İşkence izlerini kamufle eden uygulama: Tecrit!
- 09:20 3 Temmuz 2024
- Güncel
Gülistan Gülmüş
AMED - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecridin cezaevlerinde bulunan siyasi tutsakları doğrudan etkilediğine işaret eden Avukat Gülşen Demir, “Birer potansiyel tutukluyuz” dediği kitlelerin tutsaklar için harekete geçmesinin önemine dikkat çekti.
Bütün iletişim yolları kapalı olan İmralı’da tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 40 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor. Bununla beraber Kurdistan ve Türkiye cezaevlerinde bulunan siyasi tutsaklar da 27 Kasım 2023 tarihinden bu yana, “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” talebiyle çeşitli eylemler gerçekleştiriyor. Açlık grevi ile başlayan eylemler, 4 Nisan’dan itibaren mahkemeleri boykot ve aileler ile görüşmeme haliyle devam ederken, cezaevlerindeki tecrit, hak ihlalleri şeklinde derinleşiyor. Bu bağlamda tutsaklar birçok gereksinimlerinin karşılanmamasıyla çeşitli sorunlarla baş başa kalıyor. Bu sorunlardan biri de 25 Haziran günü Diyarbakır Kampüs Cezaevi’nde yaşandı. 32 tutsak gıda zehirlenmesi yaşayarak hastaneye kaldırıldı. Özgürlük için Hukukçular Derneği Genel Merkez Yöneticisi Avukat Gülşen Demir, yaşanan zehirlenmeyle beraber birçok hak ihlalinin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın üzerindeki mutlak tecritten bağımsız olmadığına vurgu yaptı.
Avukat Gülşen ile 25 Haziran’da Diyarbakır Kampüs cezaevinde yaşanan gıda zehirlenmesi ve genel hak ihlalleri ile tecride dair konuştuk.
Gülşen, cezaevlerindeki tecritten bahsedebilmek için PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi konuşmak gerektiğini söyledi. Abdullah Öcalan üzerinde 40 aydır ağırlaştırılmış bir tecrit yürütüldüğüne dikkat çeken Gülşen, “25 Mart 2021 tarihinde en son kardeşi ile yapmış olduğu telefon görüşmesi var ve bu telefon görüşmesi de yarıda kesiliyor. O günden itibaren ailesi ve avukatlarıyla hiçbir şekilde görüşme gerçekleştirilemiyor. Tecridi tanımlarken sadece Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit üzerinden tanımlamanın doğru olmayacağı kanaatindeyiz. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ile beraber bunun bir yönetim biçimi, özel savaş politikası olduğu gerçekliği ile yüz yüze kalmış durumdayız. Bu toplumdaki her bir ferdin, özellikle kadınların, cezaevindeki diğer mahpusların tecritten etkilenmesine neden olan uygulamalar silsilesine dönüşüyor” ifadelerine yer verdi.
‘Sağlığa erişim noktasında ciddi problemler yaşıyorlar’
Türkiye’deki ceza infaz sisteminin tutsakları hasta etmeye yönelik dizayn edildiğini dile getiren Gülşen, cezaevlerinde tutsakların ölüm ile yüz yüze bırakıldıklarını kaydetti. Ulusal ve uluslararası çeşitli sözleşmelerde insan onuruna yaraşır biçimde yaşayabilmeyi öncelemek gerektiğine dair ibarelerin olduğunu hatırlatan Gülşen, “Bu sözleşmelere taraf olan Türkiye Cumhuriyeti, cezaevlerini kurarken ilk etapta odaların darlığı, havalandırmaların olmayışı, odaların güneş almayacağı şekilde dizayn edilerek içeride tutulan kişilerin hasta olmasına sebep olacak şekilde uygulamalar yönünde gitmiştir. Bu birinci aşama olarak değerlendirilebilecek bir husus. Bunun ikinci aşaması şu, bir kişi cezaevinde havalandırma sıkıntısı, yemek ve su problemi ve tecritle beraber sağlık sorunları yaşamaya başladı. Bunları artık hasta tutsak olarak değerlendirmeye başladığımızda sağlığa erişim noktasında ciddi engellemelerle karşı karşıya kalıyorlar. Bu tutsak kimseler için çok sıkıntılı bir hal almaya başlıyor. Bu noktada hastalanmaya sebebiyet verecek koşulları yaratıyor. Hastalandığı zaman iyileştirme noktasında geç kalıyor ve hiçbir şekilde yükümlülüklerini de yerine getirmiyor” dedi.
