Nesrin Nas: Kobanê Davası bir Türkiye davasıdır

  • 09:06 15 Mayıs 2024
  • Siyaset
Melek Avcı
 
ANKARA - Anavatan Partisi eski Genel Başkanı ve iktisatçı Nesrin Nas, Kobanê Davasına ilişkin, “Bu dava sadece Kürtlerin ve Kürt siyasetçilerinin meselesi değildir. Bu dava tamamen bir Türkiye davasıdır. Bu hepimizin; demokratik, çoğulcu, özgür bir Türkiye’de yaşamamak isteyen ve kendi geleceğini özgürce tasarlamak isteyen her kesin davasıdır” dedi.
 
DAİŞ’in Kobanê’ye dönük saldırılarına karşı halkın 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gerçekleştirdiği ve tarihe “Kobanê Serhildanı” olarak geçen eylemlerinden yıllar sonra, Halkların Demokratik Partisi (HDP) yönetimine dava açıldı. 2014 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından birden fazla suç duyurusunun iki ana soruşturmada birleştirilmesiyle başlayan ve 4 Kasım 2016’da siyasi darbeyle devam eden süreç, 3 yılı aşkın süredir devam eden yargılamada verilecek kararla sonuçlanacak. 
 
16 Mayıs’ta görülecek Kobanê Davası duruşmasına ilişkin yayınlanan bildiriye imza atanlardan olan Anavatan Partisi eski Genel Başkanı ve iktisatçı Nesrin Nas değerlendirmelerde bulundu.
 
“HDP Genel Merkezi’nden atılan twitler bahane edilerek, yine bir yurttaşın CİMER üzerinden yaptığı bir başvuru bahane edilerek yapılan soruşturma ama sonra bir tarafa konulan bir dosya… Zamanı gelince değerlendirilir diye düşünülerek ayrılmış bir dosya olaylardan yıllar sonra bir davaya dönüştürülüyor.”
 
* Perşembe günü Kürt siyasetçilerin yargılandığı Kobanê Davası’nın karar duruşması görülecek. Biraz geriye dönüp DAİŞ’e karşı çıkmanın bir davaya nasıl dönüştüğünü aktarır mısınız?
 
Kobanê Davası ve olaylar nasıl başladı bütün bunları hepimiz biliyoruz çünkü gözümüzün önünde yaşandı. 6-8 Ekim 2014’te IŞİD’in Kobanê’ye saldırısı üzerine başlaması ve daha öncesinde IŞİD’in Êzidî kadınları esir alması, pazarda satılmaları gibi olaylar sadece bizim değil tüm dünyanın gözü önünde yaşandı. Bugün hala bunun sıkıntılarını çekiyoruz. Geçen gün bir haberde; IŞİD’lilerin eşlerinin Türkiye’de soruşturma altına alınmadığı ve o evlerde bulunan ÊzidÎ kadınların 2’inci 4’üncü eş olarak gösterildiği ve o kadınların hala esir olarak tutulmaya devam ediydiği yazıyordu. Bunun acıları ve utancı hala yaşanıyor. Tüm bu safahatı hepimiz biliyoruz; sonrasında çıkan olaylar, hayatını kaybeden onlarca insan, HDP Genel Merkezi’nden atılan twitler bahane edilerek, yine bir yurttaşın CİMER üzerinden yaptığı bir başvuru bahane edilerek yapılan soruşturma ama sonra bir tarafa konulan bir dosya… Zamanı gelince değerlendirilir diye düşünülerek ayrılmış bir dosya olaylardan yıllar sonra bir davaya dönüştürülüyor. Dava için açılan torbaya dönemin HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, yine belediye başkanları, milletvekilleri, merkez karar organları yöneticileri bunun içine dolduruluyor. Hepimiz şunu çok iyi biliyoruz ki, özellikle 2010 yılından sonra Türkiye’de uzun süredir siyaset algılar üzerine bina ediliyor. Bu nedenle siyasi partiler kapsamlı çözüm önerileri hazırlama gereği dahi duymuyor, kısa vadede sonuç alacak işler ve algıları yönetecek bir takım olaylar ya da algıları yönetecek Kobanê Davası gibi davalar yaratıyorlar. Özellikle Kürt siyasi hareketini, 2015’te AKP’nin tek başına çoğunluk iktidarı olması önünde engel olarak gördüğü HDP’yi siyaset sahnesinden çekmek ve Kürtlerin sivil siyasetinde çok önemli bir aktör olarak görülen Demirtaş’ı ve diğer HDP’li yöneticileri siyaset sahnesinden indirmek için zamanı geldiğinde kullandığı bir davaya dönüştü.
 
