
EŞİK mücadelede: Demokratik alanların açılması acil talep
- 09:02 31 Aralık 2020
- Güncel
Habibe Eren
ANKARA - Connecticut Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü ve EŞİK üyesi Zehra Kabasakal Arat, artık kadın haklarına karşı pasif direniş değil, erkek egemenliğinin daha güçlü kurulması için kazanılmış haklara karşı açık saldırının yaşandığını belirtti. Zehra, “Gün geçtikçe daralan demokratik alanların açılması en acil taleplerden biridir” dedi.
Eşitlik İçin Kadın Platformu'nun (EŞİK) da içinde bulunduğu, yaklaşık bin kadın kuruluşundan oluşan 12 kadın ağı ve platformu, dünya çapında kadınların karşılaştığı ayrımcılık, şiddet, ekonomik zorluk ve insan hakları ihlallerine dikkat çekmek için bir bildirge yayınladı. 2020 Kadın Hakları Deklarasyonu, Eşitlik İçin Kadın Platformu'nun ev sahipliğinde 15 Ekim 2020'de gerçekleşen uluslararası toplantı sonucunda ortaya çıktı.
Deklarasyon her ülkenin siyasi kurumlarının ve uluslararası kuruluşların, kadınların insan haklarını hayata geçirmek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için harekete geçmesini talep etti.
EŞİK üyesi ve Connecticut Üniversitesi, Siyaset Bilimi Profesörü Prof. Dr. Zehra Kabasakal Arat ile deklarasyonu ve bundan sonraki planlamalarını konuştuk.
* “2020 Kadın Hakları Deklarasyonu’nu” geçtiğimiz haftalarda yayınladınız. Böylesi bir süreçte birçok ülkeden kadın online bir araya gelip ortak talepleri deklare etti. Acil olarak belirlenen en yaşamsal talepler neydi?
“Yaşamsal” diye konunca, tabii ki kadıların yaşam haklarının sağlanması ve korunması en acil ve öncelikli talep. Dünyanın her yerinde kadına yönelik ve toplumsal cinsiyet temelli şiddet artarak devam ediyor. Zaten deklarasyona yol açan, 15 Ekim’de yaptığımız ulus ötesi kadın dayanışma toplantısının konusu da İstanbul Sözleşmesi idi. Yani Avrupa Konseyi’nin; kadına yönelik, toplumsal cinsiyet temelli ve aile içi şiddeti önlemeyi amaçlayan, 2011’de Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı toplantıda, İstanbul’da kabul edilen, onun için de kısa ismini İstanbul’dan alan sözleşme. Türkiye bu sözleşmeyi ilk imzalayan ve akabinde de 6284 sayılı, şiddeti önlemeye yönelik yasayı kabul eden ülke.
Ancak Sözleşme bazı Konsey üyeleri tarafından henüz imzalanmadığı gibi, imzalayan ülkelerde de uygulanmıyor. Hatta Polonya ve Türkiye gibi bazı ülkelerde Sözleşmeden ülkenin imzasının çekilmesi gündeme gelebiliyor. Diğer acil talep, gün geçtikçe daralan demokratik alanların açılması. Çünkü gittikçe artan otoriterlik, hukuksuzluk, keyfi yönetim, muhalif sesler ve özellikle direnen kadın grupları üzerindeki baskılar; taleplerin dile getirilmesini de zorlaştırıyor. Şili’deki kadınların başlattığı ve birçok ülkede kadınları harekete geçiren Las Tesis protesto dansını yaptığı için kadınların polis müdahalesine ve adli soruşturmaya tabii olması bir tek Türkiye’de yaşandı. Bugün konuşulan, sivil toplum örgütleri üzerinde yürütmenin kontrolünü arttıracak ve hükümetin beğenmediği derneği ve yöneticilerini kolayca devre dışı bırakacak, dernekleri kapatmasa da işlevsiz hale getirecek tasarının yasalaşmasının önlenmesi de bu açıdan önemli.
* Kadınların insan hakları ihlallerinin birbiriyle ilişkili nedenlerine dikkat çekilen deklarasyonda bu ihlallerin neoliberal politikalar, yükselen otoriterlik, iklim değişikliği, militarizm ve mevcut Covid-19 salgını nedeniyle ağırlaştığı vurgulanıyor. Bunu biraz daha açarsanız neler söylemek istersiniz?
