat çeken Ayşegül, “Karşımıza çıkıp ‘Bir mermi ne kadar’ diyorlar. Irak, Kuzey Suriye tehlike altında ise sadece Türkiye'nin değil diğer devletlerin de tercihi. Halklar dışında bu faciadan kimse alnı açık çıkmıyor. Bir şey başarılacaksa bunu halklar başaracak. Diktatörler, savaş tüccarları dışında savaşın kimseye yararı yok, halkların zararına. Bizim ülkemizde 40 yılı aşmış savaş var. Hak ve özgürlüklerden bahsedenler terörist diye suçlanıyor. Barış fikrinden çok uzaklaştık. Türkiye’de barış niye olamıyor? Başka ülkede sıradan olan evrensel haklar yüzünden biz burada öldürülüyoruz. Anadilde konuşmak terörize edilerek insanların öldürülmesine yol açıyor” ifadelerini kullandı.  
 
‘O kadar can vermişiz ne yapıp edip gayret göstermemiz lazım’
 
Ayşegül, konuşmasına şöyle devam etti: “Belediyenin özerk olduğu anayasada yazıyor ama belediye özerk deyince suç oluyor. Üstümüze sıvanan çamura rağmen eşit yurttaşlığı konuşan insanlar orada varlar ama terörize edilmiş durumdalar. Bizim hafızayı canlandırmamız lazım. Bu ülkedeki savaşı durdurmaya gücümüz yeter. Tecridin kaldırılmasını istemeyi insani ve politik bir talep olarak yorumluyorum. O kadar can vermişiz ne yapıp edip gayret göstermemiz lazım. Barış fikrini nasıl toplumsallaştıracağız konusunda tartışmalıyız. Klişelerden kurtulmalıyız, başka bir dil yaratmalıyız. Barışın hayat, su, ekmek olduğu bir dili yaratmalıyız. Türkiye ilk defa Kürtlerin bu kadar düşmanlaştırıldığı noktadan geçiyor. Tecrit bu ülkenin en büyük garabeti. Tecridi bizim bilmemiz önemli değil bunu anlatmamız önemli.”
 
‘Ezilen halklar ve mülteciler birleşin’
 
Devamında söz alan Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz de “Savaşın yoksulluk ve göçle ilişkisi” konu başlığına dair konuşma gerçekleştirerek mültecilerin her şeyden önce insan olduğunu ama devletler nezdinde bu gerçekliğin göz ardı kaydetti. Ercüment, “Ulus devlet anlayışı mülteci insanları tehdit olarak görüyor. Ulus devlet mülteci insanlara politik hak ve itiraz hakkı tanımıyor. Sistem mültecilere ‘Politik özne olamazsın sadece kurban olabilirsin ve sadece kurban olmaktan kaynaklı hak talep edebilirsin’ diyor. Anadilde eğitim, barış, diyaloğun sağlanmasını, tecridin ve cezaevlerindeki hak ihlallerinin sona ermesini isteyen Kürtlerin bu talepleri ulus devlet anlayışında kabul görebilir mi? Kürt’ün, Alevinin, mültecinin talebini görmeyen sendikaların en basit ekonomik taleplerini elde etmesi mümkün değil. Mülteciliği ortaya çıkaran savaşlardır. Mültecilik sorunu siyasi ve düzen sorunudur. Düzen değişmeden sorun değişmez. Mültecileri siyasi özne olarak kabul edin, sadece savaşın mağdurları olarak değil. Ezilen halklar ve mülteciler birleşin” vurgusu yaptı.
 
‘Onlar için halkın ne yaşadığı önemli değil’
 
Daha sonra söz alan PSAKD Genel Başkanı Cuma Erçe “Savaşın halkların eşit yurttaşlık talebine etkisi” başlığında konuşma gerçekleştirdi. Cuma, Koçgiri katliamından bu yana Kürtlere yönelik saldırılar gerçekleştirildiğinin altını çizerken, “Kürt düşman olmalı, ona yapılan reva görülmeli deniyor. Ezan susmamalı bayrak inmemeli diyorlar. Onlar için halkın ne yaşadığı önemli değil. Bir avuç sermaye dışında kimsenin eşit olmadığını anlamamız yetmez, anlatmamız gerekiyor. Nasıl ki barış sadece Kürtlerin sorunu gibi lanse ediliyorsa eşit yurttaşlık sadece Alevilerin sorunuymuş gibi lanse ediliyor. Yaşanan sorunların savaşın bir sonucu olduğunu anlatmamız gerekiyor. Dili, inancı, kültürü farklı milyonlarca insanın yaşadığı tüm sorunların çözüm yolu ötekileri, ezilenleri bir araya getirerek mücadele etmekten geçiyor” şeklinde konuştu.
 
Konuşmaların ardından ikinci oturuma geçilmek üzere ara verildi.
 