‘Mahpuslar bazı şeyleri abartıyorlar’ denildi
23 Haziran 2024 tarihinde Diyarbakır Kampüs Cezaevi’nde çeşitli zehirlenme vakalarının gerçekleştiğini hatırlatan Gülşen, müvekkilleri ile görüştüklerinde ceza infaz kurumu memurlarının, “Mahpuslar bazı şeyleri abartıyorlar” söylemleri ile karşılaştıklarını söyledi. Gülşen, “Biz müvekkillerimizle görüşme noktasında işlemleri tamamlamaya çalışırken yaklaşık 5 ambulansın içeri girip çıktığına tanıklık ettik. Müvekkillerimizle yaptığımız görüşmelerde bayramdan dolayı yaklaşık 10 gündür yemek yapımıyla ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığı bilgisini aldık. Bu süreç içerisinde birçok kişinin hafif rahatsızlık geçirdiğini duyduk. Ancak bunun hastaneye sevk şeklinde neticelenmediğini öğrendik. Son olarak o gece itibariyle ciddi rahatsızlıklar, kusma, bulantı, kaşıntı benzeri şikayetlerle hastaneye kaldırılmak zorunda kaldı. Yaklaşık 36 tutuklu ve hükümlü hastaneye götürüldü. Daha o görüşmelerimizde dahi bir takım uygulamaların müvekkillerimiz aracılığıyla duymak durumunda kaldık ve tanık olduk. Bu tür söylemler geliştirilerek sağlık hakkından faydalanma noktasında dahi çelişkiye düşmeye sebep oluyorlar” şeklinde konuştu.
‘Kadın tutsaklar ekstra bir tutsaklıkla karşı karşıya’
Gülşen, cezaevlerinde sağlığa erişim noktasında özellikle kadınların daha zorlu süreçlerden geçtiğine işaret ederken, “Kadın müvekkillerimiz daha önceki süreçlerde yemeklerinden mermi çıkma şikayetinden bahsetmişlerdi. Bunların sebebini ciddi soruşturmalar neticesinde makul açıklamalar yapılması gerekiyor. Yakın zamanda bir kadın tutsakla yapılan bir görüşme vardı. Kadınların regl olma durumları var ve regl olduğumuz zamanlarda hijyenik ürünlere ulaşmak noktasında problem yaşayabiliyoruz. İç çamaşırlarımızla alakalı cezaevlerinde ciddi engellemeler ile karşılaşabiliyoruz. Havanın sıcak olmasından kaynaklı bazı zehirlenme vakaları bağışıklık sistemimizi zayıf bir hale getirebiliyor. Kadın tutsaklar ekstra bir tutsaklıkla karşı karşıya kalabiliyor. Özellikle bu tür zamanlarda ilaçlara erişim noktasında sıkıntılar yaşıyor” sözlerini kullandı.
‘Her birimiz potansiyel tutukluyuz’
Kurdistan ve Türkiye’deki baskı sürecine atıfta bulunarak, “Kendimi potansiyel mahkum olarak değerlendiriyorum” diyen Gülşen, bu durumun bilinçli bir politikanın sonucu olduğunu vurguladı. Gülşen, son olarak şunları ekledi: “Devletin yaratmak istediği şey, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ şeklinde bir algı oluşturmak. İmralı tecridinden kaynaklı siyasi tutsaklar Nisan ayından beri aileleriyle fiziki olarak görüşmüyorlar, telefon görüşmeleri yapmıyor ve duruşmalara katılmıyorlar. Bu anlamda bizlere düşen onların sesi olmaya çalışmak. Tecrit orada yaşanan sıkıntıların, problemlerin, örneğin işkence izlerinin ortadan kaldırılmasına hizmet eden bir uygulamadır. Bu anlamda biz avukatlar, hukukçular olarak haftada iki defa ziyaret ediyorsak çok daha fazla ziyaret gerçekleştirmeliyiz. Çünkü bu insanlar aileleriyle görüşmüyorlar, hiçbir şekilde bilgi aktarımı yapmıyorlar. Bu anlamda bizim çalışmalarımızı, rapor ve tutanak çalışmalarımız hızlandırmamız gerekiyor. Her birimiz potansiyel tutukluyuz. Bu anlamda halkın yaşananlara ses çıkarması çok gerekli. Hep beraber mücadele etmeye devam etmeliyiz.”