İnsan haklarının evrensel, bölünmez, birbirleriyle ilişkili ve birbirlerine bağlı olduğu; Birleşmiş Milletler’in 1968’de Tahran’da yapılan toplantısından beri kabul edilmiş durumda ve yinelenmekte. Konuya sosyal bilim açısından bakarsak da; bir alandaki ihlalin bir diğer alanda ihlale yol açtığını veya inkâr edilen bir hakkın, diğer hakların tam olarak kullanılamamasına neden olduğunu görüyoruz. Örneğin, eğitim hakkınız yoksa demokratik hakları tam anlamıyla kullanamıyorsunuz. Çalışma hakkının engellenmesi, gelirinizi etkilediği için, beslenme hakkından başlayarak birçok temel, ekonomik hakkınızı da elinizden alıyor. Basın özgürlüğünün kısıtlanması, sizin bilgi alma hakkınızı ihlal ediyor.
Ataerkil toplumlarda kadınlar; zaten her gün karşı karşıya kaldıkları evde, işyerinde ve diğer her ortamda yaşadıkları ayrımcılık nedeniyle, “yasal” olarak tanınmış haklarını kullanamıyorlar. Bunun üzerine bir de her tür ayrımcılığı daha da pekiştiren ve netleştiren kriz ve şiddet ortamları eklenince, artık bazı hakların kullanılamaması değil, doğrudan ihlalleri söz konusu oluyor. Örneğin, devletin sosyal hizmetlerini kısmasını ve özelleştirmeyi içeren neoliberal politikalar uygulanınca, devlet sektöründe çalışan kadın işini kaybediyor, erkeğin geliri aileyi geçindirmeye yetmeyince, eşi ve çocukları enformal sektörde düşük ücret ile ve zor koşullarda çalışmak zorunda kalıyor, özellikle kız çocuklarının eğitimi aksıyor, artık devletin karşılamadığı sosyal hizmetleri kadınlar yüklenmek zorunda kalıyor.
Militarizm; erilliğe dayanan kurum ve değerler üzerine kurulmuş ve eril tutum ve davranışları teşvik eden bir yaklaşım. Ülkeyi savaş noktasına götürmese bile, o noktada artık insan haklarının bir alt koşulu olan barış ortadan kalktığı için, insan hakları ihlalleri yaygınlaşıyor, kadına ataerkil toplumun yüklediği ve doğal görevi olarak gördüğü doğurganlık gibi bazı işlevler öne çıkarıyor. Erkeğin değerini ve gücünü arttırıyor.
Covid-19 pandemisi de bir yandan kadınların ev işi ve bakıcılık yüklerini artırıyor, bir yandan da zorunlu kıldığı eve kapanma koşullarında kadına yönelik şiddetin artmasına, şiddet gören kadınların buna karşı hareket etmesinin güçleştirilmesine yol açıyor.
Tabii bu koşullar her kadını aynı şekilde ve düzeyde etkilemiyor. Ayrımcılığı katmanlı olarak yaşayan, yani cinsiyet ayrımcılığının yanı sıra, içinde bulunduğumuz hiyerarşik sistemlerde ırk, etnik kimlik, din, cinsel eğilim, sınıf ve benzeri katmanlaşmalarda “alt” konumda olan kadınlar ve “kesişimsellik” acısından baktığımızda bu alt kimlikleri iç içe yaşayan kadınlar, bugün kriz diye tanımlayabileceğimiz sorun süreçlerinden daha kötü etkileniyorlar, daha çok ihlale maruz kalıyorlar.
* Türkiye’de hükümet kadın örgütleri ile işbirliği içinde değil hatta karşıtı bir konumda ve baskı kurduğu bir yerden denetliyor. Diğer ülkelerde durum nasıl? Kadınlarla ortaklaşan hükümetler var mı?
Her ülkede hükümet kendine yakın bulduğu gruplarla çalışmayı tercih eder. Diğer grupları, onların oluşturduğu baskıyı hissedince devreye sokmaya mecbur kalır. Türkiye’de biz bir süre bunun tersi bir durum yaşadık. 2002’de iktidara gelen AKP, hem seçmen tabanını genişletmek hem de laiklik taraftarı ve liberal kesimleri sakinleştirip, onların desteğini alabilmek için “dindar” ve tutucu tabanının dışındaki gruplara açık davrandı, AKP listelerinden Meclise ve hatta kabineye girmelerini sağladı. Aynı şekilde, farklı kadın gruplarına da açık oldu; kadın gruplarından farklı düşündüğü konularda bile, biraz da Avrupa Birliği ve benzeri kurumların baskısı nedeniyle, kadınların taleplerini karşılamaya yönelik yasaların çıkmasını sağladı. Örneğin, 2004’te kabul edilen ceza kanununda zinanın yer almaması ve cinsel tecavüz gibi kadına yönelik suçların topluma veya aileye değil, birey olarak kadına karşı işlenmiş suç sayılması sağlandı. Türkiye’de hükümetin farklı kadın gruplarıyla çalışması, benim AKP hükümetinin “son insan hakları eylemi” diye nitelendirdiğim, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve ardından çıkan 6284 sayılı yasadan sonra bitmiştir.
