Gazeteci Gülşen İşeri: Gerçeği anlatmanın yolu illaki bulunur

  • 09:06 5 Ağustos 2018
  • Güncel
Evrim Kepenek 
 
İSTANBUL - Medya üzerindeki ablukaya dikkat çeken gazeteci Gülşen İşeri, medya kanalları kapatılsa ve gazeteciler baskı görse de, gerçeği anlatmak için mutlaka farklı yollar bulunabileceği görüşünde. Bu nedenle de belgesel çeken ve kitap yazan Gülşen, "Halen umut var" diyor. 
 
Türkiye'de 180'i aşkın gazeteci cezaevinde, onlarca basın kurumu kapatıldı, binlerce işsiz gazeteci var. Bu nedenle de, "Türkiye'de gazetecilik mesleği bitti", "Gazetecilik yapılmıyor" gibi yorumlar yapılıyor. Bu yorumları tersine çeviren isimlerden biri de gazeteci Gülşen İşeri. İlk olarak kentsel dönüşüm kıskacındaki bölgeleri ve bu bölgelerdeki insanların hikayelerini "Metropol Sürgünleri" isimli kitapla okuyucuyla buluşturan Gülşen, Muhterem Nur'un hayatını anlattığı "Ömrümce Ağladım" isimli kitapla da daha geniş kesimlere seslenmeye başladı. Kitaplarının yanında onlarca habere imza atan ve yaşadığı her türlü zorluğa rağmen mesleğinden vazgeçmeyen Gülşen, "Halen umut var" diyor. 
 
Gülşen ile hem gazeteciliği hem de zor koşullarda çalışan işçilerin hayatını aktardığı belgeseli üzerine söyleşi gerçekleştirdik. 
 
* Kitap ve belgesel çalışmalarınızın yanında haberciliğe de devam ediyorsunuz. Bir gazeteci olarak motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz? 
 
Uzun yıllar gazetecilik yapmış biri olarak her zaman motivasyonumu yüksek tuttum. Evet, şartlar kötü, gerçekten yaşadığımız ortamda nefes alamayacak duruma geldik, ama ben hiçbir zaman umudu elden bırakmadım. En iyi üretimler kaoslardan çıkmaz mı? Bu bir tercihtir, "Artık her şey bitti, hiçbir şey yapmayacağım" da diyebilirsiniz, tam tersi bütün yaşanılan olumsuzluklara, önünüze konulan engellere rağmen yolunuza devam edersiniz, inatla! Ben yürümeyi tercih ettim. Henüz kentsel dönüşüm denilen mevzu hiç gündemde yokken, sadece politik mahalleler üzerindeyken bu baskı, kentsel dönüşüm kitapları yazdım. Bu durumun inşaat sektörüyle ilgisi olduğunu, tamamen ranta dayalı bir bakış açısıyla kentleri, anıları, hayatları yok edeceğini 10 yıl önce yazmıştım. Bunun sadece politik mahallelerle sınırlı kalmayacağını, Türkiye'nin her bölgesine, rant neredeyse orayı yok edeceklerini söylemiştim. Gelinen noktaya bakın, Karadeniz kıyıları satıldı! Ormanlar yakıp imara açtılar! Denizi kumla doldurdular, üzerine rezidanslar yaptılar. 
 
Daha ne anlatayım size! Sen ben, öteki sustuğunda, kim anlatacak, kim dile getirecek yanı başımızda yapılan haksızlığı. Ben gücüm yettiğince kitaplar yazmaya, belgeseller çekmeye devam edeceğim bu konularda.
 
*Birçok gazeteci, Türkiye'de gazetecilik yapma koşullarının ortadan kaktığını düşünüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 
 
Tam da bunun için kitaplar ve belgeseller çekiyorum. Evet gazetecilik bitti, gerçekten bitti. Ben haber yapmıyorum, nereye yapacağım!  Gazetecilik yapamayacaksam başka yollar bulunur. Kentsel dönüşüm kitaplarının yanında, işçilerinin sesini duyurmak için belgesel-kitap projesi yapıyorum. Başka nasıl seslerini duyurabilirim ki! BirGün'e ilk başladığımda bana gerçekten gazeteciliğe öğreten, okulum olan Güldal Kızıldemir'le şimdi konuştuğumda "deniz tükendi" dedi. Evet deniz tükendi. Tükettiler. Ama ben yeniden betondaki çatlaktan inatla yeşeren bir bitkinin olduğunu gördükçe umudum artıyor. Gazetecilik yapamayacaksak birilerinin sesi olmayı sürdürebiliriz. Sosyal medya var, sosyal medya hesaplarımız var. Alternatif medyamız var, Yurttaş Gazeteciliği gelişti bu çaresizlikte, artık iki satırlık haberler değil yine bu çaresizlikte belgeseller yapıyoruz, bence hala umut var.
 
*Yeni bir belgesel çekiyorsunuz. Çalışmalarınız ne aşamada? 
 
Evet, belgesel çekiyoruz. Çok uzun zaman oldu, "Türkiye'de İşçi Olmak" diye bir belgesele başlamıştık iki yıl oluyor neredeyse.  Zor bir işe giriştik. Ben hikaye anlatıyorum, insanların anılarına dokunmayı seviyorum, zamanlarına, hayatlarına... Daha önceki kitaplarımda da bunu yaptım hep. Şimdi işçilerin hayatlarına dokunuyoruz. Ağır iş kolunda çalışan işçilerin hikayesi bu. Ölüm riski yüksek iş kolları.
 
