
11. Yargı Paketi: Çocukluk cezalandırılacak!
- 09:01 23 Ekim 2025
- Siyaset
Melek Avcı
ANKARA - Tartışılan 11. Yargı Paketi’nde “çocukluk” kavramı tek bir olay üzerinden tasfiye edilirken domino etkisi yaratacak bu düzenleme yine kadının yaşamına kamuoyuna göstermeden, kapalı kapılar ardında müdahaleye dayanıyor.
Kamuoyunun gündeminde çeşitli tartışmalara neden olan 11. Yargı Paketi henüz Adalet Komisyonu’na ulaşmadan ilk hali kamuoyuna nabız yoklamak üzere sızdırıldı. Belki de bu paketin en çok konuşulan maddelerinden biri Medeni Kanun’da yapılacak düzenlemelerle birlikte cinsiyet kimliği, yaşam tarzına saldırılar ve neticede iktidarın bölgeyi adeta bir toplama kampına dönüştüreceği tartışmaları oldu.
Evet, cinsiyet kimliğine saldırılar büyük bir risk ve tehdit olarak karşımıza çıksa da toplumu çekirdekten etkileyen ve bir nesli, kuşakları etkileyecek tehlikeli düzenlemelerden biri de çocuklar kısmı olarak karşımıza çıkıyor. Paket ne yazık ki bu hali ile hiç iç açıcı olmamakla beraber 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin ruhuna da uymayan bir yerde demokrasi ve yeniden inşaya da karşıt bir yerde.
Suça sürüklenen çocukların ceza üst sınırında artış
Yargı paketini incelediğimizde, öncelikle suça sürüklenen çocuklara verilen cezalarda büyük bir değişiklik yapılacağı pakette karşımıza çıkan maddelerden bir tanesi. TCK madde 31’de cezaların artırılması ve indirim istisnası uygulamalarında değişikliğe gidilecek. 15–18 yaş aralığındaki suça sürüklenen çocuklar için öngörülen hapis cezalarının üst sınırları artırılıyor; ayrıca belli kıstaslarda özellikle “kasten öldürme” hâkimin indirim yapmamasına imkân tanıyacak. Madde yapısal olarak 12–15 ve 15–18 yaş gruplarına göre özel ceza aralıklarını korurken, üst sınır artışına yöneliyor. İktidar bu değişimin gerekçesini ise kadın katliamlarında verdiği “iyi hal” uygulamalarını unutarak “caydırıcılık” ve “çocuk fail oranında artış” olarak ortaya koyarken buna ilişkin her hangi bir istatiksel, somut veri, atıf, araştırma ise sunmamakta.
Rehabilite etmek yerine cezalandırmaya geçiş
Yine “Çocukların suçta araçsallaştırılmasına” karşı ağır cezaların uygulanacağı belirtilirken, özellikle bunu örgütleri gerekçe göstererek açıklıyor. Fakat değişikliğin olası riskleri değerlendirildiğinde kanunlardaki birçok madde gibi bu da muğlaklık ve geniş bir yoruma kapı aralıyor. Savcılar ve mahkemeler bu hukuki boşluğu kullanarak çocukları hedef alabilir. Örneğin, “araçsallaştırma” ile “örgüt/örgütsel bağ” sınırları netleşmezse, barışçıl örgütlenme, eylem ve ifade hakkını kullanma alanlarına da sirayet edebilir. Yine çocuğun “mağdur, suça sürüklenen” niteliğinin gölgelenerek, çocuğu failleştiren refleks; koruma/rehabilitasyon yerine cezalandırma eksenini güçlendirecek.