Otoriter yönetimlerde, iktidarların farklı kadın gruplarına kapalı olmaları ve hatta karşı tutum almaları daha yaygın. 15 Ekim’de yaptığımız toplantıda Hırvatistan’dan katılan Yeni Sol Parti Milletvekili Rada Boric, hükümetin muhafazakâr tabanı tatmin etmek yönünde çalıştığını, feministleri dışladığını, ancak feministlerin yöntemlerini taklit ettiğini dile getirdi. Macaristan’dan katılan Avrupa Kadın Lobisi üyesi Réka Sáfrány ise Macaristan’da hükümetin geçen şubat ayında aile içi şiddetle ilgili bir uzmanlar grubu oluşturduğunu, ancak hiçbir kadın örgütünün bu gruba çağrılmadığını, onların yerine erkeklerin ve babaların haklarını savunan ve hatta içlerinde şiddet faili erkeklerin de bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının çağrıldığını belirtmişti.
Feminist kadın grupları ve dernekleriyle çalışan hükümetler; genellikle toplumsal cinsiyet eşitliğine daha sıcak bakan, siyasi kadrolarında kadınların daha çok olduğu ve ideolojik olarak solda yer alan, Sosyalist, Sosyal Demokrat ve Yeşil partilerin ağırlıklı olduğu hükümetler.
* Özellikle pandemi ile birlikte tüm dünyada kadınların sömürü ve şiddete daha fazla maruz kaldığını görüyoruz. Kadınların bu süreçte etkilenme düzeyleri neden her zaman daha yüksek?
Pandemi hepimizin eve kapanmasına, evde tüm aile fertleriyle bir arada, fazlasıyla iç içe yaşamamıza ve diğer insanlarla iletişimimizin büyük ölçüde kısıtlanmasına neden oldu. Ev, birçok kadın için onu koruyan, destekleyen, “sıcak bir yuva” olmaktan çok uzak. Pandemi öncesinde, kadına yönelik şiddetin, cinsel tecavüz dâhil, en çok “ev ortamında”, kadının yakından tanıdığı kişiler tarafından işlendiğini biliyoruz. Pandeminin yarattığı kapalı ve stresli ortam, hem stresini yakınlarını hırpalayarak çıkarmaya alışmış erkeklerin şiddetini arttırmaya elverişli, hem de şiddet gören kadınların kaçma ve yardım alma olanaklarını kısmaya yönelik.
Şikâyet eden kadın, eğer ev ortamından derhal çıkamayacaksa veya saldırgan kişi uzaklaştırılamayacaksa, şikâyet etmenin bedeli kadın için artan şiddet olabiliyor. Dolayısıyla, pandemi döneminde, özellikle ev içi şiddet ile ilgili istatistiklere bakarken, verilen sayıların gerçek sayılardan çok daha düşük olduğunu düşünmemiz gerekir.
* Türkiye’de uzun süredir İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar söz konusu. Özellikle tarikatların başını çektiği bu gruplar belirli periyotlarla Meclis’e gelip ziyaretlerde bulunuyor. En son geçtiğimiz günlerde Meclis’te İstanbul Sözleşmesi karşıtı bildiri dağıtıldı. Meclis’te yürütülen muhalefeti yeterli buluyor musunuz?
Başkanlık sistemlerinde parlamentoların gücü, parlamenter sistemlerle karşılaştırınca göreceli olarak daha azdır. Ancak, Türkiye’ye getirilen başkanlık sistemi kendine özgü bir şekilde, cumhurbaşkanın eline çok fazla yetki veren, parlamentonun yetkilerini olağanüstü kısıtlı tutan bir sistem. Bunun üzerine bir de bugünkü Meclis aritmetiğini katarsak, Meclis’in artık yasama ve yürütmeyi denetleme görevlerini yitirmiş, Cumhurbaşkanı’nın arzularını yasalaştıran bir kurum olduğunu görüyoruz. Ancak, muhalefet partilerinin uygulanan veya önerilen politikaları sorgulamasına ve eleştirmesine, kendi siyasi görüş ve önerilerini dile getirmesine, toplumun kaygılarını yansıtmasına izin veren bir forum işlevi görmeye, özellikle bazı partiler üzerindeki baskılara karşın devam etmektedir.