‘Kürtler kader olarak görmedi, özgürlük mücadelesi yürüttü’
 
Aranın ardından Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk “Tecridin hukuki boyutu ve barışa etkisi” başlığına dair konuşma gerçekleştirdi. Raziye, Orta Doğu’da yaşanan savaş durumunun uluslararası güçlerin çıkarlarının sonucu olduğunu ifade etti. Raziye, “Ulus devlet anlayışının krizlerinden biri Kürt sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Kürtler hiçbir zaman bunu kader olarak görmedi, özgürlük mücadelesi yürüttü. Kürtlerin kilit rolde olmasını sağlayan Sayın Öcalan’ın fikirleridir. Sayın Öcalan kendisini ‘özgür Kürt’ün iradesi’ olarak belirtiyor. Sayın Öcalan’ın ciddi bir temsiliyeti var ister kabul edilsin ister edilmesin. Sayın Öcalan Kürt sorununun çözümünde baş müzakereci konumunda duruyor. Sayın Öcalan, soruna her zaman akılcı, tarihsel çözümlerle katkı sunacağını belirtti. Orta Doğu’da yaşanan krizlere dair çözümleri her zaman isabetli ve derinlikli oldu. Dünyanın dört bir yanında fikirleri tartışılıyor. Sayın Öcalan’ın yarattığı bu etkinin kabul ediliyor olması gerekiyor” diyerek halklar tarafından Abdullah Öcalan için gerçekleştirilen kampanyaları hatırlatarak, farklı ülkelerdeki halkların da Abdullah Öcalan’ı kendi önderleri olarak gördüklerini belirtti.
 
İmralı F tipi Cezaevi’nden 10 kat daha hukuksuz bir yer
 
Raziye, konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi: “Sayın Öcalan’ın avukatlarının en son teması 7 Ağustos 2019 tarihinde oldu. Bu görüşmede Sayın Öcalan durumun farkındaydı ve savaşın daha derinleşmesi durumunu ifade ederek ‘Bana olanak verirlerse bir hafta içinde çözerim’ demişti. Sayın Öcalan cezaevlerinde tecrit koşullarında fikirlerini derinleştirip bize yaşam imkanı sunmuştur. Sayın Öcalan’ın halklar lehine çözümü güç odaklarınca hedef alınmış, uluslararası komplo gerçekleştirilerek tecrit devreye konulmuştur. Sayın Öcalan önünde 2 yol olduğunu birinin dağa gitmek birinin de Avrupa’ya gidip demokratik girişimlerde bulunmak olduğunu söylüyor. Sayın Öcalan dağ yolunu seçerse savaşın daha derinleşeceğini ifade ederek ikinci yolu seçti. Uluslararası ülkeler Sayın Öcalan’ın idamla yargılanacağını bile bile Türkiye’ye gönderilmesini sağladılar. İlk gerçekleşen avukat görüşünde 1 Eylül 1998’de başlattığı ateşkesin devam ettiğini söyledi. Sayın Öcalan götürüldüğü İmralı’yı ‘tabutluk’ olarak tanımlıyordu. İlk 10 yıl tek başına tutuldu. Aile bireyleriyle Kürtçe konuşması hücre cezası nedeni oldu 240 gün hücre cezasında kaldı. Şimdi Sayın Öcalan’la beraber 3 mahpus tutuluyor. Burası F tipi cezaevinden 10 katı daha hukuksuz bir yer.
 
Daha gerçekçi ve cesur davranmak gerekiyor
 
Sayın Öcalan sadece 2 defa telefon görüşmesi gerçekleştirebildi. Bir tanesi pandemi nedeniyle, bir tanesi de yaşamına dair endişelerden dolayı gerçekleştirildi. Sayın Öcalan telefon görüşmesinde tepki gösterdi ve avukatlarının cezaevine gelmesi gerektiğini ifade etti. Biz o tarihten bu yana hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Avukat yasağı kararı, aile görüş yasağı var denilerek görüşmelerimiz engelleniyor. BM tedbir kararı verdi ama Türkiye uymuyor. Sağlıkları nasıl? Birbirileri ile görüşebiliyorlar mı? Gönderdiğimiz mektuplar onlara gidiyor mu? Hiçbir bilgimiz yok. İmralı’da yaşananların Türkiye toplumlarına yayılma durumu söz konusu. İmralı’daki politikalarının sessizlikle karşılanması meşruluk aracı olarak görüldü ve teker teker topluma yayıldı. Kürt sorunu ve tecrit arasında ciddi bir bağ var. Kürt sorunun muhatabı tecrit altında tutuluyor. Çözümsüzlük savaşı beraberinde getiriyor. Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep etmek bir dayanışma olarak ifade edebilecek bir şey değil, bir varoluş meselesidir. Daha gerçekçi ve cesur davranmak gerekiyor. Sayın Öcalan’ın sorunu çözecek gücü olduğunu kabul etmeli ve fiziki özgürlüğü için mücadele etmeliyiz.”
 
Raziye’nin konuşması sık sık alkış, “Bê Serok jiyan nabe”, “Bijî Serok Apo” sloganları ile kesildi.
 
‘Barış gelecekse tüm toplumsal kesimlerin rızasıyla gelebilecek’
 
Devamında Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz “Yeni bir barış süreci mümkün mü? Ne yapabiliriz” başlığında sunumunu yaptı. Hakan, şunları dile getirdi: “Bir yerde devletle devlet arasında, devletle etnik bir kimlik veya devletle dinsel bir kimlik arasında savaşlar olabilir. Örneğin Myanmar’da, Filipinler’de devletle etnik ve dinsel kimlikler arasında yürütülen savaşlar görebiliyoruz. Türkiye’de ise bu Kürt sorunundan dolayı farklı bir savaşın olduğunu görebiliyoruz ama bakın toplumsallaşmış ve örgütle devlet arasındaki savaşın çözümünde tarafların dışında sivili toplum örgütleri, hak örgütleri ve kanaat önderleri de olabilir. Çünkü bu ülkeye barış gelecekse tüm toplumsal kesimlerin rızasıyla gelebilecek bir şey bu.”
 
Hakan ayrıca, “Devlet her başı sıkıştığında İmralı’nın kapılarını çalıyor” diyerek PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünün temel aktörü olduğuna işaret etti. 
 
Panel, konuşma ve sunumların ardından soru-cevap bölümü ile sona erdi.