
Tülay Hatimoğulları: iktidar bu süreçte iyi bir sınav vermedi
- 12:45 15 Nisan 2025
- Siyaset
ANKARA - Partisinin Meclis grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrının ardından geçen süre zarfından Türkiye’de demokrasi adına olumlu bir adım atmak yerine, daha iç karartıcı bir tablo ile karşı karşıya kaldıklarını belirterek, “İktidar bu süreçte iyi bir sınav vermedi” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Meclis grup toplantısında konuştu.
Ticaret savaşlarının Orta Doğu’da, İran merkezli gerilimlerin tırmanması ve bölgesel savaş risklerini ciddi bir biçimde büyüttüğünü söyleyen Tülay Hatimoğulları, Asya Pasifik’te dinmeyen hesaplamaların, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları koridorunun giderek artan bir krize dönüştüğünü kaydetti. Tülay Hatimoğulları, “Trump’ın aşırı sağcı politikaları her geçen gün belirsizliği biraz daha büyütmektedir. Ve tüm bunlara karşı dünyanın dört bir yanından yükselen protesto sesleri ve toplumsal itirazlar var. Trump’ın başlattığı vergi tarifeleri sadece gümrük tarifeleriyle sınırlı değil. Bu artık dünya ölçeğinde teknoloji ticaret ve jeopolitik güç savaşları olmuş durumdadır. Bu güç savaşlarının tek bir amacı var emperyalistlerin güç savaşlarını daha da geliştirmek derinleştirmek ve yeni bir sistemi bunun üzerinden inşa etmek. Vergi artık güç savaşlarının bir enstrümanı haline geldi. Çin başta olmak üzere birçok ülke buna karşılık veriyor. Bizim yaklaşımımız bu konuda nettir. Vergi hem Türkiye’de hem de dünyada yurttaşın halkların insanlarımızın belini büken noktadan derhal çıkarılmalıdır. Adaleti ve refahı gözeten bir sisteme bağlanmalıdır” dedi.
Adaleti ve refahı gözeten sistem
Trump’ın başlattığı vergi tariflerinin sadece gümrük tarifleriyle sınırlı olmadığına dikkat çeken Tülay Hatimoğulları, dünya ölçeğinde ticaret ve jeopolitik güç savaşlarının olduğunu vurguladı. Tülay Hatimoğulları, “Bu güç savaşlarının tek bir amacı var emperyalistlerin güç savaşlarını daha da geliştirmek derinleştirmek ve yeni bir sistemi bunun üzerinden inşa etmek. Vergi artık güç savaşlarının bir enstrümanı haline geldi. Çin başta olmak üzere birçok ülke buna karşılık veriyor. Bizim yaklaşımımız bu konuda nettir. Vergi hem Türkiye’de hem de dünyada yurttaşın halkların insanlarımızın belini büken noktadan derhal çıkarılmalıdır. Adaleti ve refahı gözeten bir sisteme bağlanmalıdır” diye belirtti.
‘Silah ithalatının yüzde 27’si Orta Doğu’da’
Avrupa’da kurallar ve değerler sisteminin zayıflayan gücünü savunmaya ve silaha ayıran bir rotanın içine girildiğini dile getiren Tülay Hatimoğulları, “Demokrasi eşitlik özgürlük ve insan haklarının yok sayıldığı bir dünya dayatılmaktadır bizlere, dünya halklarına. Orta Doğu'ya dönecek olursak, savaş ve çatışmaların zeminin derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün son verilerine 2020-2024 yılları arasında dünya genelinde yapılan silah ithalatının yüzde 27’si Orta Doğu’da. Bu, bize şunu göstermektedir. Daha Orta Doğu'da çok ciddi savaşların ve çatışmaların zeminin hazırlandığını gösteriyor bizler. Bu tablonun tam ortasında İran yer almaktadır. Olası savaş halinin İran'a kaydığını tespit etmek mümkün. Enerji ve petrol gibi devasa ekonomik alanları etkileyen Irak, Yemen ve Suriye gibi kırılgan ülkelerde etkili olan İran halkların taleplerine mutlaka ama mutlaka kulak vermelidir. İran Kürtleri Beluçları ve kadınları yok sayarak hiç bir yere varamaz. Komşu ülkeler bu gelişmeleri gören bir yerden İran ile ilgili politikalarında yangına körükle gitmek yerine İran'ı aklı selim bir politika yürütmeye oradaki hakların kadınların, özgürlük demokrasi ve eşitlik isteyen bütün kesimlerin sesine kulak vermesi konusunda katkı sağlanmalıdır.
