Nesrin Nas: Kürt sorununun ekonomik ve siyasi maliyeti herkese ağır

  • 09:06 14 Nisan 2021
  • Emek/Ekonomi
Habibe Eren
 
İSTANBUL- Önümüzdeki günlerde iflas dalgası yaşanacağını ve var olan ekonomik krize ilişkin yapılacak hiçbir önlemin artık dikiş tutmayacağını belirten iktisatçı Nesrin Nas, “Türkiye, Kürt sorununu onlarca yıldır yok saydığı, görmezden geldiği için ve bu sorun saklanamaz hale geldiğinde de bunu bir güvenlik politikası olarak ele aldığı ve bu şekilde çözmeye kalktığı için hem insani, hem toplumsal, hem siyasi, hem de ekonomik maliyeti herkese son derece ağır oluyor” tespitinde bulundu.
 
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Mart ayına ilişkin tüketici ve üretici fiyat endekslerini geçtiğimiz günlerde açıkladı. Tüketici fiyatları aylık yüzde 0.91, yıllık yüzde 15.61 arttı. TÜFE'de 2021 yılı Şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 0,91, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 2,60, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 15,61 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,81 artış gerçekleşti.
 
Verilere göre Mart'ta tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık yüzde 16,19 arttı, aylık enflasyon ise yüzde 1,08 olarak kaydedildi. Mart ayında gıda fiyatlarında yıllık enflasyon yüzde 17,44 şeklinde verilere yansıdı. Bir önceki aya göre artış ise yüzde 1,13 oldu. Seçilmiş maddeler arasında aylık bazda en fazla yükseliş kaydedenler arasında yüzde 61 ile karnabahar ilk sırada yer aldı. Karnabaharı yüzde 28 ile sivri biber, yüzde 10 ile tavuk eti izledi.
 
Pandemi döneminde Türkiye’de dolar milyarderlerinin serveti 15 milyar dolar artarken, işsizlik ve yoksulluk giderek derinleşti. Ekonomik krizi derinden hisseden yurttaşlar bu süreçte işsizlik ve açlıkla yüz yüze kaldı. TÜİK’in Şubat ayı işsizlik verilerine göre işsizlik bir önceki aya göre 250 bin kişi artarak 4 milyon 236 bin kişi oldu.
 
İktisatçı ve siyasetçi Nesrin Nas bu saatten sonra ekonomide yapılacak hiçbir şeyin dikiş tutmayacağını belirterek, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün krizi derinleştirdiğini ve bu durumun diğer alanlardaki savrulmayı da beraberinde getirdiğini söyledi.
 
‘Enflasyon çok daha yukarı tırmanacak’
 
Enflasyonun hızla artmaya başladığını ve en önemli noktanın üretici fiyat endeksindeki (ÜFE) fiyat artışının tüketici fiyat endeksindekinin (TÜFE) neredeyse iki katı kadar olması olduğunu söyleyen Nesrin, “Yani birisi 16, diğeri de yüzde 30'lara yakın. 2018'lerde de biz böyle bir durum yaşamıştık.  Üretici bu fiyat artışlarını ne yapacak, muhtemelen bir kısmını tüketiciye yansıtacak, ne kadarını yansıtabilecek, ne kadarını yansıtamayacak, bütün bunları önümüzdeki günlerde Merkez Bankası'nın alacağı kararlar belirleyecek. Merkez Bankası kendi başına karar alabiliyor mu ondan da emin değilim. Buna bağlı olarak göreceğiz. ÜFE'deki artışların tüketici fiyatlarına bütünüyle yansıtılması halinde enflasyon önümüzdeki aylarda çok daha yukarı doğru tırmanacak. Kaldı ki biz Mart ayındaki kur şokunun fiyatlar üzerindeki etkisini daha görmedik, bunu önümüzdeki aydan itibaren göreceğiz” dedi.
 
‘Önümüzdeki aylarda iflas dalgası yaşanacak’
 
Türkiye'deki işletmelerin hemen hemen hepsinin borçlu olduğunu kaydeden Nesrin, “Bu borçluluk öyle bir noktaya gelmiş durumda ki, küçük ve orta ölçekli işletmelerin sermayeleri artık negatif durumda. O nedenle kendi üzerlerinde taşımaları zor görünüyor. Borçlu şirketlerde yapılandırılan kredilerin yeniden yapılandırılması, yapılandırılanların yapılandırılmasının yapılandırılması altında ezildikleri ciddi bir faiz yükü var. Şimdi bütün bunları dikkate aldığımızda hepsi zoraki ayakta duruyor. Muhtemelen önümüzdeki aylarda çok ciddi bir şekilde bir iflas dalgası göreceğiz” şeklinde konuştu.
 
