Avukat Rengin Ergül: Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün engellendiği belgelendi!
- 09:01 6 Şubat 2024
- Güncel
Dilan Babat
ANKARA - Uluslararası komplonun 25 yılında yaşanan hukuksuzluklara dair konuşan Avukat Rengin Ergül, AKPM’de Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün engellendiğinin belgelendiğini vurgularken, buna rağmen neler yapılacağı konusunda bir bilginin olmadığını kaydetti.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesi ile sonuçlanan uluslararası komplo 25 yılını tamamladı. Türkiye’ye getirilerek İmralı Ada Hapishanesi’ne konulan Abdullah Öcalan’a dönük tecrit, mutlak iletişimsizlik hali de her geçen gün ağırlaşıyor. “Kaynayan kazan” olarak tanımlanan Orta Doğu’ya ilişkin küresel güçlerin planlarının PKK Lideri’nin felsefesiyle boşa düşürülmesine karşı ağırlaştırılmış mutlak iletişimsizlik halini derinleştiren Türkiye, tecridi sürdürmekte ve çözümsüzlükte ısrar ediyor.
Avukat Rengin Ergül, İmralı’daki hukuksuzluklara ve mutlak iletişimsizlik halinin uluslararası hukuki boyutuna dair değerlendirmelerde bulundu.
‘İmralı, tecridin boyutlarını aşan bir uygulama’
Tecrit kavramının İmralı rejimini anlatmak için eksik olduğunu ve tecridin yeniden tanımlanması gerektiğini söyleyen Rengin, “Hem BM sözleşmeleri hem de CPT’de (Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi), BM’nin çeşitli komitelerinin yayınladığı belgelerde tecrit bir insanlık suçu olarak kabul ediliyor. Bu sözleşmeler ve metinlerde tecride dair yapılan atıf aslında hücre hapsi. Bir bütünüyle İmralı rejimini karşılayan bir tecrit kabul edilmiş değil, istisnai olarak da. Uluslararası metinlerde tecrit bir işkence ve kötü muamele biçimi olarak kabul ediliyor, istisnai olarak kabul edilebileceği söyleniyor. İstisnai ve sınırlı sürede olacağı ve bu sınırlı sürenin de en kısa süre olarak organize edilmesi gerektiği söylenilen tecrit biçimi var, bu da hücre hapsi olarak değerlendiriliyor. Bu hücre hapsiyle kişinin, mahpusun dış dünya ile tümden koparılması, yasal olarak uluslararası sözleşmelerde mümkün değil. Hücre hapsi bu şekilde dururken, İmralı rejimi kurulduğu günden bu yana uluslararası sözleşmelerde işkence biçimi olarak kabul edilen, istisna olarak uygulanmasının kabul edildiği metinlere göre tecridin boyutlarını çoktan aşan bir uygulamaydı. Yine bu sözleşmelerin kabul edildiği süreli hücre hapsi tanımlamasının dışına çıkan uygulamaydı, bir istisna rejimidir İmralı rejimi. Sayın Öcalan’a özgü olarak kuruldu orası. Ne Türkiye’nin kendi yasası ne de uluslararası sözleşmelere göre İmralı rejimini istisnai bir yaptırım olarak da hukuka uygun görmek mümkün değil” dedi.
‘Mutlak iletişimsizlik halinin meşru bir zemini yok’
PKK Lideri’ne dönük mutlak iletişimsizlik halinin var olan durumunu açıkladığına ve bunun da meşru bir zemini olmadığına dikkat çeken Rengin, “Tecrit dediğimiz ya da hücre hapsi dediğimiz cezada kişinin fiziksel ve ruhsal olarak yanıltılması söz konusu. Fiziksel ve ruhsal yanıltılmanın sürecinde kişinin yine işkence görme ihtimali olduğu için kişiden haber alınamayan süre zarfında işkence görme ihtimali arttığı için aslında yine dış dünyayla iletişiminin sağlanması gerekiyor, ailesiyle, avukatıyla. Ancak İmralı’da bütün bu usul güvenceleri, avukatla, aile ile görüşme gibi olanaklar yok edilmiş durumda. Mutlak iletişimsizlik dediğimiz şey İmralı nezdinde bakarsak, 35 ayı aşkın süredir hiçbir haber alamadığımız bir hapishane demek. Ne yaşadığına, sağlık durumuna, haklarına erişip erişemediğine dair, disiplin cezalarına dair erişemediğimiz bir sistem” değerlendirmelerinde bulundu.