“Bu dava hem vicdanlar açısından hem de Türkiye’de yargının ne kadar siyasallaştığını göstermesi açısından çok kritik bir dava. O nedenle Türkiye’nin normalleşip normalleşmeyeceğini bize gösterecek en önemli davaların başında Kobanê Davası geliyor.”
 
* Savcılık mütalaasını vermişti, okumuşsunuzdur. Bu verilen mütalaayı ve istenilen cezalara ilişkin ne düşünüyorsunuz?
 
Hazırlanan iddianameye baktığımızda iddianamenin içinde birkaç twit dışında hiçbir şey olmadığını görüyorsunuz, içinin tamamen boş olduğunu, birbiriyle çelişen ifadeler olduğunu görüyorsunuz. Gene Kobanê nedeniyle içeride olan ve o yıllarda 14 yaşında olan, babasıyla birlikte başka bir köyde düğünde müzisyen olarak yer aldığını kanıtlamasına rağmen, bunun video görüntülerinin olmasına rağmen ama bütün bunların hiç dikkate alınmadığı ve hala içeride olan bir genç var, böyle insanların olduğunu biliyoruz. Burada çok önemli bir şey daha var savcılık mütalaasını okuduğunuz zaman olayların nasıl çıktığını başından beri biliyoruz; IŞİD’in Şengal’i işgali ve Kobanê eylemleriyle çıktı. Ama bu mütalaada IŞİD saldırıları ve katliamlarıyla ilgili tek bir cümle yok biliyor musunuz. IŞİD’in Şengal’de yaptığı soykırım Birleşmiş Milletler tarafından dahi kabul edilmesine rağmen bu soykırım mütalaada yer almıyor. Yani mütalaada İslami terör örgütlerinin adı sayılıyor, bunların arasında IŞİD yok. Sonra 2015 Haziran seçimlerinden sonra o IŞİD’in Türkiye’de kaç cana mal olduğunu, örneğin Ankara Gar Patlaması başta olmak üzere hep beraber yaşadık. Kısaca ülkenin geleceğini etkileyecek bir kararın eşiğindeyiz, tıpkı bildirimizin başlığında olduğu gibi. Bu dava hem vicdanlar açısından hem de Türkiye’de yargının ne kadar siyasallaştığını göstermesi açısından çok kritik bir dava. 31 Mart seçimlerinden sonra toplumun genel bir “normalleşme”, Erdoğan’ın değimiyle bir “yumuşama”  talebi var. Normalleşme daha doğru bir kavram ve bundan bahsedeceksek bunun en önemli ayağı Türkiye’nin tekrar hukuka dönmesidir. Hukuka dönmesi demek, hukuk devleti ilkeleri ne ise -yani bağımsız ve tarafsız yargı başta olmak üzere ve asgari adalet ilkesine uyması temel olmak üzere- bunlara uyması demektir. O nedenle Türkiye’nin normalleşip normalleşmeyeceğini bize gösterecek en önemli davaların başında Kobanê Davası geliyor.
 
