
'Eril iktidar 'cezasızlık kültürü' ile sağlamlaştırılıyor'
- 09:02 24 Temmuz 2018
- Güncel
Habibe Eren
ANKARA - Yargının “cezasızlık kültürü” ile eril iktidarı sağlamlaştırdığını belirten Avukat Süheyla Oğuz, “Cezasız kalacağı bilgisini öğrenen erkek daha da fütursuzlaşabiliyor. Türkiye’deki sorunun çözümü yasaları değiştirmek değil hakkıyla uygulamaktır” dedi.
Ankara’da cinsel saldırıyla maruz bırakıldıktan sonra intihar süsü verilerek katledilen 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Şule Çet’in otopsi raporu, karanlıkta bırakılan gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Gelen raporda, cinsel saldırıya maruz kalan Şule’nin 9 parmağının tırnak altında bir erkeğe ait dokular, DNA bulguları ve vücudunda boğuşma izleri de tespit edildi. Şule’nin doku örnekleri ve DNA bulguları ise Çağatay Aksu’ya ait olduğu belirlendi.
Şule’nin yakınları ve kadın örgütleri ise başından itibaren olayın intihar olmadığını ısrarla vurguladı. Tüm itirazlara ve delillere rağmen mahkeme ise, fail Çağatay Aksu ve Berk Akand’ı serbest bırakarak olayın üstünü kapattı. Ancak ailenin ve kadınların ısrarlarının otopsi raporu ile doğrulanmasıyla birlikte failler tekrar gözaltına alınarak tutuklandı.
‘Yargı, eril iktidarı ‘cezasızlıkla’ sağlamlaştırıyor’
Avukat Süheyla Oğuz, kadın katliamları ve şüpheli kadın ölümlerinde yargının tutumunu değerlendirdi. Süheyla, yargının kadına yönelik işlenen suçlardaki tutumunun erkek egemen iktidarın kendisini sağlamlaştırmak, korumak ve sürdürmek için kullandığı bir strateji olan cezasızlık kültürüyle ilişkili olduğunu söyledi. İktidarın kadınlara ve hatta diğer bütün toplumsal ötekilere yönelik işlenen suçların faillerini hukuku araçsallaştırarak koruduğunu kaydeden Süheyla, “Aslında sorunlu olan hukukun kendisi değil yasa uygulayıcıları ve onların zihin yapılarının içinde geliştiği toplumsal kültürdür” dedi.
Kadına yönelik şiddet, cinsel taciz ve saldırı kararlarının, toplumsal kültür, kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlayan uluslararası sözleşmelerle çeliştiğini ifade eden Süheyla, şöyle dedi: “2011 yılında ilk imzalayan ülkelerden biri olduğumuz İstanbul Sözleşmesi (Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi) kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi açısından çok önemli bir sözleşmedir. Yalnızca yasaların uygulanması değil kadına yönelik şiddet alanında benimsenecek önleyici ve koruyucu hizmetleri de içeriyor. Kadınların tüm çabalarına rağmen bu sözleşmenin bir türlü uygulanmak istenmemesi, ‘şüpheden sanık yararlanır’ gibi sanığı korumaya yönelik ilkelerin başka hiçbir dosyada uygulanmadığı kadar kadın cinayetlerinde uygulanması tam da bu zihniyetin ürünüdür. Keza Şule Çet dosyasında da böyle oldu. Şule’nin yakınları olayın intihar değil cinayet olduğunu başından beri söylemelerine rağmen sanıklar salıverildi. Sanıkların salıverilmesi yasal bir zorunluluk değil uygulamaya yönelik muktedir erkek söyleminin sonucudur. Zaten yasal bir zorunluluk olsaydı aynı yargı sosyal medyada başlayan eylemler nedeniyle açıklama yapmak zorunda kalmaz, sanıkların tutuklanmalarına karar vermezdi.”
‘Kadının her şeyi yargılama esasında sorgulanıyor’
Korkutup, sindiren eril hukuk düzeninin kadınların güven duymalarını da engellediğini belirten Süheyla, “Kadınlar cinsel saldırıya uğradığı zaman faillerin cezalandırılmayacağını hatta yargılananın kendileri olacağını bildikleri için bu suçları yargıya taşımıyorlar. Her şeyi göze alıp yargıya taşıyanlar ise yargılama aşamasında iyice travmaya uğrayabiliyorlar. Yargılama aşamasında kadının ne giydiği, o saatte orada ne işi olduğu, medeni durumu hatta annesinin boşanıp boşanmadığı kadar her şey sorgulanıyor” diye belirtti.
‘Cezasız kalacağını bilen erkek daha da fütursuzlaşabiliyor’
Bu durumun kadının ikinci kez travma yaşamasına neden olduğunu söyleyen Süheyla, “Bunu yanında bir de suçun cezasız kalması mağdurun travmasını besliyor. Bu durum erkekleri suç işlemek konusunda cesaretlendiriyor. Suç oranları artıyor. Cezasız kalacağı bilgisini öğrenen erkek daha da fütursuzlaşabiliyor. Buna karşın kadınlar özgüven kaybı yaşayıp giderek içe kapanıyor” ifadelerini kullandı.
