Sahte tahtları sarsan müthiş kahkaha: Ulrike Meinhof

  • 09:34 6 Ekim 2017
  • Portre
HABER MERKEZİ - Avrupa'da sol ve sosyalist kimliğiyle en fazla tanınan isimlerinden biri olan Ulrike Meinhof,  yaşamı boyunca inandığı değerler ve mücadelesinden vazgeçmedi. Katledilmesinin ardından 41 yıl geçen Ulrike'nin direnişini omuzlayan kadınların kahkahası ise hala iktidarları rahatsız etmeye devam ediyor. 
 
Avrupa solunun en çok tanınan isimlerinden biri olan Ulrike Meinhof, 7 Ekim 1934'te Oldenburg'da dünyaya geldi.  Babasını 6 yaşında iken, annesini de 14 yaşında iken kaybeden Ulrike'yi annesinin arkadaşı olan Prof. Renate Riemeck yetiştirdi. Sol, sosyal demokrat bir ortamda yetişen Ulrike dil bilgisi öğrencisiydi ve henüz küçük yaşlarda doğru bildiğinden ödün vermemeyi kendisine ilke olarak belirlemişti. 
 
Makale yazmaya başlar
 
Ulrike gençlik dönemlerinde İlahiyat öğrencisi Peter Meier ve siyasal bilimler öğrencisi Jürgen Seifert'le birlikte 1958'de Münster'de atom bombasına karşı mücadeleyi savunan Das Argument adlı bildiri gazetesini çıkararak gazeteciliğe başlar.  1959 yılının Ocak ayında Münster'deki arkadaşları tarafından delege seçilen Ulrike, Federal Almanya ve Batı Berlin'den atom bombası aleyhtarı 20 komiteyi temsilen, 318 delegenin katıldığı Özgür Berlin Üniversite'sindeki öğrenci kongresine katılır. 
Orada atom bombasına karşı mücadeleyi savunan Konkret Gazetesi’nin yayın müdürü ve KPD (Almanya Komünist Partisi) üyesi Klaus Rainer Röhl'le tanışır. Eylül 1959'dan itibaren de bu gazeteye makaleler yazmaya başlayan Ulrike, bir yıl sonra yayın komitesine üye olunca öğrenimini yarıda bırakıp Münster'den Hamburg'a taşınır.
 
Konkret'in yayın yönetmeni olur
 
KPD için çalışmaya devam eden Ulrike, Konkret'in yayın yönetmeni olur. Aralık 1961'de Klaus Rainer Röhl ile evlenir ve kısa süre içinde iki çocukları olur. Radyo ve televizyon için programlar hazırlayan Ulrike'nin ayrıca büyük gazete ve dergilerde de yazıları yayımlanır. Hamburg'un aydın ve ilerici orta sınıfı içerisinde tanınan biri olan Ulrike gazetecilik kariyeriyle militan yaşantısını uzun yıllar sorunsuz bir şekilde birlikte sürdürür.
 
Cezaevleriyle ilgili yazılar yazar
 
Aralık 1967'de Ulrike iki kızıyla birlikte Berlin'e taşınır ve Konkret'in yayın yönetmenliğini bırakır, ama bir yıl boyunca gazeteye makale vermeye devam eder.  Mesleğini toplumsal sorunlara yönelerek devam ettiren Ulrike, okulların, işçi lojmanlarının, cezaevlerinin ve ıslahevlerinin durumuna ilişkin yazılar kaleme alır. Ulrike bu dönemde  SDS (Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu) militanları ve çalışma gruplarıyla yakınlaşır. 
 
'Ölmeyenler cezaevlerinin betonlarına gömülür'
 
Aynı yıl SDS liderlerinden Rudi Dutscke’nin suikasta  uğraması sonucu katledilmesinin ardından  Ulrike şöyle yazar:  "Rudi'ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür." 
 
'İnsanları değil mülkiyeti koruyan' yasaya karşı isyan
 
Öğrenci hareketlerinin içerisinde yer alan Ulrike'de, Springer karşıtı gösterilere katılmaktan dolayı kovuşturmaya maruz bırakılır. 1968 yılında düzenlenen sabotaj eylemlerine ilişkin yazdığı bir makalede, "İnsanları değil mülkiyeti koruyan" yasaya karşı bir isyan olarak değerlendiren Ulrike, makaleyi Fritz Teufel'in şu sözleriyle bitirir: "Bir alışveriş merkezini ateşe vermek, yine de bir alışveriş merkezi işletmekten iyidir." 
 
Ulrike bu makalenin ardından Meinhof, Gudrun Ensslin ve Andreas Baader ile tanışır. O dönem polis tarafından aranan ikili, bir süre Ulrike'nin Berlin'deki dairesinde saklanırlar. Andreas'ın yakalanmasına dek de yolları bir süre ayrılır.
 
