İlknur Birol: Yeni eğitim dönemi eşitsizliklerle başladı

  • 12:27 8 Eylül 2025
  • Güncel
ANKARA - Yeni eğitim döneminin yoksunluk ve eşitsizliklerle başladığını ve bu eşitsizliklerin giderek derinleştiğini belirten DEM Eğitim Politikaları Komisyonu Eşsözcüsü İlknur Birol, “Barış ve demokratik değişim, anadilde eğitim hakkının güvence altına alınmasıyla mümkündür” dedi. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eğitim Politikaları Komisyonu, Çocuk Komisyonu ve Dil, Kültür ve Sanat Komisyonu 2025-2026 eğitim-öğretim yılının başlaması nedeniyle eğitim alanında yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerine ilişkin basın toplantısı düzenledi.
 
Komisyonlar adına ortak basın açıklamasını Eğitim Politikaları Komisyonu Eşsözcüsü İlknur Birol yaptı.
 
‘Eşitsizlikler daha da derinleşmiştir’
 
Bugün yeni eğitim-öğretim dönemi başlasa da eğitime bütüncül bakıldığında tablonun iç açıcı olmadığını söyleyen İlknur Birol, “Bu tablonun arka planında sınıfsal ve kimliklere dayalı eşitsizlikler yer almakta; AKP iktidarları döneminde ise bu eşitsizlikler daha da derinleşmektedir. Türkiye’de eğitim, hiçbir zaman çocuklar ve gençler için özgürleşmenin ve kendini geliştirme imkânının alanı olarak kurgulanmamıştır. Aksine, siyasi iktidarların ve sermayenin ihtiyaçlarını önceleyen düzenlemelerle şekillenmiştir. Bugün çocuk emeği sömürüsü, çocuk yoksulluğu, kamusal bütçelerin azalması, eğitimin özelleştirilmesi ve anadilinde eğitim hakkının engellenmesi gibi sorunlar giderek daha da ağırlaşmaktadır” dedi. 
 
‘Eğitim sermayeye açılmaya devam ediyor’
 
“AKP döneminde 4+4+4 formülüyle yürürlüğe giren 12 yıllık zorunlu eğitim, bugün iş çevrelerinin baskısıyla tartışmaya açılıyor” diyen İlknur Birol,  MÜSİAD başta olmak üzere sermaye gruplarının talepleriyle çocuk yaşta çalıştırılmada artış olduğunu belirtti. İlknur Birol, “Bu ise çocuk emeği sömürüsünü derinleştirmekten başka bir anlama gelmiyor. Patronlar çocuklara erken yaşta işçi tulumu giydirmeye niyet etmiş durumdalar. Oysa çocukların geleceğini iş cinayetlerine mahkûm eden bir eğitim sistemi kabul edilemez. Okullar sermayenin işgücü kaynağı haline getirilemez. Mevcut göstergeler, eğitimin ticarileştiğini gözler önüne seriyor. Türkiye’de ailelerin ilkokul düzeyinde yaptığı harcamalar OECD ortalamasının dört katına ulaşmış durumda. Öte yandan, kamu kaynaklarının okul öncesi eğitime ayrılan payı OECD ortalamasının gerisindedir. 2023-2024 verilerine göre özel okulların sayısı hızla artarken, kamu okullarının payı geriliyor” sözlerini kullandı. 
 
Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan çocuk oranı yüzde 40 arttı
 
Devamında İlknur Birol şunları ifade etti: “Bugün eğitim yılı çocuk yoksulluğunun ve derin eşitsizliklerin gölgesinde başlıyor. Çocuk yoksulluğu artık halkın gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Çocuk yoksulluğu, ‘Eğitimden yoksunluk’la birlikte gerçekleşiyor. Ankara Tabip Odası tarafından açıklanan verilere göre ailesinin yanında en temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuk sayısı son 7 yılda yüzde 40 oranında artış göstermiştir. Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklarda skorbüt, sinir sistemi ve cilt hastalıkları, anemiler, kansızlık, raşitizm, diş çürükleri ve diş eti hastalıkları ile kas hastalıkları gibi çok sayıda hastalık ve rahatsızlık ortaya çıkıyor. Yani çocuklarımız aç. 
 
Öğrenmeyi ve anlamayı oldukça güçleştiren bu rahatsızlıklar yetersiz beslenmeye bağlı olarak artış eğilimi gösteriyor. Nesillerini yetersiz beslenmenin kıskacında sağlığından eden bir eğitim sistemini elbette kabul etmiyoruz. Bu, utançla konuşulacak bir konudur. Çocukların sağlığını öncelemeyen bir devlet, eğitim bakanlığı hiçbir süslü sözle bu gerçeği ortadan kaldıramıyor. Oysa yapılacak bellidir. Ücretsiz okul yemeği uygulaması tüm eğitim kurumlarında yaygınlaşmalıdır. Ek bütçeler yaratılarak okullarda en az bir öğün ücretsiz ve sağlıklı yemek verilmelidir.
 
