Avukat Newroz Uysal: CPT’nin ziyaret ve raporlarını kamuoyuna iletebilecek yetkisi var
- 09:01 29 Ekim 2022
- Güncel
Şehriban Aslan
DİYARBAKIR - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatı Newroz Uysal, CPT’nin İmralı’ya gittiğini hatırlatarak, “CPT’nin çıkıp ilgili ülkenin sözleşmeye uygun davranmadığını, kendi tavsiyelerine uymadığını bu nedenle var olan iş birliğinin gerektiği gibi yürümediğini ifade ederek hem ziyaretlerini hem de raporlarını kamuoyuna iletebilecek bir yetkisi var” dedi.
İmralı’da 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. En son 7 Ağustos 2019 tarihinde avukatları ile görüşebilen Abdullah Öcalan, Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ile Hamili Yıldırım’ın ailesi ve avukatları tarafından şu ana kadar yüzlerce defa görüşme başvurusu yapılmasına rağmen, bu başvurular keyfi verilen disiplin cezaları gerekçesiyle engelleniyor.
Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından, PKK Lideri Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer 3 tutsak için 2021 yılının Ağustos ayı ile 2022 yılının Şubat ve Mayıs ayları olmak üzere 3 farklı aile görüş yasağı, 2021 Ekim ve 2022 Nisan ayından bu yana iki farklı 6 aylık avukat yasağı gerekçesiyle görüşlerin yapılması engellendi. Disiplin Kurulu’nun verdiği cezalara itiraz eden avukatlar, Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Ancak avukatların yaptığı itiraz başvurusunun reddine karar verildi. Avukatlar, yaptıkları itiraz başvurusunun reddedilmesinden sonra 12 Mayıs’ta Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarından ve Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Newroz Uysal, İmralı’da uygulanan tecrit sitemi, müvekkilleri ile görüşmelerinin engellenmesi ve Türkiye ve uluslararası kurumlara yaptıkları çağrılara yapılan geri dönüşlerle ilgili konuştuk.
“Sayın Öcalan’ın yıllardır ifade etmiş olduğu bir husus var; ‘burada bir İmralı tecrit sistemi uygulanıyor. Bu sistem kendi içerisinde hukuksal, siyasal, ekonomik, yaşamsal, toplumsal birçok amacı barındırıyor. Tüm bu amaçlara karşı burada bir duruş sergiliyorum’ diye ifade ettiği İmralı duruşundan bahsediyor.”
*İmralı’da tecridin yanı sıra yıllardır sergilenen bir duruş var. Bir diğer adıyla ‘İmralı duruşu’ olarak adlandırılabilecek duruşu nasıl okumak ve nasıl görmek gerekiyor?
Sayın Öcalan şahsında 24 yıldır devam eden bir İmralı özel tecrit işkence sisteminden, bir tutsaklıktan bahsediyoruz. Bu hem rakamsal olarak çok uzun bir süre ve aynı zamanda cezaevinin kendisi hem fiziki, hem psikolojik hem dış dünyayla iletişimi hem de hukuksal bakımda yaratmış olduğu ve bir insanın dayanmasının çok zor seviyelerde olduğu; ciddi anlamda insan psikolojisini ve sağlığını tamamen etkileyen fiziki mekândan bahsediyoruz. Bu mekânın kendisinin içerisinde yaratmış olduğu ve özgün olan birçok belirleme tespit ve uygulama söz konusudur. Bu uygulamaların tamamı aslında hukuki olmaktan ziyade bir kısım siyasi politik amaçlar ve istekler doğrultusunda şekillenen bir cezaevi sistemiyle karşı karşıyayız. Buna karşı hem iradenin teslim alınmasına karşı uygulanan tecrit sisteminin hukuki anlamda hem hukuku araçsallaştırarak iletişimin kesilmesi hali hem telefon, gazete, kitaba erişim, hem mektup alışverişi gibi dünyayla iletişim kurabilecek tüm alanların yok sayılması sürecine giren 24 yıllık bir sürecin tamamında… Ha keza 1 yıllık sürecin tamamında tek başına kalmadan sonra İmralı’ya götürülen 5 kişi ve son olarak da orda bulunan 3 tutsak müvekkilimizin iletişime baktığımızda tüm bu sürecin tamamında çok ciddi bir irade kırma politikası olduğunu görüyoruz.