Seçim tabanı gittikçe daralan AKP, artık tarikatlar ve diğer tutucu dindar grupları memnun ederek iktidarını koruma telaşındadır. Cumhurbaşkanı’nın son yıllarda kullandığı kadın-erkek eşitliğini reddeden, kürtajı cinayet, bebek maması kullanmayı ve kariyer yapmayı İslam’a karşı gören, kadınları doğurmaya teşvik eden diline bakarsak ve kadınlara ödenen nafakayı kısıtlama, çocuk evliliklerini meşrulaştırma yönündeki yasa tasarılarını düşünürsek, aslında iktidarın bu kesimlerle artık iç içe olduğunu görürüz. Pandemi nedeniyle Meclis’e posta dâhil olmak üzere her türlü giriş-çıkışın oldukça zor olduğu bir dönemde; İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olmakla kalmayıp, feministleri idamlık ilan eden broşürlerin vekillerin odasına ulaşabilmiş olmasını başka nasıl açıklayabiliriz?
İktidar partisinin Meclis’teki üyeleri zaten Cumhurbaşkanı’na ters düşecek bir görüş bildirmekten aciz. Diğer partilerin de ataerkil bakış açısının dışına hala pek çıkamadıklarını görüyoruz. Muhalefet partilerinin kadın milletvekilleri kadın sorunlarına daha duyarlı. Ama hem sayıları hem de güçleri az. Nitekim kadınların sorun ve talepleri gündeme gelince, bunun daha çok muhalefet partilerden kadın vekilleri tarafından yapıldığını görüyoruz.
EŞİK, bağımsız bir oluşum. İçinde çok farklı kimlik ve siyasi görüşü barındırmakla birlikte, bağımsızlık ilkesini benimsediği için, siyasi partilerin hepsine mesafeli. Ama hepsiyle de çalışmaya ve görüş alışverişinde bulunmaya hazır. Bu konuda yoğunlaşan bir çalışma grubumuz var ve bazı parti liderleriyle de toplantı yaptık. Ancak bazı partiler ve Cumhurbaşkanlığı görüşme taleplerimize yanıt vermedi.
* EŞİK’in 3’üncü TBMM İzleme Raporu’nda, Meclis’e verilen 519 soru önergesinden sadece 30’unun, 62 kanun teklifinden yalnızca 3’ünün, 103 araştırma önergesinden 13’ünün ve yapılan 111 basın toplantısından ancak 5’inin kadınlarla ilgili olduğu tespit edildi. Bu veriler bize ne söylüyor?
Kısaca, toplumun yarısını oluşturan kadınların ve kız çocuklarının Meclis’in pek umurunda olmadığını söylüyor diyebiliriz. Yani Türkiye’de siyasete erkeklerin ve eril görüşün hâkim olduğunun belgelenmesidir. EŞİK’in TBMM’yi izlemesinin ve bu verileri paylaşmasının bir amacı, bu eril siyasetin hâkimiyetini sergilemek ve farkındalık yaratmak. Ama diğer yandan, hem Meclis’te duyarlılığın artmasını hem de Meclis’i yürütme karşında güçlendirmek, gündem belirlemesine yardım etmek, yasama ve denetleme görevlerini yerine getirmesine destek olmak.
Aslında toplumun her sorunu kadınların da sorunudur. Her yasa ve siyasa toplumun üyeleri olarak kadınları da etkiler. Bizim dikkat çekmek istediğimiz, sadece kadınlara ve kız çocuklarına özgü sorunlar değil, ataerkil toplumlarda kadınların siyasi karalar ve uygulamalardan faklı etkilendiğini ve siyasaların bu farklılığı görerek, anlayarak oluşturulmasının gerekliliği.
* Kadınlar saldırı geri püskürtmede çok kararlı ancak saldırılar çok boyutlu ve her yerden geliyor. Böylesi bir atmosferde ortak talepler etrafında bir araya gelinebiliyor mu?
Kadın grupları; 1980’lerde başlattıkları kadın hareketi sayesinde, kadın hakları açısından hatırı sayılır bir mesafe kat etti. Ama her eşitlik ve adalet mücadelesinde olduğu gibi, kadınların başarıları da yükselen düz çizgi halinde seyretmedi. Çıkan eşitlikçi yasalar yeterince kapsamlı olmadığı gibi, uygulamaya da konulmadı. Kadın haklarını hayata geçirsin diye oluşturulan kurumlar; yeterince maddi destek alamadı, sonradan bazılarının hem adları hem işlevleri değiştirildi.
