Kooperatiflerle, kadınlar istihdam edilebilir
- 08:58 5 Eylül 2019
- Güncel
İZMİR - 14’üncü Karaburun Bilim Kongresi’nde dün, kadın istihdamı, tarımsal ekonomide dışa bağımlılık, doğa talanına karşı halk hareketleri konuşuldu. Tarım ve orman arazilerinin uluslararası şirketlere kendi hukukuna aykırı şekilde talana açıldığını söyleyen akademisyenler, tarımsal kaynakların kooperatiflerle korunarak kadın istihdamının da sağlanabileceğine dikkat çekti.
14’üncü Karaburun Bilim Kongresi’nde “Gıda, Tarım, Ekoloji: Direniş ve Dayanışma Bitmez” başlıklı oturum Karaburun Belediyesi B-1 salonunda gerçekleşti. Oturumda Su ve Vicdan Nöbeti direnişçilerinden Pınar Bilir “Çanakkale’de Çevre-Ekoloji Mücadelesi Sosyo-politik Sonuçları”, akademisyen Derya İnce “Yeşil Yola Karşı Yaşam Savunusu: Direnişin İzini Sürmek”, akademisyen Elif Karaçimen ise “Tarımda Piyasa, Toplum ve Devletin Çatışmalı İlişkilerini İçeren bir Meta Olarak Çay” başlıklarıyla sunum yaptı.
‘Kadının ekonomik destek görmesi lütuf değil haktır’
Programda ilk olarak konuşan tarım teknikeri Göknur Yumuşak, kadın sorunlarının kalıcı olarak çözülmesinde ekonomik özgürlüğün büyük önem taşıdığını söyleyerek, kadınlara sunulan iş imkanlarının kısıtlı olduğunu belirtti. Son zamanlarda ortaklarının tamamen kadın olduğu tarım kooperatiflerinde artış görüldüğünü belirten Göknur, “Ülkemizde yasa ve yönetmenliklerde kooperatifçilik kağıt üzerinde geniş yer alırken pratik yaşamda karşılığını bulamamaktadır. Oysa merkezi yönetim ve yerel yönetimler kadın sorunlarına kalıcı çözüm bulabilmek için öncelikle ekonomik sorunlarını çözecek çalışmalar yapmalılar. Bu desteği görmek her kadının yurttaş olma hakkıdır. Bu bir lütuf değildir” ifadelerine yer verdi.
‘Türkiye’de 74 bin tarımsal kalkınma kooperatifi var’
Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA) verilerine göre dünyada 2.6 milyar kooperatif, Türkiye’de 74 bin, İzmir’de ise bin 200 tarımsal kalkınma kooperatifi olduğunu söyleyen Göknur “Kadifekale’de 20 Temmuz 2019’da Pagos Üretici Pazarı kuruldu. Pazarda 100 kadın üretici, 24 tarımsal kalkınma ve 12 üretici kadın kooperatifi ürünleriyle yer alıyor. İzmir’de yerel yönetimlerin kooperatiflerin pazarlama sorunlarının çözülmesinde destek olması bu bölgede kooperatifçiliğin gelişmesinde çok büyük bir etken. Kooperatif çatısı altında örgütlenerek ekonomik güçlerini birleştiren kadınlar böylece kolektif çalışmayla üretime katılarak ekonomik özgürlüklerini kazanabiliyorlar” diye konuştu.
‘Kooperatiflerle yerel tohumlar korunabilir’
Göknur, kadınların kooperatif çatısı altında örgütlenebildiklerine dikkat çekerken, 60 kadın ortaklı Seferihisar Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ni ele aldı. Kooperatifçiliğin bitme noktasında olan küçük çiftçiliğin ve tarımın yeniden canlanmasını sağladığını belirten Göknur, şunları kaydetti: “Seferihisar tüm Türkiye’ye örnek oluşturabilir. Böylece yaşamsal kaynaklarımız korunarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla kapitalizmin çok uluslu şirketlerine dur denilebilir. Çünkü Seferihisar tarımsal kalkınma kooperatifleri aracılığıyla yerel tohumların korunup gelecek kuşaklara aktarılmasını da sağlıyor.”
‘Santraller durdurulma kararlarına rağmen çalışıyor’
Çanakkale’de ekoloji mücadelesinin termik santral, metalik madencilik, kömür ocakları ekseninde geliştiğini dile getiren yaşam savunucusu Pınar Bilir, sahil alanının termik santraller için talana açıldığını, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da tescillediği ürünlerin santral, otoban ve madencilik şirketlerine verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporları nedeniyle zarar gördüğünü belirtti. Pınar, “Karabiga’da Cenal Termik Santrallerine ÇED davası açıldı. Üçüncü kez kazandık. Durdurulması için karar alınmasına rağmen çalışmasına devam etti” dedi.