İmralı tecrit sistemi
Buna karşı Sayın Öcalan’ın yıllardır ifade etmiş olduğu bir husus var; ‘burada bir İmralı tecrit sistemi uygulanıyor. Bu sistem kendi içerisinde hukuksal, siyasal, ekonomik, yaşamsal, toplumsal birçok amacı barındırıyor. Tüm bu amaçlara karşı burada bir duruş sergiliyorum’ diye ifade ettiği İmralı duruşundan bahsediyor. Bunu aslında birçok siyasetçinin, birçok kişinin ve Kürt halkının direniş diye ifade etmiş olduğu, Sayın Öcalan’ın da İmralı duruşu diye ifade ettiği bir cevap var. Bu hem en olmaz, en imkânsız zamanlarda gerçek anlamda var olan tecride karşı dayanabilmeyi kendi içerisinde barındırıyor hem de tecrit koşullarına rağmen düşünme, üretme, bu konuda somut olarak bir şeyler ortaya çıkarma, dış dünyadan bu kadar kopukken dış dünyayla bu kadar iç içe olan hayal dünyası kendi içinde var ediyor. Sayın Öcalan, son 2019 yılındaki 5 görüşmede şu şekilde ifade etmişti; ‘Ben sabah uyandığımda kendi kafamda yeni bir çözüm önerisi geliştiriyorum. Bu önerilerin eksikliklerini bulup revize diyorum. Akşam olduğunda da bir kere daha revize edip tekrar dönüştürüyorum. İşte ben günün 24 saatimi sürekli çözüm konusunda neler yapabileceğimi düşünerek bu şekilde dolduruyorum’ diyerek aynı şekilde kendisinin bu dayanma gücünü buradan aldığını ifade etmişti. Ve Sayın Öcalan’ın İmralı duruşu kendisine dayatılmaya çalışılan siyasi pozisyonlara karşı duruşu da aynı şekilde kendi içerisinde barındırıyor.
Toplu izolasyon
2009 yılında İmralı Cezaevi’ne nakledilen 5 yeni tutsaktan sonra herkesin beklentisi tecridin değiştirilmesine dönüktü. Maalesef hukuksal anlamda da siyasal anlamda da orada bir sekretarya görevi görmesi gereken tutsakların aynı şekilde İmralı tecrit sistemine dahil edilerek var olan tecrit durumunu toplu izolasyon olarak ifade etmiştik. 2015 yılında İmralı’ya götürülen 3 müvekkilimiz de tüm hukuksuz uygulamalardan nasibini maalesef ki alıyor. Onlar diğer cezaevlerinde aileleriyle görüşebiliyorken, dış dünyayla bağlantıları varken İmralı’da bu haklarından 7 yıldır yoksunlar ve tek bir avukat görüşü gerçekleştirilmiş değildir. Aileleriyle üçer defa sadece sınırlı bir yüz yüze görüşme gerçekleştirmişlerdir. Bu üç müvekkilimiz de aynı şekilde Sayın Öcalan’ın ifade etmiş olduğu İmralı duruşundan aslında uygulamalardan nasiplerini aldıkları gibi aynı duruşu sergileyerek iradelerini gösterdiler.
“Beklentimiz var olan mutlak tecrit halinin ortadan kaldırılarak Sayın Öcalan’ın tüm hukuki haklarının tesis edilmesiydi. Fakat öncelikli olarak aile ve avukat görüşmesinin gerçekleşmesidir. Başvuru yaptığımız birçok kurum süreci takip ettiklerini ifade etse de aradan bir yıl gibi bir süre geçti.”
*Asrın Hukuk Bürosu olarak 28 baroya başvuruda bulundunuz. Bunun üzerine Diyarbakır Barosu’nun İmralı’ya gitmek için bir girişimi oldu. Buna ilişkin Adalet Bakanlığı’ndan bir geri dönüş oldu mu?