‘Bu saatten sonra hiçbir önlem, işlem dikiş tutmaz’
 
Faizleri düşük tutmak için kurun fırlatıldığını, Merkez Bankası’nın ise kuru bastırabilmek için kaynaklarını tükettiğini dile getiren Nesrin, sözlerine şöyle devam etti: “Ama sonunda enflasyon elimizde patladı, faizler ve kur yukarıda, üçü de kontrolden çıkmış durumda görünüyor. Bu saatten sonra hiçbir ekonomik önlem dikiş tutmaz, bunun altını çizeyim; çünkü mesele artık ekonomik mesele değil, mesele artık siyasi bir mesele ve bunun çözümünün de siyaseten olması lazım. Buradaki temel mesele hesap verebilen, şeffaf ve gerçekten ekonomiyi kurumsal düzeyde yöneten ve liyakate değer veren bir siyasetin iş başına gelmesidir. Diyeceksiniz ki bu iktidar ‘Her şeyden vazgeçtim, böyle bir şey yapıyorum’ dese bütün bunlar olur mu?  Hayır yine olmaz. Çünkü krizin müsebbibi olanlar bir krizi çözemez ve yönetemez. O nedenle yeni bir siyasi zihniyetin ve kadronun mutlaka iş başına gelmesi gerekiyor. Türkiye'de artık kimse kimseye güvenmiyor. Özellikle de halk kendini yönetenlere asla güvenmiyor. Bunun da en açık göstergesi faizlerin yüzde 19 olmasına rağmen insanlar bu kadar yüksek kurdan halen gidip döviz altın satın alması. Bu arada bankalarda döviz mevduatlarında az da olsa biraz çözülme var ama bu piyasaya girmiyor, görüyorsunuz. Niye girmiyor piyasaya çünkü aynı anda bir korku var. O korku nedeniyle kayıttan çıkıp yastık altına giriyor.”
 
‘Yabancı sermaye kazancını cebine koyup gidecek’
 
Türkiye'de, sermayenin hukuki bir güvenlik olmadığı için yatırım yapmadığına dikkat çeken Nesrin, “Hukuki güvenlik, yatırımcıların yatırdığı parayı geri alabilmeleri, karlarına transfer edebilmeleri, mülkiyet haklarının korunması, devletin aklına estiğinde yeni kararlar almaması, aklına estiğinde yeni vergiler koymaması demek. Çin'de otoriter bir rejim var ama Çin'e yatırım gidiyor, neden gidiyor? Çünkü Çin'de hukuki güvenlik var. Yani yatırımcı orada Çin devlet başkanına güveniyor, çünkü Çin devlet başkanı tek başına karar almıyor. Çin Komünist Partisi'nden oluşan konseyden kararlar geçiyor, onu dengeleyen ve denetleyen başka mekanizmalar var. Siz ne kadar yüksek faiz verirseniz verin, size gelen yabancı sermaye ancak çok kısa vadeli ve yüksek faizde hem faiz kazancını hem de kur farklarından oluşan arbitraj (risksiz kar etmek için farklı piyasalardaki dengesizlikten faydalanma durumu) kazancını cebine koyup en kısa sürede gidecektir” ifadelerini kullandı.
 
‘Her kriz başka bir krizle yönetildi’
 
Nesrin, Türkiye'de bugüne kadar her krizin, başka bir krizle örtülerek ya da o krizi konuşup diğerini unutturarak yönetildiğine dikkat çekerken, “Bir takım kredi garanti fonları, piyasayı bol krediye boğma, yeniden inşaat sektörünü teşvik edecek bir takım teşvik mekanizmaları geliştirme, vergi indirimleri, vergi bağışıklıkları vs. yapıldı ama hepsinde bol para örterek, saçarak…  Bu paralar işte o Merkez Bankası, kamu bankaları bilmem ne o kanaldan geldi. Dikkat ederseniz geldiğimiz yerde giderek krizlerin arası sıklaşmaya başladı ve her bir kriz diğerinden daha derin ve etki alanı daha geniş bir şekle bürünmeye başladı. Bundan sonra maalesef daha da derinleşecek, çünkü önümüzde çok da parlak günler yok. Sadece bize de bağlı değil bazı şeyler. Bu süreçten sonra, dünyadan gelecek etkileri de tolere etme, yönetme kaynaklarımız, gücümüz ve maalesef kurumsal aklımız da yok. O nedenle daha şiddetli krizlere yelken açmış durumdayız” dedi.
 