Eğitime yeterli bütçe ayrılmıyor, ihtiyaçlar karşılanmıyor
 
Kamusal eğitime harcanan her bir lirayı gereksiz masraf olarak gören ve devleti bir şirket gibi yöneten bakanlık, yeterli istihdam sağlamamakta direniyor. Başta öğretmen istihdamı olmak üzere yardımcı personel yetersizliği açık bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bu durum eğitim emekçilerini güvencesiz çalışma koşullarına itiyor, hem kamu hem de özel okullarda sorunları derinleştiriyor. Oysa eğitim, bir toplumun bugününü ve geleceğini belirleyen en temel alanlardan biridir. Eğitim emekçilerinin sendikal mücadeleleri demokratik, eşit ve özgürlükçü bir eğitim sistemi içindir. DEM Parti olarak bizler, eğitimin hak temelinde örgütlenmesini savunuyoruz. ‘Ne kadar bütçe gerekiyorsa o kadar kaynak ayrılmalıdır’ ilkesini benimsiyoruz.
 
Barışın yolu anadilinden geçer
 
Eğitim alanının kronik hale gelmiş sorunlarından biri de anadilinde eğitimin yıllardır bu topraklarda bir hak olarak görülmemesi ile ilgilidir. Üstelik Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile birlikte yaşadığımız yeni dönemde en kritik başlıklardan biri anadilinde eğitim hakkıdır. Demokratik bir toplumun çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir iklimde var olabilmesi, ancak bu hakkın tanınmasıyla mümkündür. Bugün milyonlarca Kürt çocuk, kendi anadilinde eğitim alma hakkından mahrum bırakılarak okula başlıyor. Anadilinde eğitim hakkının tanınmadığı bir sistem, çocukları eşitlikten ve özgürlükten uzaklaştırıyor, onları asimilasyoncu bir düzenin çarkları içine hapsediyor. Bu durum yalnızca dil kaybına değil; psikolojik, sosyal ve kültürel açıdan büyük yaralara yol açıyor.
 
Anadil sorunu çözülmelidir
 
Barış toplumu demokratik toplumdur. Barış toplumu her bir bireyini doğuştan gelen haklarıyla kucaklayan toplumdur. Barış toplumu siyasetin dar faydasıyla değil, toplumun geniş faydası ilkesi ile kurulabilir. Barış toplumu reddetmez, inkâr etmez. Demokratik kurallara dayalı eşitlik ve özgürlük sağlamayı birincil ilke kabul eder. Eğitim sistemini de buna göre biçimlendirir. Ne yazık ki 2025 eğitim-öğretim yılının açılışı ile birlikte başta Kürt çocuklar olmak üzere milyonlarca çocuk anadilinde eğitim hakkından yeniden mahrum kalmaya devam edecektir. Büyük bir eşitsizliği yaratan bu ayrımcı sistem çocuğun özerk birey olma hakkını da elinden alıyor. Tam da bu ve diğer pek çok nedenle, bu tarihi süreçte, başta TBMM olmak üzere tüm siyaset kurumları, devletin ilgili organlarını ve toplumun tüm kesimlerini anadilinde eğitim hakkının tanınması için sorumluluk alarak eğitim sisteminin kangren haline gelmiş sorunlarından birini etkili bir şekilde çözmelidir. Barış ve demokratik değişim, bu hakkın güvence altına alınmasıyla mümkündür.
 
Eşit özgür eğitim için mücadelemizi sürdüreceğiz 
 
2025-2026 eğitim-öğretim yılı, çocuk emeği sömürüsünden çocuk yoksulluğuna, anadilinde eğitim hakkının gaspından eğitime ayrılan bütçenin yetersizliğine kadar çok yönlü sorunlarla başlıyor. Bununla birlikte, mülteci çocukların eğitime erişim hakkının güvence altına alınmaması, engelli çocukların ihtiyaçlarını önceleyen kapsayıcı politikaların hayata geçirilmemesi, karma eğitimin tartışmaya açılarak hedef haline getirilmesi, eğitim alanında dinin araçsallaştırılması ve sistemin bütünüyle piyasalaştırılması gibi sorunlar da derinleşerek devam ediyor. 
 
Bu tablo, eğitimin tüm boyutlarıyla bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor. DEM Parti olarak bizler; çocukların eşit, özgür, sağlıklı ve güvenli bir şekilde eğitim görmesi için mücadele etmeyi, eğitim hakkını toplumun bütün kesimlerini kapsayan demokratik, özgürlükçü laik, bilimsel, kamusal, cinsiyet özgürlükçü ve ekolojist bir çerçevede savunmayı sürdüreceğiz. Eğitimi siyasal iktidarların ve sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına göre değil, toplumun tüm çocuklarının özgür bugününe ve geleceğine göre yeniden inşa etmenin zorunlu olduğuna inanıyoruz ve bu yönde mücadelemizi büyütmeye devam edeceğiz.”