
Erkeklerin gözünden kadın karakterler
- 09:07 23 Mayıs 2025
- Jineolojî
"Sakine Cansız’ın 'Hep Kavgaydı Yaşamım' kitabı Kürt kadınlarının yazma serüvenine önemli bir katkı sağlarken dayatılan yaşam biçimine bir tepki olarak tarihsel feodal kodları alaşağı eden bir hafıza niteliği taşımaktadır."
Saliha Ayata
Kürt edebiyatının tarihsel gelişimi ve seçilen konular elbette Kürt toplumunun realitesinin dışında ele alınamaz. Parçalı ülkelerinin olması, Kürt dilinin eğitim dili olmaması vb. asimilasyon politikalarına rağmen Kürtlerin özellikle yazma, üretme çabaları göz ardı edilemez. Bununla beraber üretilen eserlerin var olan realiteden uzak olması beklenemez. O yüzden de nesirlerde seçilen konular direniş, mücadele, dil, kimlik gibi konulardır. Kürt romanının 1920’lerden itibaren parçalı da olsa Kürtlerin gündeminde olması ve özellikle kendi mücadelelerini yazmaları çok anlaşılırdır ancak ilk roman denemelerinden itibaren kadına dayatılmış rol ve modeller geçen yıllara rağmen neredeyse çok az değişim göstermiş ve kadınlara yüklenilen geleneksel kalıplar romanlarda kendini çok yoğun göstermiştir. Sadakat gömleği her zaman kadına giydirilmiş ve kadın karakterlerden bu beklenilmiştir. Belli dönemlerde yazılan birçok romanı incelediğimizde karşımıza çıkan durum feodal geleneksel kodların karakterlere yedirilmiş halleridir. Örneğin; 1958’de Rehimê Qazi tarafından yazılan Peşmerge romanı Rojhilat parçasının ilk romanı olarak kabul edilir. Romanı bir tez çalışması olarak yazan Rehime Qazi akademisyen kimliği olan ve belli bir entelektüel düzeye sahip bir erkektir. Roman; geleneksel kodlardan ve ağalık sistemin zorbalığından bahsedilen örneklemelerle başlar. 1940’larda bir Kürt köyünde evlenmek çok zordur erkekler için çünkü başlık parası yoksulluk içinde büyük bir krizdir. Ancak baş karakterlerden olan Pirut çok şanslı anlatılır çünkü bir kız kardeşi vardır ve onu berdel verip kendine uygun bir kadın bulup evlenebilecektir. Daha sonra Pirut’un Mirut adlı güzel bir kadına aşık olduğunu okuruz ve bu gençler berdel karşılığında nişanlanırlar. Pirut kız kardeşini Mirut’un abisine verir ve berdel olduğu için başlık parasına gerek kalmaz ancak köyün ağası da Mirut’a âşık olduğu için onu gizlice bir kadın aracılığıyla kuytu bir yere kandırarak getirtir ve orada ona tecavüz eder. Bu utanca dayanamayan Mirut abisinin ve nişanlısının başını önüne eğdiğine inanır ve bu acıya dayanamayıp orada intihar eder. Ama intihar ederken de en büyük üzüntüsü abisinin berdel durumunu bozmasıdır. Bunu duyan Pirut, Mirut’un ağabeyi ile birlikte ağayı kaçırıp öldürür ve mücadeleye katılıp peşmerge, yani önemli savaşçılar olurlar. Romanda kadının fesat, kuma, klasik olan tiplemeleri karşımıza çıkar ama âşık kadın ise baş karakter erkeği mücadele saflarına katılması için iten bir namus ögesi olarak işlenir.