Asrın Hukuk Bürosu olarak sadece Sayın Öcalan ile görüşebilmek ya da var olan tecrit koşullarına hukuki anlamda itirazda bulunmanın dışında; İmralı uygulamalarının yaratmış olduğu toplumsal ve hukuksal sonuçlarını gözeterek birçok uluslararası kurumlara belli aralıklarla başvuru ve çağrılarda bulunuyoruz. Bunların en sonuncusu aslında yoğun bir başvuru sürecine girdiğimiz dönemde Sayın Öcalan 2021 yılının Mart ayında telefon görüşmesinin yarıda kesilmesinden sonra uzun bir süre haber alamadık. Öncesinde de aile ve avukat görüşmesi gerçekleşmiyordu. Ha keza diğer iki müvekkilimizin de protesto ettiği bilgisinden sonra ve koşulların çok ağır olduğunu ve tecrit koşullarından gerçek anlamda bir protesto halinden sonra avukatlar olarak birçok kuruma itirazlarda bulunduk. Sonuç alamadık. Bunun üzerine geçen 2021 yılının Eylül ve Ekim ayından itibaren mutlak iletişimsizlik halinden yaklaşık 6 ay sonra Türkiye’deki 30 baroya, birçok sivil toplum kuruluşuna, insan hakları alanında çalışan dernek ve vakıflara başvurularda bulunduk. İletişimsizlik haline dikkat çektik. Tecridin kaldırılması için de ilgili kurumların harekete geçmesini istedik.
Mutlak iletişimsizlik 19’uncu ayına giriyor
Beklentimiz var olan mutlak tecrit halinin ortadan kaldırılarak Sayın Öcalan’ın tüm hukuki haklarının tesis edilmesiydi. Fakat öncelikli olarak aile ve avukat görüşmesinin gerçekleşmesidir. Başvuru yaptığımız birçok kurum süreci takip ettiklerini ifade etse de aradan bir yıl gibi bir süre geçti. Artık var olan durumlar üzerinden mutlak iletişimsizlik 19’uncu ayına doğru gidiyor. Başvuru yaptığımız kurumlardan sadece Diyarbakır Barosu Adalet Bakanlığı’na bir başvuruda bulunarak bizim başvurumuzu da gerekçe göstererek kendileri görüşme başvurusunda bulundu. Ayrıca tecridin hukuksal olmadığını, Türkiye’deki ceza kanunlarına, infaz yasalarına aykırı olduğunu, Sayın Öcalan’ın bir tutsak olarak kanundan kaynaklı aile ve avukat görüşmesi hatırlatılarak bunun sağlanması talebinde bulunmuştu. Fakat Adalet Bakanlığı’ndan kendilerine dönük bir cevap gelmediğini biliyoruz.
Biz avukatlar olarak yaklaşık 3 yıldır tüm hukuki süreçlerden ayrı tutuluyoruz. Hiçbir sürece, soruşturmalara dahil edilmiyoruz. Sonuçlardan haberdar edilmiyoruz. Bizim bu duruma dahil olmak için yaptığımız başvurular bile reddediliyor. Buna hukuki bir kılıf bulmaktan da, izahat etmekten de çok uzak bir noktadayız. Bunun yaratmış olduğu vahameti görerek bu kurumların harekete geçmesini istedik. Ancak bizim yaptığımız başvurular üzerinden 1 yıl geçti. Kaygılarımıza, taleplerimize de hala cevap verilmiş değil. Bu kurumların tabi ki hala gündemlerine alarak bu konuda harekete geçmelerini bekliyoruz.
“2 bini aşkın avukatın Sayın Öcalan ile görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunmasını çok kıymetli buluyoruz. Bugüne kadar buna benzer birçok girişimde bulunulmuştu. Bazen imza kampanyası, bazen deklarasyon, bazen çağrılar bazen de Avrupa Konseyi ve CPT’ye başvurular yapılıyor. Ancak ilk defa bu kadar yüksek bir sayıda bu kadar geniş bir coğrafyada ve bu kadar net bir taleple böylesi bir başvuru gerçekleşmişti.”
*14 Ağustos’ta Demokrasi ve Dünya İnsan Hakları İçin Avrupa Avukatlar Birliği (ELDH) öncülüğünde, 22 ülkeden 350 avukat Abdullah Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığı’na mektup gönderdi. Sonrasında ise Fas, Filistin, Güney Kürdistan, Irak, Lübnan, Mısır, Kuzey ve Doğu Suriye ile Ürdün ve daha birçok ülkeden 2 bine yakın avukatın Adalet Bakanlığı’na Abdullah Öcalan ve İmralı’da kalan 3 isimle görüşmek için başvuruda bulunduğu duyuruldu. Sizler Abdullah Öcalan’ın avukatı olarak bu başvuruları ve girişimleri yeterli buluyor musunuz?