“Türkiye yeniden o girdiği karanlık yoldan çıkıp tekrar çağdaş dünyanın bir parçası haline gelebilir mi’yi bize gösterecek olan bu davada çıkacak olan karardır. Bu dava tamamen bir Türkiye davasıdır ve Türkiye meselesidir.”
 
* Birkaç gün önce 159 aydın, akademisyen, yazar ve siyasetçinin yer aldığı bir bildiriye imza attınız bu bildiride davanın kritik önemine vurgu yaptınız. Bundan kastınız nedir neden kritik bir eşikteyiz?
 
Kobanê Davası neyse Gezi Davası aynıdır. Nasıl ki Gezi ihtiyaç hasıl olduğunda açılan bir davaysa Kobanê’de benzer şekilde. Bu nedenle bu davayı biz çok kritik görüyoruz. Türkiye’nin normalleşme sürecinde umutlanabilir miyiz, böyle bir umuda tutunabilir miyiz ve gerçekten Türkiye yeniden o girdiği karanlık yoldan çıkıp tekrar çağdaş dünyanın bir parçası haline gelebilir mi’yi bize gösterecek olan bu davada çıkacak olan karardır. Türkiye’de yargının ne halde olduğunu en son Yargıtay seçimlerinde zaten gördük; hem emniyette hem yargıda, o tarikatın adamı bu bilmem neyin adamı, şu partinin adamları, şu daire şunun elinde gibi. Böyle bir ülke yönetilemez. Böyle bir yargının var olduğu ülke, refah üretemez, gençlerine umut veremez, insanlarına iyi bir hayat sunamaz. Nitekim Erdoğan’ın kendisi de Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada, “devlet adaletle hükmettiği, adalet dağıttığı, adaletin tecellisini sağladığı müddetçe güçlüdür, ayaktadır. Adaletin olmadığı yerde milleti bir arada tutan bağ zayıflamaya başlar” diyor. Bizim bu bildirimiz tam da buna oturuyor. Bu bir adalet arayışıdır, bu bir adalet talebidir. Yani 8 yıldır içeride haksız ve hukuksuz yere özgürlüklerinden alıkonulmuş insanların bir an önce özgürlüklerine kavuşması gerek. Tabi o yılları, acıları geri vermemiz mümkün değil ama o acıları hafifletmenin yolu onların adalete kavuşturulmasıdır. Bunun için biz toplumda bir şey yaratmaya çalıştık, özellikle kurumsal muhalefet kanadında yani Cumhuriyet Halk Partisi’nde. Bir duyarlılık amaçlandı. Bu dava sıradan bir dava değildir. Bu dava sadece Kürtlerin ve Kürt siyasetçilerinin meselesi değildir. Bu dava tamamen bir Türkiye davasıdır ve Türkiye meselesidir. Bu hepimizin; demokratik, çoğulcu, özgür bir Türkiye’de yaşamamak isteyen ve kendi geleceğini özgürce tasarlamak isteyen her kesin davasıdır. Bizim çağrımız budur.
 
“Ben burada son seçimin galibi olan ve artık Türkiye’de birinci parti olan CHP’nin sivil siyasete sahip çıkmak için ve Türkiye’de hukuk devletinin yeniden inşasına sahip çıkmak için mutlaka Kobanê duruşmasında temsil gücü yüksek bir heyetle yer alması gerektiğini düşünüyorum.”
 
* Biliyorsunuz ki geçtiğimiz karar duruşmasında mahkeme heyeti zamana ihtiyacı olduğunu söyleyerek kararı açıklamamıştı. Bu kararın ertelenmiş olmasını neye bağlıyorsunuz ve bu duruşmada sizce karar çıkacak mıdır?
 