Tülay Hatimoğulları’nın konuşma başlıkları şöyle;
“Suriye’de halklar ve inançlar yok sayılıyor. Geçici hükümet kuruluyor 5 yıllık bir anayasa hazırlanıyor ama bu anayasada ne yazık ki Suriye’de yaşayan farklı halklar ve inançlar yok, Kürtler yok, Aleviler yok. Bu anayasada kadınlar yok. Ve ben buradan bir kez daha altını çizmek istiyorum. Alevi katliamı Suriye’de devam ediyor. Lazkiye’de ve kıyı şeridinde yaşayan Suriyeli ve Arap Alevilerin üzerindeki katliam kimilerine göre bitti kimilerine göre azaldı dense de gerçekler öyle değil, oradan bizlere gelen haberler öyle değil. Aleviler orada ciddi bir biçimde sistematik bir katliama maruz bırakılmış, yerinden yurdundan topraklarından edilmeye devam ediliyor. Ve burada HTŞ ile iletişim içinde olan başta Türkiye hükümeti olmak üzere bütün hükümetlere, bu ilişkiyi sürdüren bütün kesimlere buradan bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. Alevi katliamının son bulması için herkes gerekli girişimleri yapmak durumundadır. Şu bilinsin ki biz DEM Parti olarak orada yaşayan Alevi canlarımızın yanındayız, yanında olmaya devam ediyoruz, onlar için mücadele etmeye onların Türkiye ve bütün dünyada sesi soluğu olmaya devam edeceğiz. Bugün Orta Doğu’daki baskıcı rejimlerin önünde iki seçenek var. Ya halkların taleplerine direnecekler ve krizlerle boğuşacaklar ya da gerçek anlamda demokratikleşme ve iç barışın sağlanması için adım atacaklar. Bizim her daim önerimiz başta Türkiye olmak üzere Orta Doğu’daki bütün bölge ülkelerinin tamamının demokrasiyi, tamamının özgürlükleri seçmesidir. Aksi takdirde buradaki bu gelişmelere baktığımızda bölgenin halkları çok daha fazla zarar görecek.
Filistin’e yönelik saldırılar
Filistin meselesi sıcaklığını hala korumaktadır. Netenyahu’nun başlatmış olduğu katliamda 50 bini aşkın Filistinli insan yaşamını kaybetti. Sözüm ona anlaşmalar yapıldı ama anlaşmaların gereklilikleri yerine getirilmediği için oradaki katliam ve yerinden yurdundan etme politikaları hala devam ediyor. Şimdi kimisi bunu yumuşatmak için Filistinliler için diyor ki hicret etmek. Hayır bunun adı tehcirdir, bunun adı zorla sürgündür bunun adı katliamdır. Tarihte Yahudilere yapılan zulmün aynısı şimdi Filistinlilere yapılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bu insanlığın en güncel ayıbıdır en çıplak en yalın utancıdır. Geçici çözümlerle saldırıların durdurulamayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Filistin'de yaşananlar bunun en canlı örneğidir. Filistin halkının meşru ve demokratik talepleri tanınmadan, kalıcı bir çözümü inşa etmek mümkün değildir.