‘Öcalan-2 kararıyla AİHM Türkiye’yi mahkum etti’
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük umut hakkının da uygulanmamasına değinen Rengin, şunları ekledi: “Umut hakkı dediğimiz şeyin dayanağı da yine işkence yasağı. Umut hakkı mahpuslar açısından tahliyenin mümkün olması anlamına geliyor. Teknik olarak bir gün tahliye olmasının fili olarak mümkün olması, yasal olarak mümkün olması ve bütün bu süreçlerde kişinin bu kararlara karşı usulü güvencelerinin, itiraz mekanizmalarının bulunması, kişinin bu süre zarfında izolasyon altında tutulması. Sayın Öcalan’a uygulanan rejimin tam tersi. Türkiye’de umut hakkının tartışılması Sayın Öcalan’dan bağımsız yürütebilecek bir tartışma değil. Çünkü Türkiye’de umut hakkının ihlali anlamına gelen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası özellikle devletin ‘terör’ kavramından siyasi mahpuslara ölünceye kadar verilen hapis cezasında Sayın Öcalan’ın yargılamasından sonra Türkiye mevzuatına girmiş ve Sayın Öcalan’ın hapisten çıkmasını engellemek kastıyla o günün tutanaklarına yansıyarak, Sayın Öcalan’a kasıtlı olarak düzenlenmiş bir ağır ceza biçimi. 2014 yılında Öcalan-2 kararında AİHM Türkiye’yi mahkum etmişti. 2014 yılından bu yana Türkiye’de bu konuda ciddi bir adım atılmış değil. Ama görüyoruz ki ağırlaştırılmış hapis cezası Kürt gençlerine, iktidarın kendine düşman gördüğü bütün siyasi öznelere, Kobanê Davası’nda Kürt halkının temsilcilerine karşı yaygın bir şekilde uygulanmaya başlandı. Artık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Türkiye’deki birçok yurttaş için tehlike olduğunu söyleyebiliriz.”
‘AKPM’de Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün engellendiği belgelendi’
CPT’nin Eylül 2022 tarihinde İmralı’ya yaptığı ziyaret sonrası Türkiye’ye teslim ettiğini söylediği bir rapor olduğuna işaret eden Rengin, Türkiye’nin bunu açıklamadığını ve iş birliğine yanaşmadığını kaydetti. Rengin, raporun bir güncelliğinin kalmadığının altını çizerken, “CPT’nin o raporu açıklamasından ziyade yeni bir ziyaret gerçekleştirmesi ya da diğer STK’ların, avukatların ziyaret gerçekleştirmesi noktasında Türkiye’ye baskı uygulaması gerekiyordu. CPT’nin işkencenin önlenmesi noktasında bir sorumluluğu var. 10’uncu madde bağlamında uluslararası kurumlar, devletlere yaptırım konusunda o günün koşullarına, konjonktürüne adım atabiliyor. CPT’nin 10’uncu maddeyi işletme ısrarı bugün ortada değil, Avrupa ve uluslararası kurumların bugün Türkiye karşısında etkisizliği söz konusu. Sözleşmeye göre taraf devlet, CPT’nin tavsiyelerine uymuyorsa, işbirliğine yanaşmıyorsa CPT’nin o raporu tek başına yayınlama yetkisi var ancak CPT bu yetkisini kullanmıyor. Yakın zamanda Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) işkenceye ilişkin bir oylama yapıldı ve bir rapor hazırlandı. Burada Türkiye’nin İmralı’da izolasyon uyguladığı, Öcalan-2 kararına rağmen Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne dair bir adım atılmadığına dair yasal tespitler yapıldı. Bu da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde kabul edildi. Şu anda Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin temsilcilerinin bulunduğu Parlamenter Meclisi’nde Sayın Öcalan’a bir izolasyon uygulandığı ve fiziki özgürlüğünün engellendiğine dair belge geçmiş durumda. Buna karşı ne yapılıyor, ne yapılacak? Bilgi yok” şeklinde konuştu.