‘İyi hal erkekler için çantada keklik’
“Kadınlara karşı işlenen suçlarda yargının erkeklere yönelik tarafgir tutumu öylesine bir duruma geldi ki erkek faillerin her hali ‘iyi.’ Hele takım elbise giymiş ve duruşmada hazır bulunmuşlarsa ‘iyi hal’ indirimi alacaklarından hiç kuşku duymuyorlar” diyen Süheyla, Kastamonu’da görülen “nitelikli cinsel saldırı” duruşmasında failin “takım elbise giydik yine de ceza aldık” diyerek ceketini fırlatmasının tam da bu durumu anlattığını söyledi.
Erkekler için “çantada keklik” olan “iyi hal” ve “haksız tahrik” indirimlerinin fail kadın olunca bir hayli zorlaştığını belirten Süheyla, “Nitekim Nevin Yıldırım tam da buna örnekti. Nevin Yıldırım tecavüzcüsünü öldürdüğünde ne ‘tahrik indirimi’ aldı ne de ‘iyi hal’ indirimi. Çünkü kadınlar, ‘tarafsız yargı’ önünde eşit olarak değil, ‘erkek adalet’ nezdinde yok hükmündeki kadınlar ve muktedir erkekler olarak ayrıştıklarını çok iyi biliyorlar. Çünkü kadına yönelik soruşturma ve kovuşturma süreçleri diğer suçlardan farklı işletiliyor” diye konuştu.
‘Feminist hukuk bunun mücadelesini veriyor’
Patriarkal sistemi var eden yapısal eşitsizliğin ve erkek yargının suça, suçluluğa ve mağduriyete yaklaşımını olayın en başından beri belirlediğini vurgulayan Süheyla, “İşte tam da bu yüzden kadına yönelik suçlarda erkek egemen isteminden yana olan tarafsızlık değil eşitliği sağlayacak olan uygun taraflılıktır esas olan. İstanbul Sözleşmesi’nde ve feminist hukukta önerilen tam da budur. Yani uygun taraflılık ilkesi. Erkek egemen hukuk sistemindeki tarafsızlık eşitsizliği derinleştirildiğinden kadından yana taraf almak gerek. Feminist hukuk tam da bunun mücadelesini veriyor” dedi.
Kadınların cinsel saldırı durumunda başvurdukları kolluk ve adli mecralarda sorunların başladığını dile getiren Süheyla, hukuku araçsallaştırarak erkek faili koruyan yargı pratiklerinin kendini daha çok uygulamada gösterdiğini söyledi.
‘Savcı fail erkeğin suçsuzluğunu ispata uğraşıyor’
Adil bir yargılamanın yapılabilmesi için savcının adli kolluk marifetiyle hem lehte hem de aleyhte delilleri toplamak gibi bir görevi olduğunu söyleyen Süheyla, şöyle devam etti: “Kadına yönelik şiddet ve cinsel saldırı/istismar vakalarında savcılar suçun işlenmiş olabileceğinden değil işlenmemiş olduğunu, kadının ‘rıza’sının olduğu ya da iftira attığı varsayımıyla fail erkeğin suçsuzluğunu ispata uğraşıyor. Aslında yasaya aykırı hareket ediyorlar. Fail için lehe olan her şey toplanırken kadının geç şikâyetçi olması, bazı şeyleri unutması kadının aleyhine olarak değerlendiriliyor. Oysa cinsel saldırıya maruz kalan kadının yaşadığı travmanın etkisiyle kendini toplayıp fail hakkında şikâyetçi olması zaman alıyor. Yine travmanın etkisiyle çelişkili ifadeler kullanabiliyor. Bu cinsel saldırının gerçekleştiğine ilişkin karine olarak kabul edilmesi gerekirken suçun işlenmediği şeklinde yorumlanıp çoğu kez dava bile açılmıyor. Dava açıldığında da yine yasalara aykırı olarak kadınlar onlarca kez sorgulanıyor; dinlenmiyor. Cinsel saldırıya maruz kalan kadın, failin yanında neredeyse tamamı erkek olan heyetin önünde ifade vermeye zorlanıyor. Yargı makamları geleneksel kalıp yargılarla değerlendirme yapıp kanaat oluşturuyor. Bu da kadınların şikâyetçi olmasını güçleştirip bu tür suçlarda cezasızlığı besliyor. Şikâyetçi olan kadınların bir kısmı da bu süreçte iyice yıpranıp bu kadar şeyi göze aldıktan sonra şikâyetlerinden vazgeçebiliyorlar.”
‘Sorun yasaları değiştirmek değil uygulamaktır’
Kadına ve çocuğa yönelik cinsel suçlara ilişkin getirilmesi öngörülen “idam” ve “hadım” tartışmalarına değinen Süheyla, “Türkiye’deki sorunun çözümü yasaları değiştirmek değil hakkıyla uygulamaktır. Esas olan uygun taraflılıktır. Cezasızlığın önlenmesidir. Soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin yasaya ve uluslararası mevzuata uygun şekilde yapılmasıdır” dedi.