Dünyanın her yerinde halklar isyanda
Ticaret savaşları, diplomatik krizler, sıcak çatışmalar ve dünya ölçeğinde büyüyen adaletsizlikler. Ama dünyadaki halklar bu gelişmeleri bir filmi izler gibi izlemiyor, buna tepki duyuyorlar. Dünyanın her yerinde halklar isyanda, bunlara karşı direnmektedir. Bakın sadece ABD’de 50 eyalette bin 200 noktada elinizi çekin diyerek sokağa çıkanlar, kampüslerde Filistin için sesini yükseltenler, İran’da, Belgrad’da demokratik haklar için direnen milyonlar var. Tel Aviv'de savaşı bitin isyanları var. Türkiye’de öğrenci kadın emekçi yoksul, Türk, Kürt, Alevi her gün bir hak için sokaklarda değil mi. Dünyanın dört bir yanında haksızlığa karşı itirazlar var. Dünya halkları elinizi bizden çekin, adil, demokratik, savaşsız bir dünya istiyoruz diyor. Biz DEM Parti olarak gücünü halktan alan bir siyasi parti olarak bütün muhalefetteki siyasi partiler başta olmak üzere aynı zamanda küresel ölçekte bütün muhalif kesimlerle ve yeni toplumsal hareketlerle beraber bizlerin direnişi örgütlemek dışında bir çaremiz yoktur. Bu konuda bizlere çok büyük görev ve sorumluluklar düştüğünün farkındayız. Görevimiz halklar arası dayanışmayı, özgürlüğü ve barış hareketinin örgütlenmesini örmektir. Bu anlamıyla hem Türkiye’de daha güçlü bir barış hareketini örgütlemek ama aynı zamanda Küresel ölçekte bahsettiğimiz bu devasa savaş ve çatışmalara karşı sınır tanımayan enternasyonalist bir barış hareketini örgütlemek hepimizin görevidir sorumluluğudur. Selam olsun bütün dünyada barış adalet ve demokrasi için örgütlenenlere.
Türkiye demokrasi adına olumlu bir adım atmadı
27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı asrın çağrısından bu yana geçen sürede ne yazık ki Türkiye’de demokrasi adına bırakın olumlu bir adım atılmasını daha iç karartıcı bir tablo ile karşı karşıyayız. İktidar bu süreçte iyi bir sınav vermedi. Tarihi çağrı bir metinden ibaret değildi. Bunu her fırsatta söyledik. Bu tarihi çağrı Türkiye'de yaşayan 85 milyon yurttaşımızın adil demokratik bir toplumda yaşaması için yapılmış bir çağrıdır ve bu demokratik toplumun dönüşüm davetidir. Ama iktidar bu çağrının ruhunu yok saydıkça gereğini yapmadıkça ülkede demokratikleşmenin yolu açılamaz. Bu tıkanıklığın patlak verdiği son olayları hatırlayacak olursak birisi HDK ve Kent Uzlaşısın a dönük gerçekleşen operasyon, diğeri 19 Mart sürecidir. Bakın 19 Mart’tan bu yana Türkiye halklarının yükselen sesi sadece sıradan bir tepki değildi, sadece bir şahsın özgürlüğü için değildi. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu tepkiler eşit, adil, özgür ve demokratik bir yaşamı talep etmek için ortaya çıkan tepkilerdir. Gençler, öğrenciler hep bir ağızdan haykırıyor. Bu ülke bizim, bugün bu ülke bugün de bizim, yarın da bizim, gelecekte de bizim diyor gençler.