Uygulanan tecrit ve izolasyon sistemine karşı bizler hukuki başvurular dışında aslında Türkiye ve dünyada duyarlı ve tecrit halinin sona erdirilmesi konusunda birçok temaslar yaparak çalışmalar yürütüyoruz. Bu noktada avukatların hem Türkiye hem dünyada 2 bini aşkın avukatın Sayın Öcalan ile görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunmasını çok kıymetli buluyoruz. Bugüne kadar buna benzer birçok girişimde bulunulmuştu. Bazen imza kampanyası, bazen deklarasyon, bazen çağrılar bazen de Avrupa Konseyi ve CPT’ye başvurular yapılıyor. Ancak ilk defa bu kadar yüksek bir sayıda bu kadar geniş bir coğrafyada ve bu kadar net bir taleple böylesi bir başvuru gerçekleşmişti. Türkiye’deki avukatlara dönüş yapılmadığı gibi 2 bini aşkın avukata da dönüş yapılmadı. Hukukçuların içinde eski hakimler, hala yargıçlık yapanlar ve baro başkanları yer alıyor. İmzacılar bu konuyu gündemlerinde tartışacaklarını, bununla sınırlı kalmayacakları ve belli planlamalarını olduğunu biliyoruz. Bu noktada bunun devamının getirilmesi gerekiyor. Kendilerinin de bu yönlü planları var. Bunların daha da artırılmasını istiyoruz.
Hem Türkiye hukuku hem de uluslararası sözleşmeler nezdinde insan hakları anlamında hukuk siyasi gerekçelerle yok sayılıyor. Bunun Sayın Öcalan’ın sınırlı bir etki etmediğini bugün Türkiye’deki cezaevleri ve hukuk alanına da etki ettiğini görüyoruz. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasi atmosfer gittikçe diktatörleşmesinin de bir kaynağı olduğunun farkına vararak harekete giriştiler. Bizler bu ve benzeri bir imza çağrısı, başvuruların daha sistematik ve devam edeceğini umuyoruz. Şu an içinde bulunduğumuz konum itibarıyla bu çalışmalar bir sonuç vermiş değil ve hala aile ve avukat görüşmesi gerçekleşmiş değil.
“Komitenin bu kadar gündeme almaması, zamana yayması, Türkiye’yi normal deyimle sıkıştırmaması, ama hukuksal olarak ifade edersek etkin bir takip yapmaması; aslında Türkiye’ye bu süreci zamana yayma fırsatı verdi.”
*Avrupa Konseyi Türkiye’den İmralı’ya dair ‘umut hakkına’ ilişkin somut bir cevap istedi fakat Türkiye var olan yasaları hatırlatmakla yetindi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
AİHM’nin ağırlaştırılmış müebbedin önceye kadar infaz edilmesinin işkence yasağı olduğu tespitine dair mahkeme kararının ya da bizlerin basında “umut hakkı” diye ifade ettiğimiz kararın uygulanmasına dönük prosedürü devam ediyor. Bakanlar Komitesi 2014 yılından bugüne dek 8 yıllık bir süreçte denetim mekanizmasını başlattı ve bu sürdürülüyor. Ancak bu 8 yıllık süreçte ne komite gerektiği ciddiyetle kararın uygulanmasını talep etti ne de Türkiye bu kararın gereği olan yasaların değiştirilmesi konusunda bir adım attı. Ayrıca ne Avrupa Konseyi ne de Avrupa Yasaları Mahkemesi bu zulmün takipçisi oldu. Sayın Öcalan şahsında verilmiş bir karar sonrasında üç tutsak hakkında da aynı karar verildi. Bugün Türkiye’de binlerce kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alıyor. Komite’nin, Türkiye’nin yasal değişiklik yapması konusunda daha etkin bir takip yapması gerektiğini düşünüyoruz. Biz o yıldan bugüne kadar belirli aralıklarla birçok başvuruda bulunduk. Bizler dışında üçüncü bir göz olarak Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ve dünyada birkaç sivil toplum kuruluşu, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Türkiye’de neden değiştirilmesi gerektiği ve komitenin nasıl adımlar atması gerektiğini hatırlatan gözlemde, bildirimde bulundu.
