
Cezaevlerindeki şiddete karşı direnişi anlattılar
- 09:03 12 Aralık 2023
- Güncel
Melike Aydın
İZMİR - Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki 3 siyasi tutsak gönderdikleri mektup ile cezaevlerinde kadına yönelik uygulanan şiddet politikaları ile buna karşı direnişi anlattı.
Türkiye ve Kurdistan’da kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları giderek artıyor. Kadınların şiddet politikaları ile karşı karşıya kaldıkları yerlerin başında da cezaevleri geliyor. İzmir’deki Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki tutsaklar Fatma R. Sido, Mahsume Şedal ve Güler Bilen cezaevlerinde kadınlara yönelik şiddete ilişkin JINNEWS’e mektup gönderdi. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısı ile gönderilen mektup elimize yeni ulaştı.
Tutsak kadınlar bir şiddet mekanı olan cezaevlerinde buna karşı direnişi anlatırken aynı zamanda adli kadınlara yönelik şiddet, çocuk ve çocuklu kadınlara yönelik baskı ve şiddete de vurgu yaptı.
Bir gün ile sınırlı kalması eksik
Kadına yönelik şiddete dair mücadelenin yılda sadece bir güne sıkıştırılmasının eksik bulduklarını belirten tutsaklar, zindanlar ülkesi haline gelmiş bir ülkede her gün binlerce kadınların fiziksel ve psikolojik şiddet altında olduğunu, her gün en az 5 kadının katledildiğini belirtti. Eril iktidar sisteminin her gün kadın karşıtı politikalar üretildiği bir ülkede 8 Mart Dünya Kadınlar Günü de eklendiğinde yılda 2 kez kadınların yaşadıklarına dikkat çekilmesinin yeterli olmadığını ifade eden tutsaklar buna karşın sadece “özel günlerde” bir şeyler yapmanın çözüm üretmeyeceğini ifade etti.
Tutsak kadınların mektubu şu şekilde:
“Hapishanelerin varlığı (ya da kendisi) dahi şiddettir. Bir insanın 20-30 yılını tutsak olarak geçirmesi fiziki, psikolojik her anlamda bir insana uygulanacak en büyük şiddettir. Hapishanelerde uygulanan şiddet sistematik ve planlanmış bir şiddettir. Daha hapse ilk adımında ‘çıplak arama’ uygulaması dahi tek başına şiddettir. Kişiyi iradesizleştirerek teslim almaya dönük planlanmıştır her ayrıntı. Dolayısıyla kendi kontrolünü yitiren tutsaklar yaratılmaya çalışılır. Ve bu tutsaklarda en fazla ortaya çıkan özelliktir şiddet. Mahpuslar şiddet üreten mekanlardır.
Adli mahpuslar günü antidepresanlar ve şiddetle geçiriyor
Siyasi kadınlar her anlamda bu politikalara karşı kendini bilinçlendirerek tarihsel bilinci ile direnmeye çalışır. Fakat adli kadınlar bu öz savunma mekanizmasını geliştiremiyor. Her an, her saat şiddetin içinde yaşarlar. Personel bağırır darp eder ve cezalandırır. Yanı başındaki her kadın darp etme aşağılama, yaralama bir başkasının saldırma potansiyeline sahiptir. Mahpuslarda her gün en az bir kadın ya saldırıya uğradığı ya da intihar girişiminde bulunduğu için acile kaldırılır. Dolayısıyla zindanlardaki adli mahpuslar günün yarısını depresyon ilaçları alarak geçirir. Geri kalan yarısında ise şiddetle iç içedir. Dışarıda şiddetin merkezinde olan bu kadınlar içeride de her an şiddetle karşı karşıyadır. Siyasi tutsaklar ise yoldaşlık ilişkileri ile dayanışma ile kendini sağaltmaya çalışır. Personelin cezalandırma psikolojik ve fiziki şiddetine karşı çeşitli direniş yöntemiyle kendini korumaya çalışır.
Kapatılmışlık dışardaki erkeğin karılaştırma politikasının uzantısı
Zindanlardaki şiddet dışarıdaki şiddetin uzantısıdır diyebiliriz. Erkeğin eve kapattığı özel hapishanelerden devletin kapattığı hapishanelere kadın kapatılmışlık duygusuna karşı iradi ve bilimsel olarak kendisini güçlendirip geliştirerek direniş sergiler. Kapatılmışlık devletin ‘karılaştırma’ politikasıdır. O yüzden biz kadınlar ufku, bilinci, iradesini güçlendirme çabası içinde oluruz.
Sakine Cansız gibi direniş öncülerimizden güç alıyoruz
Şiddetin yeniden üretildiği mekanlardan biri de zindanlardır. Biz siyasi tutsakların muazzam bir direniş külliyatı vardır. Zindanlarda erkek şiddetine karşı direniş öncülerimizden Sakine Cansız külliyatı vardır. Zindanlarda erkek şiddeti ile Paris’te katledildiler. Bizler bu direnişten güç alıyoruz. Dediğimiz gibi bu mekanlar yani kapatılmasının kendisi şiddettir. Kadın, doğasına aykırı mekanlarda toplumsal külliyatı ile direniyor.