‘Eğitim evi’ yerine ‘kapalı cezaevi’
Yargı paketine göre suça sürüklenen ve ceza alan çocukların, infazları önce çocuk kapalı ceza infaz kurumlarında başlatılacak; iyi hâl değerlendirmesi ile çocuklar daha sonra eğitim evine ayrılabilecek. Eğitim evine ayırma psikolog, pedagog uzmanın da yer aldığı kurulca iyi hâle göre karar olumlu veya olumsuz olarak verilecek. Kasıtlı suçta toplam 3 yıl, taksirli suçta toplam 5 yıl hapis cezaları doğrudan eğitim evinde infaz edilirken, bazı koşullar dışında, üst sınırı 10 yıl olan suçlarda çocuk tutuklular da eğitim evinde kalabilecek. Eğitim evi yerine infazın öncelikli olarak kapalı cezaevinde başlaması, damgalama ve travma riskini artıracağı ve eğitim, rehabilitasyon odağının zayıflayabileceği söz konusu. Yine birçok siyasi tutsak için İGK’lerin verdiği “iyi hal” kararlarının uygulamadaki sorunları ve sürekli infazların yakılması ortada iken, suça sürüklenen çocuklar için kurul değerlendirmesinin keyfiliği burada da doğuyor. Özellikle “çocukların suçta araçsallaştırılması” meselesinde siyaset bağı ortaya konulduğunda. “Doğrudan eğitim evi” sınırlarının dar tutulması, daha fazla çocuğun kapalıda tutulmasına da yol açabilir.
Tek bir vaka üzerinden sistem kurmak
Taslaktaki gerekçelere bakıldığında yasa değişikliğinin özellikle “kasten öldürme suçunu işleyen çocuklar” üzerinden şekillendiği görülüyor ve bu, doğrudan Ahmet Mingüzi davası gibi kamuoyunda tartışılan politik ve toplumsal tepkiye yaslanıyor. Ancak bu tür bireysel vakalar üzerinden kanun değişikliğine gidilmesi, hem çocuk adaletinin hem de uluslararası hukuk ilkelerinin temel mantığıyla çelişiyor. Ahmet Mingüzi davası gibi toplumu sarsan olaylar, ceza adaletinin sertleştirilmesi yönünde refleks doğurmuş durumda. Ancak tekil bir olay üzerinden genel yasa yapımı, reaktif yasama olarak adlandırılır. Bu yaklaşım, toplumun öfkesine yanıt verir ama adaleti duygusallığa teslim eder.
Yasalar soruna çözüm oluşturma yerine öfkeyle yazıldığında, pedagojik temeller değil, cezalandırma refleksi öne çıkar. Böyle bir zeminde hazırlanan düzenleme, suça sürüklenen çocukların yaşam koşullarını, aile ortamlarını veya sosyal yoksunluklarını hesaba katmadığı gibi yasanın zincirleme olarak başka neler doğurabileceğini de gizler.
‘Caydırıcılık’ söyleminin boşluğu
Taslakta çocuk cezalarının artırılması, gerekçede “caydırıcılık” hedefiyle açıklanıyor. Ancak bu iddia bilimsel olarak desteklenmiyor. Dünya genelinde yapılan çalışmalarda, çocuklara yönelik ağır cezaların suç oranlarını azaltmadığı, aksine yeniden suç işleme oranını artırdığı ortaya konmuş durumda. Oysa çocuk suçluluğuna neden olan faktörler yoksulluk, eğitimsizlik, travma, cinsel suçlara maruz bırakılma, sokakta yaşama gibi ortadan kaldırılmadıkça caydırıcılık sadece bir mit olarak kalıyor. Suça sürüklenen çocuklarla ilgili veriler ortada yokken kadın katliamlarında her gün tutulan çeteleler ve cezaların yetersizliği ortadayken taslakta düzenleme faillere değil çocuklara yapılıyor. Bunun nedeni tam da yine kadına çıkıyor.
‘Ehliyet’ mantığı zincirleme etki yaratır
Kadına nasıl çıkıyor diye baktığımızda; Çocuğun cezai ehliyeti, “fiilin anlam ve sonuçlarını kavrama” kriterine dayanır. Yeni düzenleme, özellikle 15–18 yaş grubundaki çocuklar için ceza indiriminin kaldırılabileceğini söylüyor. Bu şu anlama gelir: Devlet, bazı çocukların “yetişkin bilinciyle suç işleyebildiğini” kabul ediyor. Bu kabul, hukuk sisteminde domino etkisi yaratır. Eğer çocuk suç işlerken yetişkin gibi davranabiliyorsa; aynı mantıkla “rızasını verebilir”, “evlilik iradesine sahip olabilir” veya “cinsel davranışın anlamını kavrayabilir” denilebilir.