'Hedef bir mahkumu kurtarmaktı'
 
Andreas Baader 1970 yılında üç eylemci tarafından gardiyanlar eşliğinde getirildiği kütüphane binasından silahlı çatışma ile kaçırılır. Bu eylemin ardından  Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) kurulur. Ulrike Meinhof bu eyleme neden katıldığı ile ilgili Berlin Moabit Mahkemesi'nde verdiği ifadede şöyle der: "14 Mayıs 1970 eylemimiz, metropollerdeki gerilla eylemine emsal teşkil etmiştir ve hala öyledir. Bu eylem, emperyalizme karşı silahlı mücadele stratejisinin tüm unsurlarını o zamandan içeriyordu ve şimdi de içermektedir. Hedef, bir mahkumu devlet aygıtının pençelerinden kurtarmaktı. Bu bir gerilla eylemiydi, söz konusu eylem siyasi-askeri bir çekirdek olarak örgütlenen, bir grubun işiydi."
 
Ulrike, Andreas ve Gudrun,  yakalanarak hücrelere atılır. Bundan sonraki yaşamları, mahkeme salonları, açlık grevleri ve onlar adına yapılan eylemlerden oluşur. 
 
Ulrike bu süre zarfında çocuklarına yazdığı mektuplardan birinde, üzülecek bir şey olmadığını belirterek,  "Üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim" der. Bu söz Ulrike’nin ardından dünyanın her köşesinden devrimcilerin anahtar cümlesi haline gelir. 
 
Stuttgart'da bulunan özel güvenlikli cezaevi Stammheim'daki hücresinde asılı halde bulunan ve ‘kendini öldürdüğü’ söylenen Ulrike'nin kafatasına da incelenmek üzere el konulur.
 
Ulrike'nin ‘beyni’ gizlenir
 
Cenazesine 4 bin kişinin katıldığı Ulrike'nin katledilmesi üzerine 33 gösteri ve miting düzenlenir. Kafatası alınan ve bilim insanlarına verilen Ulrike'nin beyninin tam 30 sene sonra birçok teste tabi tutulduğu ve gizlendiği ortaya çıkar. Ulrike'nin kızının mücadelesi sonucunda annesinin beyni 2002'de aileye iade edilir. 
 
'İpi kesecek makasta iz yok'
 
Almanya Gazeteciler Birliği eski başkanı ve sol- yeşil politikacı Jutta Ditfurth 6 yıllık çalışmasının ardından 2007'de yayınladığı Ulrike'nin biyografisinde otopsinin düzgün yapılmadığına yer verir. Biyografide, cezaevinde Ulrike'nin odasına yakın bir yere çıkan bir yangın merdiveni olduğunu, intihar ettiği söylenen ve havludan kesilerek yapılan ipi odada kesecek makasta iz bulunmadığına dair araştırmaları dikkat çeker. 
 
İkinci otopsi bulguları yanlış aktarıldı
 
Şimdiye dek yayınlanmayan bir fotoğrafı da ortaya çıkaran Jutta, asılı olarak görülen fotoğrafta Ulrike'nin bir ayağının sandalyede olduğu, altının boş olmadığı yani bu biçimde bir insanın intihar edemeyeceği açıkça görüldüğünü belirtir. Jutta ayrıca, otopside Ulrike'nin asılmadan önce katledilmiş olabileceğinin ya da baygın hale getirildikten sonra asılmış olacağının tam açıklanmadığını söyler ve otopsiye ailenin ve avukatlarının alınmadığını, ailenin isteği ile ikinci otopsiyi yapan ekibin bulgularının da kamuoyuna yanlış aktarıldığını belirtir.
 Ulrike'nin katledilmesine ilişkin şimdiye kadar net bir sonuca ulaşılamaz.
 
'Karşı taraf için tehlikeli'
 
Alman kadın rejisör Helma Sanders-Brahms,  Ulrike için, "O, Almanya'nın savaş sonrası dönemde sahip olduğu en önemli ve aynı zamanda en iyi yazan gazeteciydi, hala da öyle. Onun analizleri, netlik ve keskinlik açısından bugün bile o yıllar hakkında okuyabileceklerinizin en iyisi. Metinleri o kadar yoğun ki, hayata geçirilmek için ısrar ediyorlar. Okuyanlara, adaletsizliğe karşı mücadelenin zorunlu olduğunun ve maddi açıdan olmasa da, en azından ahlaki olarak mücadele etmeye değdiğinin garantisini veriyorlar. Onu karşı taraf için tehlikeli yapan buydu" diyor. 
 
‘Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz’
 
Ulrike’nin yaşamını yitirmeden önce günlüğüne yazdığı şu sözler ise aslında ölümünün şüpheli olmadığını açıklar nitelikte:
 
“…Şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, kapıyı avukatlarıma kapatmanızı görür gibiyim. ‘Ulrike Meinhof kendini astı diyeceksiniz.’ Kanlı ellerinizle kapıları yüzlerine kapatacak ve fotoğraf çekmeyi, soru sormayı yasaklayacaksınız. ‘Yasak’ diyeceksiniz, cesedi incelemek yasak! Soru sormak, düşünmek, tahmin etmek yasak!!  yasak!!…  ama kendi korkunuzu yasaklayamazsınız! Her katile özgü korkuyu yasaklayamazsınız!
Cesedim bir dağ gibi ağır olacak… Yüz bin ve yüz bin… Yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin oturduğunuz o sahte tahtı sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar! ..Ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz.”
 
Ulrike’nin direniş mirasını devralan ve dünyanın her yerinde direnen kadınların ‘müthiş kahkahası’ ise kulaklarda çınlamaya devam ediyor…