Koğuş içini kıyafet yasakları üzerinden denetim altına alma çabası
Devlet aklı her dönem kadına karşı özel politikalar uygulanmıştır. Kadının varlığı, kadının bilincinin varlığı dahi devletli iktidar sistemleri için ‘tehlikelidir’. Devrimler tarihinde CIA’nın talimatı çarpıcıdır. ‘Önce kadınları vurun’ diyor. Kadın karşıtı mücadele ideolojik yürütülüyor. Bunun önemli bir ayağı da zindanlardır. Mesela son yıllarda toplumda geliştirilen muhafazakar ve tarikat etkisi altındaki kadın modeli, hapishane politikalarına da yansımakta. Aslında içeride ve dışarıda bir cariyeleştirme politikası hâkim. İçeride din eğitimleri artırıldı. Kılık-kıyafet uygulaması getirildi. Askılı tişörtler, diz üstü şortlar ve fistanlar yasaklandı. Koğuş dışında zaten her yönlü bir denetim altına alma çabası vardı. Artık koğuş içinde nasıl giyindiğimize karışıyorlar. İrademize dönük fiziksel saldırılar yoğunlaştırılıyor.
Cezaevinde cinsel işkence, çocuğa ve annesine işkence
Öte yandan adliler içinde cinsel ilişkiler, cinsel güdü her zamankinden çok daha yoğun hortlatılmış durumda. En korkunç ve trajik durumları duyuyoruz. Kadınların birbirlerine karşı cinsel şiddeti de uygulamaları yozlaşmadaki seviyeyi ifade etmektedir. Çarpık yoz ilişkiler ve cinsel saldırganlık örtülü olarak (aslında barizdir) geliştirilmekte, cezaevi yönetiminin sessizce katıldığı, bir şekilde yönlendirdiği kışkırttığı toplu tecavüzler yaygınlaşmakta. Çocuklu anneler cezaevlerinde terbiye edilmekte. Çocuğu kapıda tutup, anne saatlerce yalvartılıyor, görüştürülmeden gönderiliyor. Mahpuslarda kadınlar özellikle saldırı altındadırlar. Çünkü eril sistem de kadınların öncülüğünün bilincindedir. Kadınları “ıslah, terbiye” ederek kontrol altına alarak toplumu kontrol altına almaya çalışır.
Kadının korunmasını devletten beklenmesi gaflettir
Kadınlar için bizce en telem olan şeydir öz savunma. Erkek ve devlet zihniyeti kadın kırımını da ortaktır, ittifaktır. Aslında erkek şiddeti eşittir devlet şiddeti ve bu da kırımdır. Dolayısıyla her türlü mücadele önemlidir. Hukuki, siyasi, ekonomik mücadele elzemdir. Özellikle kadının korumayı devletten beklenmesi tam bir gaflettir. Çok yakın süreçte İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi devlet aklının kadın politikaları karşısında çıplak bir örnektir. Böyle bir zihniyetten koruma, çare beklemek cellattan medet ummaktır. Kadın kendi özsavunmasını her alanda geliştirmelidir. Tüm alanlarda örgütlenmelidir. Bu noktada Jineoloji –kadın biliminin- kadınlar için bir özsavunma perspektifi sunduğu gibi geliştirilen Jineoloji ile her türlü şiddet ve saldırı kültürüne dönük çözüm üretmeleri oluşturulmalıdır.
Müebbetlikleri ayakta tutan daha güzel bir dünyaya dönük amaç
Şiddet politikalarıyla iradeleri kırılmak amaçlanıyor. Bizler bu noktada en çok saldırıya maruz kalarak büyüyen insanlarız. Her birimiz daha çocukken ve ergenlik dönelerinde zindanlara girdik. Her an gelişimize dönük karşı darbelerle geçirdik. Hayallerimize umutlarımıza dönük sistematik bir şiddetle büyüdük. Şimdi ise menopoz süreçlerimizi yaşıyoruz. Ve ‘bizi ayakta tutan nedir?’ diye kendimize hep sormuşuzdur. Bir yaşam felsefemizin olması, daha güzel bir dünyaya dönük amaç ve hayallerimiz, toplumsal hafızamız ve direniş kültürümüz bizleri ayakta tutuyor.
Şiddet politikalarına karşı örgütlü mücadelemiz var
Toplum şiddet politikasına karşı adressiz değiliz. Çünkü bizim güçlü kadın örgütlenmemiz ve mücadelemiz mevcut. Ancak son yıllarda özel savaş politikaları ve toplumsal baskılarla toplum yalnızlaştırıldı. Bu nedenle kadın hareketlerinin güçlü ittifaklarla alanlarda ve toplumun bulunduğu her yerde sokakta evde işte vb sesini duyurması dayanışma içinde olması örgütlenmesi gerekir.
Kendimizi yeniden doğuruyoruz
Son olarak daha önce belirttiğimiz gibi bizler ergenlik çağında tutsak düşmüş ve bugün menopoz geçirenlerin de tutsakların içerde yaşayan kadınlar olarak her türlü şiddet ve baskı ortamında hatta tam merkezinde, örgütlenmenin, kadın özgürlük bilincinin bizlerde oluşturduğu ruh ve maneviyatla yürüyoruz. Mesela menopoz süreçleri kadınlar açısından zorlu psikolojik destek isteyen süreçlerdir. Bizler bu mekanlarda ilaçsız dış psikolojik destekten azade kendi kadın tarihimiz, kültürümüz ve kadın örgütlenme bilinci ile Ursula Le Guin’in deyimiyle en zorlu doğum olan menopozda kendimizi yeninden doğuruyoruz.
Kısacası tam direnen ve şiddete maruz kalan kadınlar için ‘Jin jiyan azadî’.
Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz, şiddeti yendiğiniz güzel günlerde buluşmanın inancı ile sımsıkı kutluyoruz.”