‘Kamuoyunun bu gündeme daha açık sahip çıkması gerekiyor’
Rengin, Avrupa’nın insan haklarını uygulama konusunda iddiası olduğuna değinirken, bu iddianın ise karşılık bulmadığını dile getirdi. Türkiye’nin 1990’lı yıllarında Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun kapatılma yerlerini izlediğini ve elektrikli işkence sistemini belgelediğini, ancak buna karşı bir girişimde bulunmadığını vurgulayan Rengin, “Bu noktada, kurumların, kamuoyunun, parlamenterlerin -sadece Kürtleri temsil eden parlamenterlerin değil, Türkiye’de insan haklarını uygulama iddiasında olan tüm parlamenterlerin, hak kurumları, aydınların ses çıkarması gerekiyor. En etkili denetim mekanizması kamuoyudur. Türkiye ve Avrupa kamuoyu bu kurumları denetlemeli. Biz avukatlar olarak güçlü bir diplomasi yürütmeye çalışıyoruz. Türkiye’de bir gündem oluşturmaya çalışıyoruz ki bu gündeme sahip çıkan anneler var, mahpuslar var. Ancak annelerin ve mahpusların dışında Kürt halkının diğer öznelerinin bu gündeme sahip çıktıklarını daha görünür bir şekilde ortaya koymaları gerekiyor” vurgusu yaptı.
‘Avukatlar kamuoyunun desteğine ihtiyaç duyuyor’
Türkiye’de özellikle 2016’da yapılan darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yargı ve hukuk sisteminin işlevsizleştirildiğinin altını çizen Rengin, şöyle konuştu: “Türkiye’de hiçbir zaman işleyen bir adalet olduğunu iddia edemeyiz. İmralı’da avukat görüşmelerin engellenmesi, avukatlara tebliğ edilmeyen disiplin cezalarına dayandırılıyor. Bugün Türkiye’de bu kadar basit yollarla hukuk sistemi alaşağı edilmiş durumda. Avukatlar bir başvuru yaparken, bu başvurunun sonuç alma noktasında kendilerine, mesleki bilgilerinden çok kamuoyundan alacağı desteğe güveniyorlar. Böyle olmadığı zaman o hukuki başvurunun sonucunu alamıyoruz. Alamadığımız sonuca dair kamu kurumuna bir yaptırım uygulayamıyoruz. Cezasızlık sistemi içerisinde, çocuklarının katillerinin yargılanmadığı bir sistemde Adalet Bakanlığı’nın cevap vermemesinin bir yaptırımı yok. O yüzden avukatlar bunu gündemde tutuyor. Çünkü avukatların gündeminde insan hakları her zaman olmak zorunda. 35 aydır haber alınmayan bir mahpus avukatların gündeminde olmak zorunda, ki Kürt halkının, barış ve çözüm iradesi olarak gösterdiği Sayın Öcalan ise evet bu avukatların gündemi olmak zorunda. Avukatlar bu başvuruyu yaparken de ne hukuki bilgilerine ne de o başvurunun kaynağını oluşturan hukukun zeminine güvenerek değil kamuoyunun desteğine ihtiyaç duyuyor. Bizler de başvuru yapmaya devam edeceğiz.”