İşkenceye ödül
İktidar yükselen bu seslere karşı ne yapıyor bu sesleri duymazdan gelerek baskılarını artırıyor. Öğrencilere sokak ortasında işkence yapılıyor. Hepimiz izledik televizyonlarda ya da katıldığımız eylemlerde. O öğrencilere ve gençlere jopla vuran ve gaz sıkan polislere her birine 10 bin TL ödül verdiniz. Siz kaç ülke bilirsiniz ki yeryüzünde işkenceye ödül veriyor apaçık. Ama ne yazık ki kendi ülkemizde buna kötü bir biçimde tanıklık ettik. İşkenceye prim vererek iç barış sağlanamaz. Aksine toplumsal barışa zarar verir, ortak yaşamı zehirler. Siz batıda gençleri joplayanlara bu şekilde prim verirseniz Kağızman’da bir uzman çavuş cafede yan baktın diye bir insanı herkesin gözü önünde katleder. Bu cesaretin kaynağı cezasızlık politikası ve iktidarın açık korumasıdır. Üstelik üzerine de ödül veriyorsunuz. Yani teşvik ediyorsunuz şiddete. Bu apayrı bir suçtur, bunu biliyor musunuz. Evet suç işliyorsunuz. Bu apayrı bir suçtur, suça teşvik etmek de suçtur, suçluyu ödüllendirmekte suçtur. Bunu bizler asla kabul etmiyoruz. Bu antidemokratik uygulamalar bitmiyor. Şöyle bir ara vermek, bir nefeslenmek bile gelmiyor akıllarına. Yine bu zorlayıcı gündemleri sürdürüyorlar. Bakın iktidar tüm bunların dışında okullarda öğretmen avında. Proje okullarında öğretmenlere dönük siyasi tasfiyeye girmiş durumda. Buradan milli eğitim bakanına sesleniyorum, öğretmen atamaları, yönetici görevlendirmeleri, tayinler şeffaf, denetlenebilir ve liyakat esaslı olmalıdır. Öğretmenlere dönük bu siyasi operasyon sadece öğretmene dönük değildir. Bilime, bu ülkenin demokratik geleceğine dönük de bir müdahaledir, bir operasyondur. Ayrıca mülakat mağduru öğretmenler bugün Milli Eğitim Bakanlığı önünde toplandılar, eylem gerçekleştiriyorlar. Alenen hukuksuzlukla karşı karşıya kalmış öğretmenlerimizin ve onlara sahip çıkan öğrencilerimizin yanındayız, yanında olmaya devam ediyoruz.
Barış demokrasiyle olur
Hakkı, hukuku yok sayan hiçbir politika meşru değildir. Demokrasi karşıtıdır, topluma zarar verir, barışa hizmet etmez. Bu ülkede sahici bir barış olacaksa bu ancak demokratik bir dönüşümle mümkündür. Barış demokrasiyle olur. Bunun altını bizler her fırsatta çizmeye devam edeceğiz. Unutmayalım, bu süreçte atılacak önemli adımlar vardır. Bu adımlarda en önemli sorumluluk devlete ve iktidara düşmektedir. Doğru, ama aynı zamanda bu talepler etrafında örgütlenen bütün kesimlere yani hepimize yani alanları meydanları dolduran gençlere kadınlara, toplumsal muhalefetin öncüsü olan bütün kesimlere de görev ve sorumluluk düşmektedir. Hep birlikte bizler elimizi taşın altına koyarsak biz bu ülkede ciddi bir değişim ve dönüşümü hep birlikte inşa edebiliriz. Şairin dediği gibi; ‘hangi yangın bir başına söndürülebilir’. Bütün toplumu yakan yangını birlikte söndüreceğiz. Bu karanlıktan birlikte el ele vererek çıkabiliriz, çıkmalıyız. Başka çaremiz yok. Kendimize güveniyoruz, gençlere güveniyoruz, kadınlara inanıyoruz. Bizler başaracağımıza inanıyoruz. Mutlaka başaracağız, mutlaka başaracağız.