Komite harekete geçmedi
Buna ilişkin komite 8 yıllık süreçte sadece bir kez 2020 yılında 30 Kasım ve 1 Aralık toplantısında gündemine aldı. Ve bu gündemine alma hususu da hem bizlerin hem de bu sivil toplum kuruluşları başvuruları sonucu gerçekleştirmiş oldu. Yani olağan prosedür içerisinde resen komite harekete geçmedi. Burada da komite şu karara vardı; ‘Evet Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını istisnai olarak belli suçlar bakımından verilmesi mahkeme tarafından ihlal kabul edildi. Türkiye bugüne kadar iki eylem planı sunuldu. Ancak somut hiçbir eylemi yok, bir süre öngöresi yok. Bugün Türkiye’de kaç kişi ağırlaştırılmış müebbet cezası almış bilinmiyor. Türkiye nasıl bir karar değişikliği yapacak bilinmiyor’ gibi sıralamalarda bulunarak Türkiye’den en geç 2022’ye kadar bilgi talebinde bulunmuştu. Ancak Türkiye bilgilendirme yapmak yerine 13 Ekim’de yeni bir eylem planı sundu. Tabi ki eylem planını sunmak daha ciddi görünen bir durumdur. Ancak Türkiye’nin eylem planı daha önce sunmuş olduğu iki eylem planıyla hemen hemen aynısı. Tekrar eden ‘sadece benim kanunlarımda böyle bir yasa var ve ben bu yasayı herkes için değil belli suç tiplerim için getiriyorum’ diyerek; aslında komiteyi Sayın Öcalan gibi yani isim vermeden, sayı vermeden Türkiye’de kanununun uygulanma coğrafyasını, biçimini hiçbir şeyini vermeden sadece bu nezde bu kadar daraltmış halde tekrar eden yeni bir eylem planı ama aslında içerik olarak aynıdır.
‘Zamana yayılmış idam’
Zaten AİHM Türkiye’de bu istisnayı ihlal kararı olarak verdi. Tekrar istisna varmış gibi komiteyi ikna etmeye çalışmak boş bir çabadır. Bir hukuki karşılığı bizim açımızdan tabi ki yok. Komite bakımından da aslında hiçbir geçerliliği yok. Çünkü bir eylem planının nasıl olması gerektiği konusunda komitenin kendi iç tüzüğü var. Yani Türkiye herhangi bir tüzüğü öngörmemiş. Mesela 6 ay içerisinde 1 yıl içerisinde bu kanunu değiştireceğine değinmiyor. Ya da ülkede kaç kişinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldığını söylemiyor. Buna sadece zaman kazanma ya da işte iş bu prosedürünü takip ettiğini göstermeye çalışan yani hukuki anlamda nafile ancak siyasi anlamda bir danışıklı dövüş olduğunu düşünüyorum. Çünkü evet komite bir ihlal kararını kaç yılda yerine getirir öyle bir netlik yok yani komite isterse bir kararı 1 yıl, 5 yıl, 10 yıl, 15 yıl 20 yılda da sonuçlandırabilir. Bunu belirleyecek olan birincisi komitenin ciddiyetidir, ikincisi ilgili ülkenin bu değişikliği yapma konusundaki iradesidir. Bugün Türkiye’nin zaten Sayın Öcalan şahsında olmasa da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını getirme nedeni budur. İdam cezasından bu cezaya geçmesinin nedeni budur. Sayın Öcalan’ın da deyimiyle ‘zamana yayılmış idam.’ Kendileri de bunu bu şekilde kabul ediyor. O dönemin kanunu getirme haliyle şuandaki tartışmalar o şekilde yürüyor. Yani biz Sayın Öcalan’ı ‘salıverecek miyiz, nasıl yapacağız’ diye aslında belli çevreler bunu tartışıyor.