Yine 1956 yıllarında yazılan Jana Gel romanı hâkim olan İbrahim Ehmed tarafından belli bölümler halinde yazılmış fakat 1972 yılında basılabilmiştir. Roman yıllarca cezaevinde yatmış bir adamın, Camêr’in dışarıya çıkmasıyla başlar. Romanda karakterin üç dönemine şahit oluruz: cezaevine girmeden önceki memleket koşulları, cezaevi koşulları ve dışarı çıktığında değişen, dönüşen hayat ve yabancılaşma… Camêr cezaevine girme nedenini düşünür. Eşi doğum yapmak üzeredir, ona bir ebe bulmak için sokağa çıkmış ve sokakta eylemler başlamıştır. Ebeye varamadan sokaktaki yürüyüşten dolayı herhangi bir suçu yokken tutuklanır, ebeye ulaşamaz ve cezaevine konulur. Eşinin doğumda öldüğünü ve üstelik anne karnındaki çocuğunun da annesiyle birlikte öldüğünü bilemez. Dostları ona umut vermek, içerde çaresiz bırakmamak için on yıl boyunca bu acıyı ondan saklamışlardır. Camêr dışarı çıkar çıkmaz eşi ve çocuğuna ulaşmak ister, ancak dostları, eşinin köyde olduğunu söyler. Köye ulaşmak istese de birçok engelle karşılaşır. Sonunda dostları köyün bombalandığını ve köyden kimsenin kurtulmadığını söylerler. Camêr sonunda çareyi dağlara çıkmakta ve mücadeleye katılmakta bulur. Roman bir yandan savaşı ve acıları anlatırken bir yandan da gelenekleri anlatır. Romanda kadınlar ikinci plandadır ve neredeyse toplumdan siliktirler. Ne konuşan bir kadın tiplemesi vardır ne de adını duyduğumuz bir kadın sesi. Sadece Camér’in eşi bir hayal olarak vardır.
Bakur’da 1985’ten beri roman yazan Mehmet Uzun toplamda yedi roman yazmıştır. 1998 yılında yazdığı Ronî Mina Mirinê Tarî Mina Evinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık) romanında kadın karakter 20'li yaşlarında bir üniversite öğrencisi olan Kevok karakteriyle yansıtılmıştır. Kevok da benzer kaderi paylaşan diğer yurttaşları gibi, anadilinden koparılmış bir şekilde başka dilde eğitim almaktadır. Sömürgeciliğin egemen olduğu böyle bir kültürel ortamda neredeyse asimile olan Kevok'un aksine sevgilisi Jîr, anadilini bilen ve hükûmet tarafından halkına karşı uygulanan baskıcı rejimin farkında olan genç bir devrimcidir. Jîr ile olan ilişkisi sayesinde zamanla kendi halkının durumunun daha çok farkına varan Kevok, sevgilisinin okulu bırakıp mücadeleye katılmasına daha fazla engel olamaz. Önceleri cesaret edemese de daha sonra Jîr'i bulmak ümidiyle, Kevok da mücadeleye katılarak dağlara çıkar. Bir takım çabalardan sonra, Kevok Jîr'in izini bulamaz ve Baz komutasındaki silahlı kuvvetler tarafından ele geçirilir. Baz çok küçükken Dağlar Ülkesi'nde esir alınarak kökenlerinden koparılmış bir askerdir. Özünden habersiz bir şekilde, tamamen farklı bir kültürel ortamda hayatını sürdürmesine rağmen Baz, yine de Kevok ile olan görüşmeleri sırasında gerçek kimliğinin, kendi bildiği gibi olmadığını hisseder. Baz, gerilla eylemleri nedeniyle, Kevok'u defalarca sorguya çeker ve etnik kimliğinden vazgeçerek itaat etmeye zorlar. İkili, sorgular esnasında politik konular hakkında konuşmaya başladıkça, Baz, mensubu olduğu hükûmetin uyguladığı baskıcı politikanın hiç de adil olmadığını düşünmeye başlar. Roman boyunca bu karakterlerin, tamamen zıt konumlarda olsalar bile aralarındaki sınırların o kadar katı olmadığına vurgu yapılır. Zamanla Kevok’la Baz birbirlerine âşık olurlar ve kaçarlar. Roman kadın realitesinden uzaktır ve bir dönem mücadele etmiş, her ne kadar sevgilisi Jir’in arkasından gitse de bir kadınının sorgu esnasında komutana âşık olması açısından oldukça ilginçtir. Politik atmosferin çok ağır olduğu bir dönemde 1985’te böyle iki karakterin aşkı doğrusu fazlasıyla romantize edilmiş bir durumdur ve Kürt kadınları açısından çok da tartışılan bir roman halini almıştır.