Kadınlar barışta ısrarcı
Sevgili kadınlar barış bizim için çok önemlidir. En temel gündemlerimizden birisidir. Savaşları çıkaran erkek egemen zihniyete karşı biz kadınlar barışta ısrarcıyız. Savaşın yarattığı şiddet, tacizi, tecavüzü, yoksulluğu, işsizliği sömürüyü en derinden biz kadınlar yaşıyoruz. Bakın savaşın en ağır bedelini biz kadınlar ruhumuzda tenimizde, bedenimizde hissediyoruz. Yakın zamanda çıkan savaşlarda Êzidî kadınların çeteler tarafından nasıl kaçırıldığını, küçük Êzidî kız çocuklarının nasıl kaçırıldığını ve Ankara'nın göbeğinde dahi onların satıldığını gayet iyi biliyoruz. Şimdi aynı uygulama Suriye’de Arap Alevi kadınlar üzerinden gerçekleşiyor. Arap alevi kadınlar, kız çocukları küçük yaştaki çocuklar kaçırılıyor ve bizler büyük bir utancı görüyoruz hep birlikte. 21. yüzyılda kız çocukları ve kadınlar adeta köle pazarında satılır gibi satılıyorlar. İşte biz o yüzden savaşın bütün negatifliğini bedenimizde, tenimizde, ruhumuzda o yüzden hissediyoruz. Bakın bununla ilgili mücadele eden dünyada çok önemi örnekler var. Siyahi kadınlar Filistinli kadınların kurduğu barış için kadın koalisyonu İrlandalı kadınların kadın destek ağı, Kolombiyalı kadınların güzel rotası, Kürt barış anneleri barış için kadın girişimi. Bu dünya deneyimlerinin ortak noktası var. O ortak nokta şudur. Kadınlar barış istiyor.
Barışın sözünü büyüteceğiz
DEM Parti Kadın Meclisi olarak hep birlikte barış için, özellikle ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ yapıldıktan sonra bu konudaki mücadelemizi ileri bir aşamaya taşıdık. Barışın toplumsallaşması için atılacak her adımın içinde kadınlar olmalıdır. Bizler de sokaktan meclise bunu örgütlüyoruz. Kadın meclisimizin siyasi partilerin kadın yapılarıyla gerçekleştirdiği görüşmeler, İstanbul İzmir, Aydın, Dêrsim, Bursa, Muğla, Antalya'da kadın örgütleriyle ve platformları ile yapılan buluşmalar barışa giden yolda kadınların verdiği emeği gösteriyor. Bu kararlı adımları atan kadın meclisini yürekten kutluyorum buradan kendilerine teşekkür ediyoruz. Türkiye’de barış olursa ne olur? Türkiye’de barış olursa İstanbul Sözleşmesine geri dönülür. 6284 sayılı kanun bırakın tartışmaya açılsın o kanun etkin bir biçimde uygulanır. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri son bulur. İşte bizler böylesi biz barış ikliminin oluşmasını istiyoruz. Ve demokratik dönüşüme bu barış ikliminin hizmet etmesini istiyoruz. Bu nedenle barışın sözünü büyüteceğiz. Bu nedenle barışın sözünü büyüteceğiz diyerek kurulan savaşın etkilerine karşı ortak mücadele çağrısı yapan Barışa İhtiyacım Var İnisiyatifinin bu dönemde kurulmuş olması çok önemli, çok anlamlı ve çok güzel çalışmalara imza atacağına da inanıyorum.
Saray’da oturanlar yurttaşın çektiği yoksulluğun farkında mı?
Bakın bugün Türkiye’nin en temel sorunlarından biri geçim krizi. Yurttaş ekmeğe ve suya muhtaç. Sadece 2-3 lira daha ucuz yumurta ve ekmek almak için kar kış demeden sıcak soğuk demeden insanlar metrelerce kuyruklarda bekliyor. En yakın örneğini geçen Kızılay’da bizzat kendim gördüm. Kızılay’da ucuz yumurta almak için metreler boyunca insanlar kuyruktaydı. Ben çok merak ediyorum iktidar ve sarayda oturanlar bunları görüyor mu? Bunların farkında mı, yurttaşın çektiği yoksulluğun farkındalar mı? Bu yoksulluğun ne kadar derin olduğunun farkındalar mı? Artık düğünlerde yeni nesil uygulamalar oluyor. Maliyetler düşsün diye iki saatlik düğün salonu kiralıyorlar. Bu yurttaş için mini düğün mini öğün mini yaşam demek. Ekmeğimizden, emeğimizden çaldıklarından da kendilerine şaşaalı yaşam kuruyorlar. İşte iktidarın kendi yurttaşına reva gördüğü yaşam budur. AKP iktidarında artık ev almak hayal oldu, eskiden emekli olanlar ev sahibi olabilirdi, araba alabilirdi şimdi bırakın bunları alınmasını temel gıda ürünlerini eti peyniri dahi alamaz bir vaziyetteler. Meyve bile alamıyorlar. Artık emekli için emekli için yoksul için lüks oldu.