‘Yoksulluk aynı zamanda eğitimsizliğe itilmek demektir’
 
Toplumunun giderek yoksullaştığına dikkat çeken Nesrin,  şöyle konuştu: “2013'te kişi başına milli gelir 10-12 bin dolar civarlarındaydı. Bizler iktisatçılar olarak orta gelir tuzağından kurtulmanın şeklini şemalini ve yollarını tartışırdık, şu adımları atmazsak orta gelir tuzağına hapsolur kalırız derdik. Şu anda Türkiye orta gelir tuzağında değil, onun da çok gerisine düşerek, yoksulluk tuzağına hapsolup kaldı. Yoksulluk sadece gelir kaybetmek, gelirsizlik demek değil, yoksulluk aynı zamanda eğitimin dışına atılmak demektir. Sizi yoksulluktan kurtaracak olan tüm mekanizmaların dışında kalmak demektir. Devlet bu kapanı kıracak mekanizmaları devreye koymazsa toplumun büyük bir bölümü o yoksulluğu üreterek, giderek daha da derinleşen bir yoksulluğun içine düşer ve ondan sonra siz sadece yoksul değil eğitimsiz, en önemlisi de umutsuz ve kalabalık bir kitleyle yüz yüze kalırsınız. O kitle aynı zamanda siyasi yapıyı da bir şekilde belirler. Genellikle o tür bir kitlenin varlığı otoriter veya totaliter yönetimlerin çerçevesini güçlendirir.”
 
‘Kürt sorunun maliyeti herkes için son derece ağır’
 
Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün de krizi derinleştirdiğini belirten Nesrin, bunun diğer alanlardaki savrulmayı da beraberinde getirdiğini dile getirdi. “Türkiye sadece Kürt sorununda değil diğer bütün meselelerde çözemediği sorunu yok saymak, görmezden gelmek ya da sorun artık saklanamayacak hale geldiğinde de tekme tokat çözüyor” diyen Nesrin, “Türkiye, Kürt sorununu onlarca yıldır yok saydığı, görmezden geldiği için ve bu sorun saklanamaz hale geldiğinde de bunu bir güvenlik politikası olarak ele aldığı ve bu şekilde çözmeye kalktığı için hem insani, hem toplumsal, hem siyasi, hem de ekonomik maliyeti herkese son derece ağır oluyor. İşte o ağırlığı şu an daha derinden yaşıyoruz” sözlerine dikkat çekti.
 
‘Çözüm masası korunsaydı bugün çok farklı şeyler konuşulurdu’
 
Devletin 1990'lı yıllarda yine aynı şekilde artan askeri, güvenlik harcamaları ve söz konusu harcamalarının dışında bozulan devlet düzeni, baskıcı yapının varlığı ve toplumsal huzursuzlukların toplumu fakirleştirdiğini anımsatan Nesrin, sözlerine şunları söyledi: “2000'li yılların başında, 99'dan sonra bir anlamda hem ekonomik reformlar ama aynı anda AB’ne müzakere sürecinde anayasa değişikliği, bu sorunu bir şekilde daha barışçı yollardan çözmenin önünü açacak bir takım adımlar hem çatışmayı aşağı çekti hem de -evet çok acı çekildi ama birtakım şeylerin de önünü açtı. Şimdi Türkiye o çözüm masasını koruyabilseydi bugün çok farklı şeyler konuşuyor olurduk. Maalesef bunun çok ciddi bir katkısı var, bu sorunu çözmediğimiz için bu sorun bizi çözdü, bir toplum olma halimizi ortadan kaldırdı. Türkiye'yi bütünüyle hukuk dışı bir devlet haline getirdi. Bütün kaynakları güvenlik sektörüne aktardı. Güvenlik sektörüne aktardığında da o totaliter rejimi tahkim edecek yapıya aktardı ve toplumun büyük bir kısmı da buna sadece Kürtler değil, Türkler de aynı sorunlarla, yoksulluk problemleriyle yüz yüze kaldılar ama bu etnik mesele devreye girince çok daha ağır bir şekilde yansıyor.”
 