Yine 2002 yılında Bavê Naze tarafından yazılan Dara Pelweşiyayi (yaprağı dökülmüş ağaç) romanında baş karakter Şerzad adında bir erkektir. Genç bir erkek olan Şerzad okul okuyan feodal kodları kırmaya çalışan bir Kürt erkeğidir. Pervin adında Kürt bir kadına âşıktır ve aralarında bir ilişki vardır. Ancak savaş koşulları ağırdır ve devrimci olan abisi Saddam rejiminin askerleri tarafından idam edilmiştir. Bunun üzerine sevdiği kızı ve okulunu bırakıp mücadeleye katılır. Yıllar sonra peşmerge olarak bir köye gider ve o köyde Pervin’in yaşadığını öğrenir. Pervin evlenmiştir bir çocuğu olmuştur ve eşi askere gitmiştir. Kaynanası ile yaşamak zorunda olan Pervin, askerler köye saldırdıklarında kaynanası tarafından kuytu bir yere saklanmıştır. Gelen askerler kaynanasına tecavüz etmişlerdir Pervin de çaresizce küçük bir delikten bu durumu izlemiştir. Daha sonra peşmergeler köye gelip köylüleri korumuşlardır tesadüfen o köye giden Şerzad Pervin’i görmüştür. Aralarında kısa bir süre sonra tekrar bir ilişki başlamıştır. Şerzad’la görüşme sırasında yaşamak istediği cinselliği kaynanasının tecavüzü üzerinden düşünüp şöyle söylemiştir: Jinebî û fersendek jê re hat… Wê baxçê xwe av da û da… Û hîn jî ranedibû (dul kadının eline bir fırsat geçti ve bostanını suladı ve hala kalkmıyordu yerinden). Daha sonra kaynana onları görünce aralarında şöyle bir diyalog geçer: Dema eskerên Sedamî, yek radibû û yek dihate ser te, min pirsî; hûn çi dikin ( Saddam’ın askerlerinin biri gidip diğeri gelirken ben sana ne yapıyorsunuz diye sordum mu)? Bu diyalogdan sonra konuyu kapatmayı tercih ederler ama yazar adeta Pervin’i sadakatsizliği yüzünden cezalandırırcasına romanın sonunda terk edilmeye mahkûm eder ve en klasik ilişki biçimi olan gelin kaynana çatışması üzerinden en geleneksel cinsiyetçi tanımlamaları bu iki kadın üzerinden yaptırır.
Devrimcileşen kadın kahramanlara neden yer verilmiyor?
Bakur’da veya diğer parçalarda yazılan roman örneklerini çoğaltabiliriz. Romanlarda cinsiyetçi, geri geleneksel kadın karakterlerin olduğu birçok örnek verebiliriz çünkü Kürt kadınları, erkekler tarafından yazılan romanlarda bakireliğinden tutun da cinselliğine bir bütünen geleneksel kodlarla ele alınmışlardır. Cinsiyetçilik bu romanlarda tekrar tekrar üretilmiştir. Sadakat gömleği Kürt romanlarında da sadece kadınlara giydirilmiştir. Namus olgusunu aş(a)mayan ve en kısa yoldan romanlarda önüne tek seçenek olarak ölüm sunulan yine kadın olmuştur. Erkek ne yaşarsa yaşasın günün sonunda devrimci, başarılı bir kahraman olmakla ödüllendirilmiştir. Savaşmak erkek tekelinde kalmış hatta kadın konuşmayan bir nesne halini almıştır. Toplumsal realiteleri göz önünde bulundurunca tabi ki Kürt toplumunda hala yoğun geleneksel kodlar olduğunu söyleyebiliriz. Kürt kadınlarının son otuz yıldaki mücadelelerini ve direnişlerini düşününce; yaşamda devrimcileşen kadın kahramanlara neden eserlerde çok da yer verilmediği irdelenmesi gereken bir sorudur. Ya gerçekten kadın özgürlük mücadelesini anlamamak ya da buna hazır olmamak? Bu durum Kürt edebiyatı açısından hala cevaplanamayan bir soru olarak güncelliğini korumaktadır.
Genel olarak; Kürt kadın edebiyatçıların yazma serüvenlerinde karşımıza çıkan belli başlıklar vardır. Rojhilat’taki kadın yazarların örnekleri dünyada ve Bakur’da kadınların yaşadıkları sorunlara çok benzememektedir. Kürt kadınları Rojhilat’ta yazıyor ve topluma öncülük ediyorken Bakur’da 19. ve 20. yüzyıla kadar birçok politik sebep ve dil bariyeriyle karşılaşıyorlar. Hatta birçok defa Kürtçe eğitim yetersizliği veya siyasi baskı yüzünden Türkçe yazmak zorunda kalıyorlar. Bakur’da Kürt kadınının üretimlerinin önündeki tek engel cins meselesi olmaktan çıkıyor ve yasaklı dil, kimlik, ulusal direniş meselesi devreye giriyor.