Ekonomik kriz
Şimdi bütün bu yoksulluğun içerisinde bu krizin içerisinde sıcaklığın aniden düşmesiyle çiftçilerin tarladaki ürünü zarar gördü. Meyvecilikle geçimini sağlayan bölgeler özellikle büyük bir darbe aldı. Yaşanan don olayları yüzünden üreticiler yüzde 80 oranında rekolte kaybı yaşadı. Tarım Bakanlığı derhal harekete geçmelidir. Üreticilerin zararları derhal giderilmelidir. Üreticiler olmadan soframıza ulaşacak ürün de olmaz. İktidar çiftçilerin üzerindeki yükü hafifletilecek tedbirleri zaten almalıdır. Ama şu anda yaşanmış doğal afet karşısında mevcut olan iktidar ve ilgili bakanlık acilen devreye girmelidir. AKP iktidarında demiştik ki yoksulluk, kriz daha da derinleşiyor. İnsanlar barınamıyor. İnsanlar kira ödeyemez bir hale gelmiş durumdalar. Mart ayında enflasyon yüzde 38 olarak açıklandı. Ancak nisan ayı kira artış oranı yüzde 51 olarak belirlendi. Asgari ücrete sene başında sadece yüzde 30 emekli maaşında yüzde 15. 75, memur maaşına ise yüzde 11.54 oranında zam yapıldı. Yurttaş ne yiyecek, yurttaş ne içecek? Yurttaş nasıl geçinecek?
Geliri yoksulluk sınırı altında kalan ailelere kira desteği için kanun teklifi verdik
DEM Parti olarak bizler bu politikalara kökten karşı olduğumuzu her fırsatta ifade ettik. Burada da bir kez daha altını çiziyorum. Biz DEM Parti olarak acil, palyatif bir çözüm olduğunun farkındayız ve bir kanun teklifi hazırladık. Gelirleri yoksulluk sınırları altında olan her haneye her ay asgari ücretin yarısı kadar kira desteği verilsin diye. Tüm muhalefet ve yurttaşlar bu teklifimize destek olmalıdır. Ayrıca geçen hafta ifade ettik, çok önemli bir konu, bugün bir kez daha altını çizmek istiyorum. Yılbaşında aldıkları zam daha üç ayda enflasyon karşısında eriyen emekli, memur ve asgari ücretliye ara zam yapılmalıdır. Bunun için de başta iktidar partisi olmak üzere parlamentodaki tüm partilere sesleniyoruz, gelin bu ara zammın kararını bu parlamento çatısı altında alalım, az da olsa yurttaşlarımızı rahatlatan somut bir adımı atalım. Fabrikada, tarlada, işyerinde, meydanlarda, okullarda, kampüslerde, mahallelerde her yerde ama her yerde örgütlenmeye devam edeceğiz. Sesimizi birleştirmeye devam edeceğiz. Mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz. Emeğimiz için, ekmeğimiz için, alın terimiz için, barış için, demokratik bir toplumun inşası için, demokratik bir cumhuriyetin inşası için mücadele mücadele, mücadele.
