Sosyalist doğulmaz, olunur (4)
- 09:03 7 Kasım 2025
- Jineolojî
“Çin Komünist Partisi’nin kadın sorununu ele alışı, başından itibaren özgürlük perspektifinden ziyade kurtuluş eksenli olmuştur. Kadınların kurtuluşunun ise toplumsal bakımdan üretici emeğe katılmaları durumunda gerçekleşeceği bakış açısı, erkekle kaba eşitlikçi yaklaşımlara sürüklemiş, sorun bir boyutta çözümsüzlüğe itilmiştir.”
Fatma Koçak
20’nci yüzyılın ortalarında bir başka coğrafyada devrimci rüzgarlar esmeye başladı. Çin Devrimi, kendi başına özgünlükleri olsa da içinde ataerkil kodların en derin taşıyan bir sosyalist pratik olarak ele alınabilir. 1946-49 yılları arasında Çin’de devrimci karaktere sahip bir iç savaş gelişir. Kadınlar burada siyaset, yöneticilik vb. konularda bir gelişim seyri kazandı. 1950’li yıllarda kadınlar artık bakanlıklarda yer almaya başladı. Bu süreçte kadın federasyonu oluşturulmuş ve kadınların eğitimi için burslar açıldı. Feodal geleneğin derin bilincinin hâkim olduğu toplum gerçekliğinden dolayı özellikle sağlık noktasında eğitim ön plana çıkarıldı. Kürtaj, kadın hastalıkları vb. konulardaki çalışmalar, toplumda yer etmiş bütün katı ve tutucu geleneklere rağmen başarı sağlandı. Kadınların en güçlü temsil edildikleri alanlar eğitim, sağlık ve dağıtım işleri olmuştur.
Çin Devrimi’nin sosyalist önderi Mao Zedung döneminde, başta tarımsal üretimde yer alan kadınları toprak sahibi yapacak mülkiyet düzenlemeleri yapıldı. Ev içi işleri kolaylaştıracak kolektifler açıldı; ancak bunlar genelleşmedi ve işlevsel kılınamadı. Çin Kültür Devrimi’nde kadın özgürlüğü konusunda belli adımlar atmışsa da bu konuda köklü bir çözüme veya bakışa ulaşamadı. Fakat kadın sorununda yerleşik gelenekleri reddetmesi önemli bir gelişmeydi. Sheila Rowbotham, Kadınlar Direniş ve Devrim kitabında, “Kültür Devrimi’nin kolektivist yapısı, kadınların üzerindeki ev işi yükünü hafifletmiş ancak bu emeğin görünmezliği ve değersizliği sürmüştür. Mao’nun politikaları patriarkal zihniyeti tümüyle yıkamamış, sadece biçimsel dönüşümler gerçekleşmiştir” der. (Shelia Rowbotham, Kadınlar Direniş ve Devrim)
Erkek egemenliğinin derinden yaşandığı Çin’de, kadın hakları ve kadın direniş potansiyelini devrime yönlendirmede ustalıkla hareket eden Mao’nun “Kadınlar gökyüzünün yarısını taşır” söylemi, kadınların sosyalist devrimdeki motivasyonunu belirleyen önemli bir söz olarak tarihe geçmiştir. Mao, kadınların emperyalizm ve feodalizmle mücadelede vazgeçilmez olduğunu anlamış ve ‘Uzun Yürüyüş’ sürecinde kadınların hem askeri hem sosyal direnişte ön saflarda yer almasını teşvik etmiştir. Kadınların örgütlenmesi, Çin Komünist Partisi’nin stratejisinin temel taşlarından biri olmuştur. “Kültür Devrimi” dönemi ise sadece ideolojik bir temizlik değil, aynı zamanda kadınların kamusal alanda var olmasının ve ekonomik ve sosyal hayatın her alanında etkin rol oynamasının devlet politikası haline gelmesidir. Kadınlar, ‘demir kadınlar’ olarak anılmış; fabrikalarda, tarlalarda ve kışlalarda üretimin ve devrimci mücadelenin omurgası olarak kabul edilmiştir.
Ancak Mao’nun kadınlarla kurduğu ilişkileri tartışmaya oldukça açıktır. Mao’nun sınıfsal ve kültürel kodları, devrimsel nitelikte bir dönüşümden ziyade, köylü-feodal tarzı yedeğine alan bir tarzdadır. Devrimi gerçekleştirme sürecinde üç defa evlenen Mao’nun, kadınları çoğu zaman kendi siyasi konumunu güçlendirmek için araçsallaştırdığı ve özel yaşamında kadınları nesneleştirici tavırlar sergilediği yönünde belgelenmiş iddialar bulunmaktadır.(Burcu Özdemir, Sovyetler Birliği’nde Komünist Kadın Hareketi). Bu durum, Mao’nun kadın özgürleşmesine ilişkin pratik politikalarının samimiyeti konusunda eleştirel soruları gündeme getirmiştir. 1920’de Mao ile evlenen Yang Kaihui, Çin
Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “Demokratik Toplum Sosyalizmi” dosya konulu 35. sayısından kısaltılarak alınmıştır.