Eğer yine bir karar çıkmazsa bu, içeride yargı üzerinden bir takım pazarlıkların sürdüğü ya da Türkiye’yi idare edenlerin, AKP-MHP iktidarının ve onların yanındaki zevatın bir şekilde “Türkiye normalleşsin mi normalleşmesin mi, bu adımı atalım mı atmayalım mı” tartışmaları yaptığı ve henüz birbirlerini ikna edemediklerini bize gösterir. Ama karar verilir ve karar tıpkı Gezi’de olduğu gibi -Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi ve diğer arkadaşlarımız da 18 yıla- o tür cezalar çıkarsa bu da Türkiye’nin kısa vadede normalleşme yoluna giremeyeceğini bunun için daha epey uzun bir yolumuz olduğunu gösterir. Ben burada kurumsal muhalefete çok büyük bir rol düştüğünü düşünüyorum. Kurumsal muhalefet derken özellikle son seçimin galibi olan ve artık Türkiye’de birinci parti olan CHP’nin sivil siyasete sahip çıkmak için ve Türkiye’de hukuk devletinin yeniden inşasına sahip çıkmak için mutlaka Kobanê duruşmasında temsil gücü yüksek bir heyetle yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bunun aynı zamanda gelecekte kendilerini de ilgilendirecek bir karar olacağını hem duymak hem de duyumsamak ve herkese hatırlatmak durumunda olduğunu düşünüyorum. Bizim bu çağrımızın birinci muhatabı da kurumsal muhalefettir. Kobanê Davası sadece Demirtaş ve HDP’lilerin yargılandığı ve HDP kapatma davasına giden sürecin ateşinin yakıldığı bir dava değil, Türkiye’de demokrasi olup olmayacağına dair de karar verecek olan bir davadır. Bu nedenle orada olmanız gerekir hatırlatmasıdır.
 
“Türkiye bu aralar çok ciddi sermaye sıkıntısı içinde eğer bütün bunları aşmak istiyorsa önce kurucularından ve üyesi olduğu Avrupa Konseyi olan AİHM kararlarına da uymak zorunda.”
 
* Son olarak ne söylemek istersiniz davaya ilişkin?
 
Şu da çok enteresandır, Kobanê Davası’nda “devleti bölmeye” yani TCK 302’ye dönüşen suç Gezi Davası’nda “hükümeti devirmeye” TCK 312’ye dönüşüyor. Birinde devleti bölmeye diğerinde hükümeti devirmeye dönüşüyor ve aslında ikisinde de eğer bir yargılama söz konusu olacaksa “toplantı ve gösteri” kapsamında yargılanıp beraat edecek olan insanlar ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyor hem Kobanê de hem de daha önce Gezi’de. Gezi Davası’nın müştekisi yani şikâyetçisi hükümetin organları, Kobanê Davası’nın şikayetçisi AKP iktidarının tüm kurum ve organları. Bütün kurum ve organlar orada şikâyetçi olarak yer alıyor. Bu davaların ne kadar siyasi olduğunu, yargının ne kadar siyasallaşmış olduğunu gösteriyor ama işte Danıştay kuruluş yıldönümünde cumhurbaşkanı adalete vurgu yaptığını örnek verdim ama orada bu söylediğine tam ters bir şey daha söylüyor, “yargının siyasete müdahalesin”den bahsediyor aslında orada kendilerini kast ediyor ama yargının siyasete müdahalesi tam da bu davadır. AİHM kararları da var, “bu twitlerin bu suçla hiçbir ilintisinin olmadığı, suçla sizin ileri sürdüğünüz, delil diye ortaya koyduğunuz şeylerin ilişkisi yok” diye AİHM’in çok net ve açık kararları var. Türkiye bu aralar çok ciddi sermaye sıkıntısı içinde eğer bütün bunları aşmak istiyorsa önce kurucularından ve üyesi olduğu Avrupa Konseyi olan AİHM kararlarına da uymak zorunda. Bir karar çıkmazsa yine şunu da düşünmüş olabilirler bu delilerle verilecek bir kararın biz hesabını veremeyiz korkusu da egemen olmuş olabilir, umarım öyle düşünüyorlardır.