'Aile Yılı’ adı altında kadını yok sayma politikası

  • 09:08 27 Mayıs 2025
  • Kadının Kaleminden
 
“Türkiye’de ‘barış’ ile ‘itaat’, ‘toplumsal uzlaşı’ ile ‘bastırma’, ‘aile’ ile ‘kadının yokluğu’ arasındaki çizgiler bulanıklaşırken; kadınlar sistematik biçimde dışlanıyor.”
 
Beritan Elyakut 
 
2025 Türkiye’sinde, “barış” yeniden konuşuluyor. Yeni bir anayasa hazırlığı, demokratikleşme vaatleri ve toplumsal uzlaşı çağrıları kamuoyunda geniş yer buluyor. Ancak bu umut vadeden söylemlerin gölgesinde, başka bir gerçek sessizce büyüyor: Kadınlar, “barış” söylemlerinin uzağında bırakılıyor. Aynı yılın “Aile Yılı” ilan edilmesi ise bu dışlayıcı yaklaşımın simgesine dönüşüyor.
 
Devletin aile merkezli politikaları, kadınların birey olarak görünürlüğünü azaltırken; kadına yönelik şiddetle mücadelede geri adım atıldığı izlenimini pekiştiriyor. Türkiye'de her gün en az bir kadın, erkek şiddetiyle hayatını kaybediyor. 2024 yılında, yalnızca medyaya yansıyan verilere göre 389 kadın katledildi. Şiddetin sistematik hale gelmesinde sadece faillere değil, sessiz kalanlara da sorumluluk düşüyor.
 
2025 yılında “Aile Yılı” ilan edilmesiyle birlikte, devlet politikalarının merkezine yeniden “aile kurumu” yerleştirildi. Ancak bu politikaların kadınlar açısından ne anlama geldiği, ne yazık ki aynı şeffaflıkla tartışılmıyor. Barışın, toplumsal uzlaşının ve yeni bir anayasanın konuşulduğu bir dönemde; kadına yönelik şiddet ve baskı politikalarının yapısal biçimde derinleştiği bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
 
“Aile Yılı” söylemi, yüzeyde masum görünse de; içerdiği politikalarla kadını bir kez daha aile içinde tanımlayan, kamusal alandan iten ve esas rolünü “annelik” ile sınırlandıran bir ideolojiyi yansıtıyor. Bu söylemin uygulamadaki karşılığı; kadınların sosyal güvenceden yoksunlaştırılması, nafaka hakkının tartışmaya açılması, kadın sığınma evlerinin kapasitelerinin artırılması yerine kısıtlanması gibi pratiklerde somutlaşıyor. Kadın hareketlerinin yıllardır mücadeleyle kazandığı haklar, “aile bütünlüğü” kisvesi altında paramparça ediliyor.
 
Kadına yönelik şiddet ve cezasızlık politikası
 
Her geçen gün artan kadın katliamları, yalnızca münferit olaylar değil; sistematik bir cezasızlık politikasının sonucudur. Faillerin “iyi hâl” ve “haksız tahrik” gibi indirimlerle ödüllendirildiği bir yargı sistemi, kadın katillerini cesaretlendirmekte; şiddeti sıradanlaştırmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin ardından, devletin kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki iradesi ciddi biçimde sorgulanır hale geldi. Barış söyleminin yükseldiği bir dönemde, bu barışın kadınları kapsayıp kapsamadığı ciddi bir soru olarak önümüzde duruyor. Barış yalnızca silahların susması değil, toplumun tüm kesimlerinin haklarını ve yaşam güvenliğini güvence altına alan bir toplumsal mutabakat olmalıdır. Kadınların kamusal hayattan dışlandığı, ev içine hapsedildiği, şiddetin görünmez kılındığı bir düzende barış gerçek anlamıyla sağlanamaz. Kadınlar için barış, ancak hakların korunması, eşit temsiliyet ve yaşam güvencesiyle mümkündür.
 
‘Aile Yılı’ gerçekte ne anlatıyor?
 
Resmî söylem, “aile kurumunun güçlendirilmesi”ni amaçladığını ifade ediyor. Ancak bu güçlendirme, kadınları birey olarak değil; ailenin içinde tanımlayan bir anlayışla yürütülüyor. “Geleneksel aile değerleri”, kadınlara yeniden “eş”, “anne” ve “sadakat” rolleri biçiyor. Kadına yönelik şiddetin en tehlikeli boyutu, devlet mekanizmalarının pasifliğinde yatıyor. Kadın katilleri, çoğu zaman “iyi hâl indirimi”, “tahrik indirimi” gibi uygulamalarla ödüllendiriliyor. Bu da, şiddetin sistematik ve cezalandırılmayan bir norm haline gelmesine neden oluyor.
 
Barışın gerçek sahibi kadınlardır
 
Bugün geldiğimiz noktada, kadınlar için barış sadece bir söylem olarak kalıyor. Kadınların barış masasında yer almadığı, yaşam haklarının güvence altına alınmadığı bir süreç; eksik ve adaletsizdir. Türkiye’de “barış” ile “itaat”, “toplumsal uzlaşı” ile “bastırma”, “aile” ile “kadının yokluğu” arasındaki çizgiler giderek bulanıklaşıyor. Kadınların olmadığı bir barış masası, eksik kalmaya mahkûmdur. “Aile Yılı” politikalarının kadını yeniden eve hapseden bir araç haline gelmesine izin vermemek; sadece kadınların değil, gerçek bir demokrasiden yana olan herkesin görevidir.
 
“Aile Yılı” adı altında kadınları susturmaya, görünmez kılmaya ve haklarını tırpanlamaya yönelik politikaların terk edilmesi şarttır. Barışın gerçek sahibi kadınlardır ve kadınlar olmadan barış da, demokrasi de, adalet de eksik kalacaktır.