10 binlerce barış gönüllüsüyle tek tek ev ziyaretlerine başlıyoruz
1 Ekim’de başlayan 27 Şubatta sayın Öcalan’ın tarihi çağrısı ile taçlanan Barış ve Demokratik Toplum süreci üzerinden tam 6 ay geçti. Bu 6 ay boyunca bir gün bile yerimizde durmadık. Asya’dan Okyanusya’ya oradan Avrupa’ya kadar dünyanın dört bir yanını dolaştık. Her yerde heyetlerimiz bu süreci dünya ülkeleriyle paylaştı. Bir çok ülkenin temsilcisiyle elçilikleri ve kurumlarıyla bir araya geldik. Heyetlerimizle bu süreci anlattık ve çözümü tartıştık. Türkiye’nin dört bir yanında il il ilçe ilçe dolaştık. Halklarımızla barışı konuştuk. 100 bine yakın yurttaşımızla barış için açık ve şeffaf haliyle toplantılar gerçekleştirdik. Şimdi 10 binlerce barış gönüllüsüyle tek tek ev ziyaretlerine başlıyoruz. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında 10 binin üzerinde barış elçisiyle, arkadaşımız ve yoldaşımla tek tek evleri ziyarete başladık. Yetişemediğimiz yerlere milyonlarca mektup yollayacağız. Online toplantılar yapacağız. Bugüne kadar yaptığımız onca çalışmanın bize gösterdiği tek gerçeklik var ki o da çok önemli. Toplum barış istiyor, halk barış istiyor. Herkes buna hazır. Barışı esnetin, uzatın yaklaşımına da toplum karşı. Barış istiyoruz, acil ve hemen diyorlar. Geçtiğimiz her yer konuştuğumuz herkes bu süreci canı gönülden destekliyor.
Erdoğan ve DEM Parti görüşmesi
En son Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile DEM Parti İmralı Heyetimiz bir görüşme gerçekleştirdi. Daha önce de kamuoyu ile paylaşıldığı gibi görüşme olumlu geçti Heyetimiz toplumun kafasındaki soru işaretlerini gözlemlerimizi ve önerilerimizi Sayın Erdoğan’a aktardı. Beklenti bu görüşmenin barış sürecine hız kazandırması ve çözümün kapısının aralanmasıdır. Elimizde büyük bir fırsat var, tarih yapma ve tarihe geçme fırsatı. Ama açık konuşalım ki aradan 2 ay geçmesine rağmen çağrıya denk düşen bir adım adım ve iradeyi henüz göremedik. Toplum net konuşuyor son derece makul konuşuyor son derece rasyonel ifade ediyor. Diyor ki iktidar neden adım atmıyor, bu süreç neden tek taraflı ilerliyor bir oyalamı mı var. Biz de buradan yürütme erkine soruyoruz. Tecrit sürerken bir tek somut adım atılmazken, tam tersine hergün yeni anti demokratik uygulamalar devreye girerken kayyımlar devam ederken sizce biz bu yurttaşlara ne cevap verelim. Bunlar çok büyük soru işareti olarak toplumun kafasında duruyor. Güven sadece güzel sözlerle değil pratik ve güven verici somut bir zeminin tesis edilmesiyle olur. Bu zemin nasıl sağlanır? Sayın Öcalan’ın çalışma ve iletişim özgürlüğünün sağlanmasıyla mesela. Meclisin silahsızlandırma süreci için bir yasa çıkarmasıyla örneğin. Demokratik dönüşüm ve barış teklifinin hazırlanmasıyla. Bu kanunu meclisten hep beraber çıkarmakla. İlk adım olarak bunları yaparsak tüm Türkiye rahat bir nefes alır ve toplumun kafasındaki bu soru işaretleri az da olsa yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Mücadelemizle güncel, somut ve acil ihtiyaçlarımızın altını çizmeye devam edeceğiz.
Hasta tutsaklar vurgusu
Mahir Polat’ın tahliyesi hepimizi çok mutlu etti. Ve şimdi daha iyi koşullarda tedavi edileceğine inanıyoruz. Buradan da kendisine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. İçerde onun gibi yüzlerce ağır hasta tutsak var. Özge Özbek, Hatice Yıldız, Soydan Akan, Server Yıldırım, Hatice Öneren gibi daha burada sayamayacağım yüzlerce insan hapishanelerde hem hapishane koşullarıyla hem de hastalıklarıyla boğuşmak zorunda. İktidara ve meclis başkanlığına sesleniyorum. Güven artırıcı adımlar atabilirsiniz. İnsani ve hukuki olan bu meselede cesur davranabilirsiniz. Toplum hasta tutsaklarla, infazı keyfekeder bir şekilde yakılan mahpuslarla ilgili atılacak adımları beklemektedir.