Ciddi yaklaşılmadığını gösteriyor
Sadece Kürt halkı, hukukçular ya da demokrat hukukçular bunu tartışıyor. Diğer cepheden bir mahkeme kararı var. Türkiye ne yaparsa yapsın hala bu sözleşmenin bir tarafı, bununla sorumlu ve bu sorunları gündeme getirmekle zorundadır. Ancak komitenin bu kadar gündeme almaması, zamana yayması, Türkiye’yi normal deyimle sıkıştırmaması, ama hukuksal olarak ifade edersek etkin bir takip yapmaması; aslında Türkiye’ye bu süreci zamana yayma fırsatı verdi. Türkiye Eylül ayında bir eylem planı sundu. Bu eylem planıyla ilgili hiçbir şey yok. Komite bu eylem planına ilgili nasıl bir tepki gösterecek diye biz bekliyoruz. Bugün Aralık toplantısında Sayın Öcalan’ın ağırlaştırılmış müebbet kararı gündemde yok. Yani bunu gündeme almama hali bile aslında hiç ciddi yaklaşılmadığını bizlere gösteriyor. Türkiye sadece ağırlaştırılmış müebbet konusunda değil, bugün Türkiye Avrupa Konseyi’nde, AİHM’de, CPT’ye karşı, Bakanlar Komitesi’ne karşı, BM’ye karşı gerçek anlamda bir hukuk tanımazlık hali var. Kararları tanımama, uygulamama, sürece yayma ya da açıktan meydan okuma görünürde bir hal olsa da aslında bunun böyle olmaması gerektiği ve bu kurumların tepki vermesi gerekiyor. Ancak sadece hukuksal prosedür ve yükümlülük sözleşmeden kaynaklı yükümlülükte bugün maalesef ki bunları belirleyen süreç onların siyasi ekonomik pazarlıkları oluyor. Bu pazarlıkların sonucu olarak da Sayın Öcalan, Kavala, Demirtaş, faili meçhul, ifade özgürlüğü kararları benzer birçok kararda zamana yayan bir hal var.
Bugün komite şunu diyebilir; ‘3 tane eylem planı sundun. 3’ünde de aynı şeyler tekrar etti. Bugün herhangi bir kanun değişikliği hazırlığı yok. STK’lerin bildirimleri ortada. Türkiye’nin kararı uygulamayacağına dair bir irade var’ deyip buna dair prosedür başlatabilir. Ancak komite bu yönlü kararı aylık toplantısına gündeme almama hali öyle bir refleks göstermeyeceğini maalesef ki bize gösteriyor. Buna karşı bizler Sayın Öcalan’ın avukatları ve diğer üç ihlal kararı verilen tutsakların avukatları olarak bildirim yapmaya ve gerçekten aciliyeti gösterme konusunda harekete geçmeye devam edeceğiz.
“CPT’nin olağan prosedürünün işletilmesi için olağan süreç olması gerektiğini düşünmek gerekir. Bugün İmralı’da yaşanan durum olağan bir süreç değildir. İmralı olağan bir cezaevi değil. İmralı aslında CPT’nin ziyaret edip belli prosedürleri işleteceği mekan olmaktan yıllardır çıkmış.”
*Geçtiğimiz haftalarda CPT İmralı Cezaevi’ne ziyaret gerçekleştirdiğini duyurdu. CPT yaptığı ziyaretin içeriğini Türkiye’nin izin vermesi halinde açıklayacağını belirtti. Ki bilindiği gibi CPT yıllardır kritik zamanlarda ziyaretler gerçekleştirip içeriğe ilişkin bilgilendirme yapmıyor. CPT’nin bu tutumunu nasıl değerlendirmek gerekir?
CPT’nin İmralı ziyareti kamuoyunda haklı olarak çokça tartışıldı. CPT’nin ziyaret etmesi için biz avukatların sürekli başvuruları var. Uluslararası arenada siyasi partiler, siyasetçiler, halkın kendisi bireysel olarak birçok alanda çağrılar ve başvurular olmuştu. Bu çağrı ve başvurular sadece bir kerelik başvuru için değildir. CPT’nin görevini yerine getirmesi ve düzenli takip gerçekleştirmesi içindir. CPT’nin Eylül ayında gerçekleştirmiş olduğu ziyarete tabi ki önem veriyoruz ve tabi ki olması gereken budur. Ziyaretlerin sıklaştırılması gerekir. Raporların hızlı bir şekilde hazırlanması, kamuoyuna duyurulması ve orada var olan mutlak iletişimsizlik halinin ortadan kaldırılması beklenti ve talepler bu yöndedir. Ancak bu son yıllarda sadece bir ziyaret gerçekleşti. 24 yıllık İmralı tutsaklık tarihi süreci 9’uncu ziyaretidir. CPT’nin ziyaret sonrası kamuoyuna açıklama yapmayacağına dönük kendi iç tüzüğünden gelen bir prosedürdür. Ziyaretler gizli gerçekleşiyor, döndükten sonra kamuoyuna duyuruluyor. Bir ön rapor hazırlanarak ülkeye sunuluyor. Ülkenin cevabı alınarak son rapor hazırlanarak komite üyeleri tarafından onaylanıyor ve kamuoyuyla paylaşıp paylaşmayacağı prosedürü işliyor. Bu CPT’nin olağan prosedürüdür.