‘Aileler gelirini kaybettikçe çocukların eğitimine kaynak ayıramıyor’
 
Krizin toplumun tümünü yoksullaştırdığını ancak bu durumdan en fazla kadınların etkilendiğini ifade eden Nesrin, “Ekonomik kriz kadınları çok ağır bir şekilde vurmuş durumda. Kadına karşı ayrımcılığın giderek arttığını, kadın iş gücünü, işsizliğin bir nedeni olarak gören yaklaşımların öne çıktığını ve kadını sadece aile içinde tanımlayan bir anlayışın egemen olduğunu görüyoruz” dedi. Nesrin, gelirsizliğin şiddetin artmasına neden olan etkenlerden biri olduğuna işaret ederek, “Şiddete en fazla kadınlar maruz kalıyor. Pandemi de bu sorunu daha da ağırlaştırdı. Pandemi nedeniyle gelirlerini kaybeden ailelerde huzursuzluklar, özellikle tek başına yaşayan kadınların iş hayatının dışına atılması ya da günübirlik çalışan ev emekçisi kadınların işlerini kaybetmeleri yüzünden yaşadıkları fakirlik derinleşti ama bir başka sonucu var, bu çok görülmüyor. Aileler gelirlerini kaybettikçe çocuklarının eğitimine kaynak ayıramıyorlar ve çok sınırlı kaynak varsa bu kaynak da erkek çocuklarına tahsis ediliyor, kız çocukları eğitimden kopuyor” diye konuştu.
 
‘Kürt ve Roman kadınlar daha ağır yaşıyor’
 
Yoksulluğun hem cinsiyet hem de etnik boyutu olduğunu söyleyen Nesrin, “Kürt kadınları ve Roman kadınları bu durumu çok daha ağır yaşıyor. Birinci problemimiz yoksulluk. Onu çözmek gerekiyor. Adil bir gelir dağılımı, adil bir eğitim, adil bir sağlık hizmetinin hayat bulması gerekiyor. Aşıda, salgınla baş etmede ve her konuda adaleti tesis etmezseniz bu sorunların hiçbirini çözemezsiniz. Bunu çözemediğiniz zaman ekonomideki diğer genel problemleri de aşmanız çok kolay olmaz.  Çok geçici olur, nitekim öyle de oluyor” ifadelerinde bulundu.
 
‘Başkanlık rejimi bu noktalara getirdi’
 
Hesap vermeyen, şeffaf olmayan, tek bir aklın, iradenin her şeye karar verdiği, kendine özgü hibrit bir başkanlık rejimi sonucu bu noktalara gelindiğine dikkat çeken Nesrin, başkanlık rejimin olduğu Şili’yi örnek gösterdi. 2002 yılında Türkiye’de de Şili'de de kişi başına gelirin 4 bin dolar civarında olduğunu aktaran Nesrin,  “2013 yılında biz 12 bin dolara çıktık, Şili de o civarlardaydı. Şimdi bizde kişi başına düşen milli gelir 7 bin 700 dolarlar, Şili’de 16 bin dolar.  Neden? Çünkü iki başkanlık sistemi arasında çok büyük bir fark var, 2013'ten sonra burası yavaş yavaş başkanlık rejimine giden altyapıyı, o yolu hazırlama sevdasına, yavaş yavaş içine çökmeye, hukukun dışına çıkmaya, güveni yok etmeye başladı. Şili’de hesap vererek, şeffaf, denetlenerek, güçlü bir yasanın olduğu başkanlık sistemiyle onlar 16 bine gitti, biz onların neredeyse yarısı kadar bir yere geri döndük. O nedenle söylüyorum bu kriz siyasi bir krizdir” diye konuştu.
 
‘AKP’nin harcadığı 400 milyar dolar orta gelirli ülkeyi zengin yapardı’
 
AKP hükümetinin iktidara geldiği günden bugüne 350 milyar doların dış kaynak, 60 milyar doların özelleştirmeye ayrıldığına dikkat çeken Nesrin, “Yuvarlayarak 400 milyar dolar diyelim. Böyle bir kaynak fakir bir ülkeyi orta gelirli yapar, orta gelirli bir ülkeyi de zengin ülke yapardı. Bu kaynaklar yok oldu gitti, bozuk şartların arasında eridi gitti. İşte biz bugün yoksulluğu konuşuyoruz, bugün işsizliği konuşuyoruz” dedi.