
Sürgün ve işkenceyle geçen 11 yıl: Dört duvar arasında dünyayı adımladım
- 09:02 27 Şubat 2021
- Güncel
Hikmet Tunç
VAN - KCK Ana Davası’ndan yargılanan ve 11 yıl tutsak kalan Şerife Bilici, 11 yılının sürgün ve işkenceyle geçtiğine değindi. Şerife, “Her günümden bir şeyler kazanmaya gayret ettim. Dört duvar arasında dünyayı adımladım” dedi.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2009 yılında ülke genelinde başlatılan KCK operasyonları kapsamında aralarında Barış ve Demokrasi Partisi’nden (BDP) belediye başkanları ve parti yöneticilerinin de yer aldığı yüzlerce kişi tutuklandı. Tutuklu ve tutuksuz yargılanan onlarca siyasetçiye ise yüzlerce yıl hapis cezaları verildi.
Dört duvar arasında geçen 11 yıl…
BDP bünyesinde kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışmalar yürüten Şerife Bilici de 2010 yılında KCK Ağrı Ana Davası’nda 3 kişi ile birlikte “örgüt üyesi” olmak iddiasıyla tutuklandı. Şerife, tutuklandıktan sonra farklı kentlerde bulunan birçok cezaevinde 11 yıl kaldı. Geçtiğimiz günlerde hükümlülük süresinin bitmesi ile birlikte tahliye olan Şerife, tutsaklık sürecini anlattı.
‘Kadın sorunlarına karşı mücadele içerisindeydik’
Kadın mücadelesinde geçirdiği dönemi “Kadın kimliğini sorgulamadaki yolculuğuma başladım” sözleriyle özetleyen Şerife, kadına yönelik şiddetle mücadele alanında aktif olarak yer aldığını kaydetti. Şerife, “Bu kapsamda kadınların sorunlarına dair ortak çözümler geliştirme mücadelesi içerisindeydik. O dönemler Türkiye genelinde binlerce kişi KCK iddiasıyla tutuklanıyordu. Birlikte çalıştığım aralarında parti yöneticisi, mahalle meclisi temsilcisi 4 arkadaşımla birlikte çıkarıldığımız mahkemece örgüt üyesi olma iddiasıyla her birimize ayrı ayrı 13 yıl 6 ay ceza verildi” dedi.
‘Tarsus cezaevinde işkenceye maruz kaldım’
Şerife, tutuklandıktan sonra Ağrı’da bulunan cezaevine götürüldüğünü ve cezaevinin siyasi tutsak statüsünün olmaması nedeniyle kendi talebi doğrultusunda Erzurum E Tipi Kadın Kapalı Cezaevine götürüldüğünü söyledi. Erzurum’da 2 buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra “cezaevinin düzenini bozduğu” iddiasıyla Bayburt Cezaevi’ne sürgün edilen Şerife, “Burada yaklaşık 4 yıl kaldıktan sonra 2017 yılının Haziran ayında aynı gerekçeyle, Ankara Sincan Cezaevi’ne sürgün edildim. Burada da iki ay kaldıktan sonra Mersin Tarsus Kadın Kapalı Cezaevi’ne 15 kadın arkadaşla sürgün edildik. Tarsus Cezaevi’nde özel bir politika devredeydi. Türkiye de kampüs statüsüne sahip dört cezaevinden biriydi. Tüm baskılar biraz daha siyasilerin mücadeleyle aldıkları haklarını ellerinden almak, tutsakların iradesini teslim almak ve baskılamak amacıylaydı. Tarsus Cezaevi’ne 15 kadınla birlikte sürgün edildiğimiz gün bizlere çıplak arama dayatıldı. Bizler buna karşı çıkınca da cezaevinde işkenceye maruz bırakıldık. Kaldığım bir yıl içinde baskılara karşı hep ayaktaydık, direniyorduk. Direnişimizle cezaevine geri adım attırdık. Buradan da yaklaşık 35 arkadaşla Kayseri Bünyan Cezaevi’ne sürgün edildik” şeklinde konuştu.