Bu, çocuk koruma hukukunun temelini oluşturan “biyolojik değil, gelişimsel yaş” ilkesini zedeler. Bir kere cezai ehliyeti genişlettiğinde, “ehliyet” kavramı cinsellik, evlilik, rıza gibi alanlara da sızar. Özellikle her dönem medyaya çıkan “tipler”, “13 yaşındaki kız çocukları evlenebilir” gibi söylemleri yaymayı sürdürüyor. Bu söylem, dini bahane ederek çocuk yaşta evliliklerin meşrulaştırılmasında sıkça kullanıldı. Yeni ceza paketi, doğrudan bunu söylemiyor ama dolaylı olarak aynı ideolojik zemini güçlendiriyor. Şöyle bir mantık hattı oluşuyor: “Madem 15 yaşındaki biri kasten öldürme suçunun bilincine sahipse, demek ki evlilik gibi sorumlulukları da kavrayabilir.” Taslağın, toplumsal ve yargısal yorum alanını genişletmekteler.
Kız çocuklarının ‘rızası’ tartışmaya açılır
Bu düzenleme, çocuklar üzerinden “suç bilinci” gerekçesiyle yapılmış olsa da, uzun vadede toplumsal sonuçlarını en ağır şekilde kız çocukları yaşayabilir. Türkiye’de daha önce pek çok davada, örneğin “rıza yaşı” tartışmalarında, “fiziksel olgunluk”, “duygusal farkındalık” gibi ölçütlerle cinsel suçları meşrulaştırmaya çalışan kararlar verildi. Bu yasa değişikliği, aynı mantığı yeniden canlandıracaktır. Çocuk yaşta evlilik için doğrudan bir yasal değişiklik yapılmasına gerek kalmaz; yargı yorumları ve toplumsal algı dönüşümü bunu fiilen sağlar.
Kadın örgütleri: Çocukluk kavramı tasfiye ediliyor
Kadın örgütleri bu düzenlemeyi sadece cezai değil, ideolojik bir dönüşüm olarak okuyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan bir hukukçu, “Çocuğun suç bilinci olduğunu söylemek, onun çocuk olmadığını söylemektir” diyerek tehlikeyi özetliyor. Bu bakış açısının, kız çocuklarının evlilik yaşını fiilen aşağı çekebileceğini vurguluyor: “Çünkü bir kez olgunluk ölçüsü yasaya girdiğinde, cinsiyetçi yargı kararları o boşluğu hemen doldurur.”
Ahmet Mingüzi davası, toplumu sarsan bir cinayet olarak hafızalara kazındı. Ancak yasa yapım sürecinde bir olayı tüm boyutları ile görmeden önleyici mekanizmalar oluşturmadan temel almak, hukuk sistemini duygusal refleksle yönlendirmek anlamına gelir. Yeni ceza paketi, çocuk suçluluğunu önlemiyor; tam tersine, çocukluğu cezai statüye dönüştürüyor. Bu anlayış, kadın bedeni üzerinde kurulan “ahlaki olgunluk” söylemini yeniden üretir. Ve sonuçta, çocuk korumak için değil, çocuğu yetişkinleştirmek için işleyen bir hukuk ortaya çıkar.
Taslak onarıcı değil kapatmaya dayalı
Gerekçe, çocuk şiddet vakalarındaki artış ve toplumsal infiali hiçbir veriye dayanmadan gerekçe göstererek iktidar yargı paketinde sözde “ceza artırımı ve caydırıcılık odaklı bir çizgi kuruyor. Oysa ki “ceza” mantığı ile suça sürüklenen çocuklara ve toplumun değişip dönüşmesine fayda sağlamayacağı gibi kısa vadeli “güvenlik” gerekçeleri ile uzun vadeli çocuk koruma paradigmasını gölgeleyebilir. Sosyal yaşamda çocukları eğitim, ekonomik, kültürel olarak beslemeyen, değişime katkı sunmayan teklifler yerine “ceza” ve “suçun” oluşmasının ardındaki sürece odaklanmak, bahsedilen ve kanun teklifinde görmediğimiz verilerde bir değişiklik yaratmayacaktır. Özellikle kanun teklifinde suça sürüklenmeyi azaltacak okul-aile-sosyal hizmet boyutuna ilişkin tek bir düzenleme yer almıyor. Kısacası taslak, çocuğa özgü adaletin onarıcı, rehabilite edici eksenini geri plana itip caydırıcılık ve kapatma temelli bir çizgiye ağırlık veriyor.