Ama bugün geldiğimiz noktada artık kadın haklarına karşı pasif direniş değil, erkek egemenliğinin daha güçlü kurulması için kazanılmış haklara karşı açık saldırı görüyoruz. Saldırılar; bugün kadınların kürtaj hakkına, ertesi gün nafaka hakkına yönelik olabiliyor. Bu her gün değişen, fakat temellerinde aynı ataerkil ideolojiden beslenen saldırılar, kadınları da güç birliği yapmaya yöneltiyor.
Bugün Türkiye’de iktidar partileri, böl ve yönet stratejini benimsemiş durumda. Vatandaşları dindar-dinsiz, Müslüman-gavur, Sünni-Alevi, Türk-Kürt, normal-eşcinsel, milliyetçi-hain, vatanperver-terörist diye etiketleyip ayrıştırarak, karşı karşıya getirmeye çalıştığı için, hükümet politikalarını eleştiren her kesim gibi, kadınların da bölünmesini amaçlıyor.
Ancak EŞİK, iktidarın bu stratejisinin farkında olan kadınların bir araya gelmesiyle, oldukça geniş olan ortak paydalar etrafında dayanışma ve güç birliği içinde çalışmayı amaçlayan bir platform. Farklı kimliklerimizi kabul ediyor, farklı görüşlere saygı duyuyor, birbirimizi dinleyip anlamaya çalışarak, birbirimizden öğrenerek yol almaya çalışıyoruz.
Feminist ilkelere bağlı olarak ve hiyerarşiden uzak, tam anlamıyla bir "feminist kolektif” olarak çalışıyor olmamız da ortaklık kurmaya ve ortak çalışmaya elverişli bir ortam hazırlıyor.
EŞİK, Ağustos başında kuruldu. Ama EŞİK’in 300 üstünde kadın ve LGBT+ gruplarından oluşan bileşenleri, en az 2 yıldır kadın haklarından verilen ödünler ve kadın haklarına yönelik saldırılara karşı birlikte direniyor ve karşı koyuyorlar. Böyle devam etmeye de deklarasyonda vurguladığımız gibi kararlıyız.
* Bundan sonrası için önünüzde bir çalışma ve planlama var mı?
Evet. Geçen yaz taleplerimizi “beş acil talep” olarak özetledik. Tüm siyasi partilerle ve kamuoyu ile paylaştık. İktidarın bugün bu hakkımıza, yarın başka bir hakkımıza saldıracağının bilinci içinde, kendi gündemimizi kendimiz belirleyip, taleplerimizin gerçekleşmesi için hem yurtiçinde hem de yurt dışında dayanışma içinde çalışmayı sürdüreceğiz. Meclis’i izlemek, Ekim’de gerçekleştirdiğimiz ulus ötesi toplantı, yayınladığımız 2020 Kadın Hakları Deklarasyonu bu yaklaşımın örnekleri.
Siyasi partileri ve kamuoyunu bilgilendirmek uzun vadeli bir çalışma ve çok yönlü. Kolay bir iş de değil, çünkü ataerkil düşünce yapısının yüzyıllarca pekiştirilmiş ve içselleştirilmiş olmasının yanı sıra, iktidar ve onun tutucu yandaşları tarafından yanlış bilgilendirme çok yaygın. Örneğin İstanbul Sözleşmesi; aileyi bölmeyi ve eşcinselliği yaymayı amaçlıyormuş gibi, gerçekten tamamen uzak, Sözleşme’nin şiddeti önleme amacı saklanarak eleştiriliyor. Biz; Sözleşme’nin aileye değil, aile içi şiddete karşı olduğunu, ayrımcılığa karşı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz; basında, televizyonda, sosyal medyada ve pandemi koşullarının elverdiği ölçüde sokakta duyurmaya çalışıyoruz. Aynı şey, kısıtlanmaya çalışılan nafaka hakkı için de çocuk evliliklerini meşrulaştıracak ve hatta kız çocuklarını ve kadınları tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlayacak af tasarısı için de geçerli.
İnsan onurunda eşitlik, insan hakları, adalet, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ilkelere bağlılığımız mutlak olmakla birlikte, çalışma yöntemimizde ve kısa vadede yapılacak işler konusunda esneklik gösteriyoruz. EŞİK bileşenleri kendi amaçları doğrultusunda çalışmalarını sürdürürken ve EŞİK’in çalışma grupları yine kendi içlerinde strateji ve eylemler oluştururken, EŞİK üyeleri her hafta düzenli toplanarak siyasi gündemi, yapılmış olan çalışmaları ve getirilen önerileri değerlendiriyor. Eylem planları da toplantılarda beliren genel eğilim yönünde saptanıyor.
Deklarasyon metni
15 Ekim ulus ötesi toplantının özeti
Meclis izleme:
5 Acil talep listesi