‘Örgütlülüğümüz cezaevlerine geri adım attırıyordu’
“Cezaevi düzenini bozmaktan” sürgün ile başlayan 11 yılının son durağında 2018-2021 yılları arasında Kayseri Bünyan Kadın Kapalı Cezaevi kampüsünde kalan Şerife, “Bünyan Cezaevi yönetimi bizim için özel hazırlanmıştı. Cezaevinde baskılar biraz daha politikleştirilerek karşımıza çıkarılıyordu. Tarsus Cezaevi’nde bize yönelik kaba yaklaşımlar Bünyan’da biraz daha nabzımız yoklanarak yürürlüğe konuluyordu. Bu cezaevine gelenler de çıplak aramalardan geçiyordu. Çıplak aramaya yönelik tutumumuz netti. Bu net duruş karşısında Bünyan Cezaevi de geri adım atmak zorunda kaldı. Örgütlü tarzımız cezaevlerine geri adım attırıyordu” sözlerini kulandı.
‘Ellerimiz kelepçeli hastaneye götürülüyorduk’
Yaşanan hak ihlallerine değinen Şerife, askerlerin, gardiyanların ve cezaevi yönetiminin politik tutumuna ve baskısına maruz kaldıklarının altını çizdi. Hasta tutsakların hastaneye veya revire çıkarılmasının bilinçli olarak geciktirildiğini kaydeden Şerife, tutsakların bu duruma karşı çıkmasıyla cezaevi yönetiminin çoğu kez geri adım atmak zorunda kaldığını belirtti. Şerife, “Aramızda acil ameliyata alınması gereken, kronik hastalıkları olan arkadaşlarımız vardı. Ancak pandemiyle birlikte bu sağlık sorunlarının tedavisi askıya alındı. Muhlise Karagüzel vardı. 65 yaşlarında birilerinin yardımına ihtiyacı olan bir annemizdi ve şekeri, kalp, kronik sorunları vardı. Acil tedavi edilmesi tahliye edilmesi gerekiyor. Bir diş ağrısı tedavisi için dahi ellerimiz kelepçelenerek hastaneye götürülüyorduk. Biz bunu kabul etmiyorduk. Bundan kaynaklı da çoğu zaman hastaneye götürülmüyorduk. 450 kadın tutsak kapasiteli Bünyan Cezaevi’nde tek bir doktor vardı. Bazen hastane randevularımızda aylar sonra sıra geliyordu. Doktor gelse de gerekli malzemeleri ve muayene koşulları oluşturulmadığı için baştan salma bir tedavi uygulanıyordu” ifadelerinde bulundu.
Cezaevinde yaşanan hak ihlalleri ve PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecrit koşullarını protesto etmek amacıyla başlayan süresiz dönüşümlü açlık grevinin 3’üncü ayına girdiğini hatırlatan ve Bünyan’da da açlık grevlerinin sürdüğüne dikkat çekti. Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevlerine katıldığını belirten Şerife, “Tüm cezaevlerine yayılan açlık grevine bende katılarak 80 gün sürdürdüm. Tutsakların talepleri karşılanmalı. Bir an önce bir çözüm geliştirilmelidir” ifadelerini kullandı.
‘Dışarıda düşüncelerini özgürce ifade edemiyorsun’
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele ettiği ve siyasi mücadelede yer aldığı gerekçesiyle KCK kadın yapılanmasından yargılandığını ve tutuklandıktan kısa bir sonra da ceza aldığını belirten Şerife, şunları söyledi: “Yaptığım çalışmaların tümü insani ve vicdaniydi. Cezaevinde de dışarıda olduğu gibi bir yaşam örülüyor. Orada yalnızca fiziksel bir tutsaklık yaşadık, fikirsel olarak tutsak edemediler ve edemeyecekler. Cezaevinde de yaşamın anlamını sorguladık ve bunun üzerine yoğunlaştık. Tutsak olduğumuz için yaşamın bittiğini hiç düşünmedik. 11 yılımı dolu ve birikimli geçirmeye çalıştım. Her günümden bir şeyler kazanmaya gayret ettim. Dört duvar arasında dünyayı adımladım.”