Biz ekip olarak, Tuğba Kırrallı, Gürcan Öztürk'le birlikte madenlere gittik, Zonguldak'a.  Bilmem kaç yüz metre yerin altında çekimler yaparken o yaşadığımız deneyimi anlatmak imkansız. 
 
İşçi hayatını bu kadar yok sayan bir sistemi en çıplak haliyle gördük biz. Karadenize fındık toplamaya gelen Urfalı işçiler, inşaatın tepesinde hiçbir güvenlik olmadan çalışmak zorunda bırakılanlar. Tersanede sessiz ölümler.  Silikosiz işçileri. Ölümü bekleyen yüzlerce silikosiz hastaları var. Niye, başkaları daha güzel giyinsin diye!  Onlar başkaları daha iyi yaşasın diye ölüyor, Torunlar center... Asansörde ölenler ne olacak?  Bizi ölümlere o kadar alıştırdılar ki; kanıksadık. İşçi öldü denildiğinde kaç işçi diye soruyoruz, ne kadar acı değil mi? 10 işçiyse üzülüyoruz, bir işçi ise.
 İnsan hayatı çok değerli biliyor musunuz?  Bizi ölümlere alıştırarak kötülük tohumu ektiler. Körelttiler içimizi, çığlık atmamıza izin vermiyorlar ama biz sessiz çığlığımızı bu işleri yaparak gösteriyoruz, bilmiyorum en azından öyle hissediyorum.
 
*Belgesel ne zaman tamamlanır? 
 
Bitmek üzere aslında ama kurgusu vs var. Bingöl'e gideceğiz ama koşullar yaratmaya çalışıyoruz. Silikosiz işçilerini orada çekeceğiz... Sancılı ilerliyor elbette. Üçümüzde çalışıyoruz, yaşamımızı sürdürmemiz ve bu işi yapmamız için para kazanmamız lazım. Bu arada çok yere başvurduk destek için ama hiçbir yerden çıkmadı ne yazık ki. Bir iki iş kolunu da çektikten sonra sanırım 2019 başı biter diye düşünüyorum, ülkenin de şartları uygun olursa...
 
*Belgesel çekim sürecinin bu kadar uzamasının temel nedeni nedir?
 
Bu belgeselin uzamasının nedeni ne yazık ki sponsor bulamamamız. Türkiye'de sendikalar dahil hiç kimse bu işin altına elini sokmadı. Ama işçiler öldüğünde hepsi ön saflarda boy gösterdi. Demeçler verdi. İşçi haklarını koruyacaklarını söyledi. Nerede? Biz işçi belgeseli çekiyoruz hem de kapsamlı, fotoğraflarıyla, videosuyla, kitabıyla. Niye bizi görmezden geliyorlar? Çıkarlarına ters mi düşüyoruz? 
 
Biz kendi gücümüzle, kendi kişisel ilişkilerimizle tersanelere, madenlere girdik. Artık bir beklentim yok...
 
*Geçen yıl çıkardığınız Muhterem Nur'un hikayesini anlattığınız kitabınıza ilişkin bazı tartışmalar gündeme geldi. Kitap bu tartışmaların gölgesinde kaldı. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Muhterem Nur kitabı yapmıştım geçen yıl, "Ömrümce Ağladım"... Bir kadının hayat yolculuğuydu aslında. Çok da severek, inanarak yapmıştım.  Pek talihsizlik yaşadım. Hayatım boyunca emeğe değer veren biri olarak emeğim üzerinden insanların kendini var etmesine hep karşı oldum. Muhterem hanımla yaşadığımda böyleydi. Neticede geçmiş yıllarında çok şey yaşamış bir kadın. Acının en derinini, yokluğun en dibini görmüş bir kadın. Kızamıyorum da.Kitabı bir yapımcıya sattı diye duymuştum, kendisi de gazete röportajlarında bunu söyledi. Ben ihtar çektim şirket ise böyle bir şey yok, doğru değil dedi. Ben yasal olarak yapmam gerekeni yaptım aslında.  Bu konu geçmişte kaldı artık. Ama kitap duruyor, bence kıymetli bir işti. Herkes farklı bir kitap yaptığımı düşündü geçmişteki işlerime bakınca ama ben öyle düşünmüyorum. Başta dedim ya ben hikaye anlatıcısıyım. Bunun kim olduğuyla ilgilenmiyorum. Muhterem hanımında bir hikayesi vardı, bir döneme tanıklık etmiş, korkunç haksızlıklara uğramış bir kadının hikayesi.Muhterem Nur üzerinden Türkiye'de yaşayan kadınların fotoğrafını çektim ben. Bir kadın olarak nasıl ayakta kalmış, neler yaşamış, tecavüzler, dayaklar. Bence bu hikayeler çok kıymetli. Muhterem Nur'la aramda talihsizlikler yaşanmış olabilir ama bana anlattığı, emanet ettiği hikayeler bu yaşanılanları ezip geçti. Kıymetli olan şey duruyor, magazine dönen ise esip geçti. Umuyorum ki Muhterem hanım da böyle düşünüyordur.