Kadınların edebiyattaki mücadeleleri
1990’lardan sonra Kürt kadınları özellikle Bakur’da Kürt edebiyatında daha görünür bir evreye geçiyor ve bugün dört parçadaki sınırları zihni olarak aşan dernekler kurup her parçadan kadınlarla bir araya gelerek yazma deneyimlerini paylaşıyorlar. Kaçırdıkları yüzyılları ve yazılamayan tarihlerini yazmak için mücadele ederek roman, hikâye ve şiir alanında önemli üretimlere imza atıyorlar.
Dünyada ve Kürdistan’da 20. ve 21. yüzyılda da kadınların edebiyat dünyasındaki mücadeleleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve erkek egemen edebiyat normlarına meydan okuma çabaları büyük bir önem taşımaktadır. Kürt coğrafyasının sınırlarla bölünmesi, her parçanın farklı temalarda eserler meydana getirmesine sebep olurken bu sınırlar edebiyat alanında da ulusal birliğin sağlanmasını engelliyor. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllar boyunca Kürdistan'ın dört parçasında yaşanan siyasi baskılar, kimlik mücadelesi ve dil yasakları, Kürt kadınlarının edebi üretiminde farklı temaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bakur’da 21. yüzyılda Kürt dili hala eğitim dili değildir ve tüm yasaklamalar 21. yüzyılda da güncelliğini koruyarak devam etmektedir. Öyle ki Bakur’daki ilk kadın Kurmancî roman yazarı olarak kabul edilen Gulgeş Deryaspi, 2010 yılında “Tariya Bi Tav” adlı eseri bastırmıştır ve Bakur’daki ilk kadın romanı olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar 90’larda bir Kürt kadın romancının Bakur’da ilk Kurmancî romanı yazdığına dair görüşler olsa da araştırmalarım sonucunda ne Kurmancî basılmış bir romana ne de kimin yazdığına dair bir bilgiye ulaşamadık. Bu eserin yakın tarihimizde yazılması dahi Bakur’daki asimilasyon ve yasaklama politikalarının edebi üretimlerin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu gösterir. Tüm bu baskılara rağmen Kürt kadınları Kürtçe yazma serüvenlerinden, meydan okumalarından vazgeçmeden dil, kimlik ve direnişlerini edebiyat alanına yansıtmaktadırlar. Kürt kadınlarının edebiyata katkıları, dilin korunması, kültürel kimliğin ifade edilmesi, toplumsal sorunların yansıtılması ve direniş kültürünün aktarılması gibi çok yönlü boyutları içermektedir.
Kürt kadınlarının edebi serüveni, sadece edebiyat tarihine değil aynı zamanda Kürt halkının tarihine ve mücadelesine de ışık tutmaktadır. Kürt kadınlarının kimliklerini ifade etme, toplumsal sorunları dile getirme ve direnişlerini anlatma, özellikle erkeğin hükümranlığındaki edebiyat dünyasında var olma biçimlerine karşı çıkmaları Kürt kadın hareketinin mücadelesinden bağımsız değerlendirilmemelidir. Tüm parçalamalara, sömürge politikalarına rağmen Kürt kadınları mücadele alanlarını korudukları gibi Kürt edebiyatında yazma süreçlerini de bir mücadele alanı olarak görmüşler ve bugün geri geleneksel kadın karakterlerini alaşağı eden bir sürece girmişlerdir. Sakine Cansız’ın “Hep Kavgaydı Yaşamım” kitabı Kürt kadınlarının yazma serüvenine önemli bir katkı sağlarken dayatılan yaşam biçimine bir tepki olarak tarihsel feodal kodları alaşağı eden bir hafıza niteliği taşımaktadır.
Geldiğimiz noktada Kürtler için her ne kadar Kürtçe, farklı asimilasyon ve engellemelere maruz kalsa da bir varoluş biçimi olarak korunmaya çalışılmakta, sözlü ve yazılı kültürün farklı alanlarında varlığını sürdürme mücadelesini vermektedir.