İktidarın yargı ve güvenlik güçlerini kullanarak CHP’yi siyaset dışına itmeye çalışması kabul edilemez. CHP’ye neden baskı uygulanıyor, neden ablukaya alınmak isteniyor? Bunlar yine önemli sorular. Muhalefet bugün bu sürece destek veren ,çözümden yana duran bir noktadadır. Bu tarihi bir öneme sahiptir. İlk kez barış Türkiye’de gündeme geldiği zaman muhalefetten bu kadar ciddi ve önemli bir destek geliyor. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefete sesleniyorum. Barış tüm Türkiye’nin ortak meselesidir. Ne olursa olsun barış ve çözüme dört elle sarılmaktan vazgeçmeyin.
Kayyım uygulamaları
Çözüm ve barışı konuşuyoruz diye kayyım uygulamalarını unuttuğumuzu kimse sanmasın. Van için soruyorum. Kayyım çocuklar için açılan kreşi kapattı. Neden? Kayyım kadınlara ücretsiz otobüs yolculuğu için verilmiş olan jin kartı iptal etti. Neden? Kayyım sadece Van’da değil, kayyım atanan bütün belediyelerde halkın yararına olan bütün projeleri tek tek iptal etti. Neden? Bütün bunların yanıtını bekliyoruz. Bunun fazlasını bekliyoruz. Kayyım politikaları derhal son bulmalı ve kayyım atanan belediyeleri seçilmiş belediye eş başkanları ve başkanları kendi görevlerine hızlı bir biçimde iade edilmelidir. Şunu herkes bilmeli ki İstanbul’da gözaltına alınan, gaz sıkılan, belediyesine kayyım atanan insanların itirazlarıyla Van’da, Hakkari'de belediyesine kayyım atanan demokratik siyaset yürüttükleri için gözaltına alınan, tutuklanan yurttaşlarımızın itirazı aynıdır. İstanbul’da iradesi gasp edilen Mardin’de iradesi gasp edilen yurttaşımız diyor ki, elinizi irademizden çekin. Biz de buradan bunun altını bir kez daha çiziyoruz, elinizi irademizden derhal çekin.
Gün barışı erteleme değil barışı birlikte kurma günüdür
Barış ve Demokratik Toplum için bizleri ayrıştırmasına izin vermeden daha güçlü bir biçimde ortak ses çıkarmaya devam etmeliyiz. Bunun için cesurca mücadele etmeye devam etmeliyiz. Bizler bu tarihi sürecin sonuna kadar arkasındayız. Elimizden gelenin fazlasını yapmak için yoğun bir çaba içindeyiz. Zamanın daraldığının farkındayız. Küresel krizlerin uzandığı bölgesel gerilimlerin tırmandığı bir dönemde barış ve çözüm asla ertelenemez. Biz buradan bir kez daha sözümüzü yeniliyoruz, toplumun beklentisi yürütme erkinin başı olan Sayın Erdoğan’ın zamanın ruhuna uygun bir şekilde cesurca adım atması ve tarihsel bir meseleye dair tarihi bir sorumlulukla yaklaşmasıdır. Halk çözümden yana kararlı bir duruş sergilemektedir ve somut bir adım beklemektedir. Türkiye’deki bütün halklar için emekçiler için işçiler için yoksullar için kadınlar, gençler için 85 milyon yurttaşımız için gerekli adımlar atılmalıdır. Gün barışı erteleme değil barışı birlikte kurma günüdür. Türkiye hazır Kürtler hazır DEM Parti hazır muhalefet hazır, en önemlisi de toplum hazır. Artık barış için harekete geçmenin tam vaktidir. Toplumun yüreği barış için atıyor. Rüzgar hiç olmadığı kadar barıştan yana. Konuşmamı Mevla’nın bir sözü ile tamamlayacağız. Mevlana der ki; insan aradığı şey ile ölçülür. Biz barışı arıyoruz, demokrasiyi arıyoruz. Bizim ölçümüz barıştır demokrasidir.”