CPT’nin raporları iletme yetkisi var
Ancak bu olağan prosedürün işletilmesi için olağan süreç olması gerektiğini düşünmek gerekir. Bugün İmralı’da yaşanan durum olağan bir süreç değildir. İmralı olağan bir cezaevi değil. İmralı aslında CPT’nin ziyaret edip belli prosedürleri işleteceği mekan olmaktan yıllardır çıkmış. CPT en son 2019 yılı ziyaretinde; ‘bizim uzun zamandır ifade ettiğimiz İmralı infaz rejimi tamamen değişmelidir. Öcalan’ın koşulları mutlak iletişimsizlik halidir’ dedi. CPT ciddi tespitlerde bulunmasına rağmen aradan 3 yıl geçmiş ziyarette bulunuyor ancak bu ziyaretin sonunda kamuoyuna açıklama yapmayı bir kenara bırakalım o koşullarda 2019’un Mayıs ayından bu yana ne değişti hukuki anlamda? Değişen hiçbir durum yok. Tersine daha da ağırlaşan ve kötüleşen hukuksal tablo var. Bu tabloyu sadece biz avukatlar kendi içimizde kamuoyuyla paylaşmıyoruz. 3 ayda bir CPT’ye raporlar gönderiyoruz. Çok yakından bildikleri, takip ettikleri bir cezaevidir İmralı… Bu nedenle normal prosedürü işletmeden kendi sözleşmelerinde yer aldığı gibi ilgili ülkenin sözleşmeyi uygulanmama, raporları uygulamama, tavsiyeleri yerine getirmeme konusunda uygulamamada ısrarcı olması halinde; CPT çıkıp ilgili ülkenin sözleşmeye uygun davranmadığını, kendi tavsiyelerine uymadığını bu nedenle var olan iş birliğinin gerektiği gibi yürümediğini ifade ederek hem ziyaretlerini hem de raporlarını kamuoyuna iletebilecek bir yetkisi var.
CPT politik tavır almalı
CPT yükümlülüklerini yerine getiriyor mu? Hayır. Olağan bir cezaeviymiş gibi olağan bir prosedür işletiyor. Biz Sayın Öcalan’ın en azından sağlığıyla ilgili bir bilgilendirme yapılması talebi de kamuoyuna, ailesine ve avukatlarına çekimse bir hal var. Hala Türkiye’yi işbirliği yapabilecek bir partner, bilgi alabilecek bir partner ve sözleşmeye uyan bir taraf olarak görüyor. Türkiye sözleşmeye uymadığını aleni bir şekilde söylerken geçen yılın Ağustos ayında 2020 raporlarını açıkladı. Açıklandığı tarihten sonra peş peşe dış dünyayla iletişim, aile ve avukat yasakları verilmiştir. O dönemde ziyaret ettiklerinden bir gün sonra biz öğrendik ki Sayın Öcalan’a bir disiplin cezası verilmiş. Devlet uymayacağını bu kadar ortaya koyarken hala bu konuda ısrar etmeleri ve hala bu tutumdan vazgeçmemelerini eleştiriyoruz. Kendilerine bunu yüz yüze ve yazılı olarak, kamuoyu aracılığıyla sürekli ifade ediyoruz. CPT’nin yapması gereken politik bir tavır almak, kendi sözleşmesine uyarak görevini yerine getirmektir. Bizim onlardan talebimiz de çağrımız da bu yöndedir. Umuyoruz ki bu saatten sonra bu prosedürleri tüketerek en azından kamuoyuna sağlıklı bir bilgi verir. Ziyaretlerinin sıklığını artırarak daha yakından bir takip gerçekleştirmeleridir.