‘Şirketler köylülere yönelik sosyolojik çalışma yürütmüş’
Kaz Dağları’nda Kanadalı Alomos Gold’a karşı devam eden Su ve Vicdan Nöbetinin 41’inci gününde olduğunu söyleyen Pınar, tek içme suyu barajı ve değerli tarım arazilerinin, derelerin zehirlenmemesi için 10 yılları bulan mücadele verildiğini belirtti. İşçilerin fiilen çalışmadığını, ancak maaşlarının ödendiğini öğrendiklerini aktaran Pınar, “Şirket halkı 3 ya da 6 ayda bastırırız diye öngörmüş. Bu şirketleri kovan köylüler şirketlere şimdi evet diyor. Bizlerin yapmadığı sosyolojik çalışmayı Kanadalılar yapmış. Üretim ve tüketimde kolektifliği sembolize eden ‘köy hayırları’ denen etkinlikleri şirket yapıyor. 80 endemik türün olduğu sahada 30’dan fazla şirkete ruhsat verilmiş. Biz 30 şirkete karşı mücadele ediyoruz esasen. 7 köy var, muhtarlara şirketler işçi taşıma gibi işler bağlamış. Köyden üç aileye iş verirken 5’ine verilmiyor, aileler arası rekabet kavgalar oluşuyor. Köylünün nasıl yanında olacağımızı bilmiyoruz” dedi.
Son olarak Pınar, köylülerin artan arazi satışlarının incelenmesi gerektiğini belirterek, mücadelelerin birleştirilmesi, mücadele alanlarının genişletilmesi gerektiğini söyledi.
‘Halk Yeşilyol’u istemiyor’
Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi (DOKAP) kapsamında Samsun’dan Sarp Sınır Kapısı’na kadar uzanan Yeşilyol hakkında araştırma yapan Derya İnce, Yeşilyol’un turizm üzerinde yaylara dönük yatırımlar yapılacağı söylenerek başladığını belirtti. 2015’de yaylacıların direnişi ile karşılaşılan projenin Sayıştay Denetleme Raporu, ÇED raporu istemesine rağmen gerek görülmediğini söyleyen Derya, “Hayvancılık ve güvenliğin sorun olacağı söyleniyor. Evlerini butik otele çeviren kısıtlı hayvancılık yapan halk Yeşilyol’u istemiyor. Yolun maden ve enerji projelerinin ilgisini çekeceği kaygısı var. Kitlesel turizmin doğaya zarar vereceği düşünülüyor” sözlerine yer verdi.
‘Sömürünün sistematik bir mantığı var’
DOKAP karşıtı süren 50 günlük direnişin devletin kolluk güçlerine karşı da sürdüğünü kaydeden Derya, “Halkın sermayeye açmadığı alanlar devlet eliyle açıldı. Sınıfların sömürüldüğü gibi doğa da sömürülüyor. Bu tesadüf değil sistematik bir mantığı var. Yereller üzerinde örgütlenme ve bağ kurma önemli. Bunların sistem içindeki bir mekanizmanın olduğunu unutmamak ve topyekun mücadele etmek gerekiyor” dedi.
‘Tarım daralırken çay üretimi destekleniyor’
Panelde konuşan akademisyen Elif Karaçimen ise, Türkiye tarımının son 20 yılında 2001 yılı sonrasında Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası politikaları ile tarımın tamamen tasfiye edildiğini, 2000’in başlarında Tarım İdaresi Gayri Safi Yurtiçi Hasıla payı yüzde 10 iken, bugün yüzde 4,8’e düştüğünü, tarım istihdamının da yüzde 48 iken yüzde 15’e düştüğünü vurguladı. Tütünde, şeker pancarında yaşanan tasfiyeleri, uluslararası sermayenin girmesi ve tarım arazisinin azalmasına bağlayan Elif, “Çayda ise üretim artarak devam ediyor. Orman arazileri çaya açılıyor, ama tasfiyenin ibarelerini de görebiliyoruz. Çayın bir kısmını Çaykur, diğer kısmını ise Unilever’e ait Lipton, Cocacola’ya ait Doğadan gibi şirketler işliyor. Türkiye’ye ithal çay girmiyor. Türkiye’de yüksek maliyetle bu kurumalar tarım ürünü olarak çayın devam etmesini sağlıyor” dedi.
‘Çay Rizelileri merkezi otoriteye bağlama projesi’
Yoğun kadın emeğinin yerini göçmen Gürcülerin aldığına, fındık bahçelerinin sökülerek açılan çay bahçelerinin halkın merkezi otoriteye bağlama amacıyla geliştirilen bir proje olduğuna dikkat çeken Elif, şöyle konuştu: “Çay ciddi bir geçim kaynağı değil. Dini ve ataerkil kodlar var. Kadın mirastan pay almıyor. Kardeşler arasında miras kavgası oluyor. Kapitalist tüketim alışkanlıkları, piyasa ilişkileri de köye girdi. Bu nedenle yoğun göç var. Rize’de yapılacak bir şey yok. Çayın başında durmak gerekmiyor. Bu nedenle toplama zamanı göç yaşanıyor. Ücretli işçi kullanımı artmış durumda. Çok yoğun kimyasal gübre kullanılıyor. Suya karışan nitrat derelerde canlılığı yok ediyor ve toprak çapalanmadığı için sertleşti. Gürcü işçilerin getirilmesi destekleniyor ve mikromilliyetçilik körükleniyor. Çayın düşen kalitesinden Gürcüler sorumlu tutuluyor.”
Kongre, bugün de devam ediyor.