Komünist Partisi'ni aktif militanlarından biriydi. Üç çocukları oldu. Kuomintang güçleri tarafından 1930 yılında yakalanarak işkence ile idam edildi. Görgü tanıkları, muhafızların Mao’nun yerini söylemesi için yaptığı işkenceler karşısında sessizliğini son ana kadar koruduğunu aktarır. He Zizhen’de Mao ile evlendiğinde Çin Komünist Partisi’nin önde gelen kadın militanlarından biriydi. Uzun Yürüyüş sırasında He, 7 aylık hamileydi ve Mao’yla birlikte yola çıktı. Yürüyüşün sonuna kadar birlikte hareket ettiler. He’nin gördüğü ilginin Mao’nunkinden fazla olduğu anlatılır. Gerilla savaşında iyi bir sabotajcı olarak bilinen He, hastalandığında Sovyetler Birliğine gönderildi. Ve He’nin hastalığının tedavisi Sovyetlerde sürerken, Mao Jiang Qing ile evlendi. Mao’nun üçüncü eşi Jiang Qing, başlangıçta Mao’nun devrimci ideolojisine bağlı bir figür olarak görülse de sonrasında siyasi mücadelede daha bağımsız bir rol üstlenmiştir. Jiang Qing’in Mao ile olan evliliği, Mao’nun kadın hakları konusundaki görüşlerini pratiğe nasıl yansıttığı açısından ele alınan önemli bir örnektir. Mao’nun ona karşı zaman zaman geleneksel feodal erkek rolü benimsemesi, sorgulanması gereken konuların başında gelir. Jiang Qing, kültür devriminin radikal kararlarını uygulayan meşhur ‘Dörtlü Çete’den biri olarak yargılandı ve idama mahkûm edildi. (Mustafa Alper Cabbar, “Çin: Bürokrasi İçinde İktidar Mücadeleleri). 1991 yılında zindanda şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren Jiang, kızına yazdığı mektupta Mao’yu şöyle anlatıyordu:
“Baban beni yoldaşlarına karşı uyarmıştı. Ama beni korumak için hiçbir şey yapmadı. Zalimdi. Bu tahminde bulunurken yüzü nefretle parlamıştı. Benim hayatıma devam edecek olmamı kıskanıyordu. Tıpkı eski imparatorların cariyeleri gibi onunla birlikte gömülmemi isterdi. Kimse baban hakkında hayallere kapılmasın. O kurnaz tilkiyi anlamak tam otuz sekiz yılımı aldı. Dalavereden bir türlü uzak durmadı. Düzenbazlık yapmadığı bir gün yoktu; onun gözlerinde pençelerini uzatan hayaletler görüyordum. O yaşayan bir tanrıydı.” (Anchee Min, Madam Mao Olmak)
Günümüzde kapitalist sistemin temel yapılarından bir güç olarak kendini konumlandıran Çin’de, kadınların sorunlarının “kapitalist özenti” olarak nitelenmesi ve kadın özgürlük sorunu konusunda mücadele eden kadınların hapsedilmesinde, Mao’nun oluşturduğu erkek modelinin belirleyici olduğu gerçeğini tespit etmek gerekiyor. Kadının kurtarıcı olma rolüne bürünen feodal erkek gerçeği, kadının özgürlük söylemini aşırılık olarak görür; tanrı-erkeğin yanına gelmesini ve bir adım ileri gitmesini kabul etmez kuşkusuz. Çin Komünist Partisi’nin kadın sorununu ele alışı, başından itibaren özgürlük perspektifinden ziyade kurtuluş eksenli olmuştur. Kadınların kurtuluşunun ise toplumsal bakımdan üretici emeğe katılmaları durumunda gerçekleşeceği bakış açısı, erkekle kaba eşitlikçi yaklaşımlara sürüklemiş, sorun bir boyutta çözümsüzlüğe itilmiştir. Kapitalizmle en kolay uzlaşan devrim olarak Çin deneyimi, Mao sonrası revizyonist bir çizgiyle aile, evlilik vb. konular teşvik edilerek kadın tekrar dar, geri sınırlara çekilip, hapsedilmeye çalışılmıştır. Çin’de günümüzde örgütlü Kadın Federasyonu, egemen erkek zihniyetinin kız çocuklarını ana karnında öldürme, zorla kısırlaştırma uygulamalarına ses çıkaramaz durumdadır.
Abdullah Öcalan, 1997 yılında Şam’da bir grup gazeteciye verdiği röportajda bu konuda radikal ve sorgulatıcı tespitlerde bulunmuştur:
“Geçmiş sosyalist önderlerin kişiliklerini sorguluyorum. Büyük oranda kişiliklerini yönlendiren feodal-burjuva-kapitalist kültürdür. Belki de bir monark gibi… Lenin’de buna dahil. Stalin çok açık. Öyle bir sosyalist önder düşünün ki insanlar yanında tir tir titriyor, karısı intihar ediyor. Aslında bu onun ne olduğunu belli etmiyor mu? Bu lider kişilikler topluma model olamadıkları, kurulacak toplum modelini kendinde gerçekleştiremedikleri için partileri bu duruma düştü. Genel siyasal örgütlenme ile parti başarılamaz. Hatta çok tehlikeli olur. Büyük bir gücü merkezileştiriyorsun. Herhangi bir kişilik bu büyük gücü ki Rusya örneğinden çok çarpıdır. Bunu ya Stalin tarzına ya da Gorbaçov tarzına götürüyor. İkisi de çok sakıncalıdır.” (Abdullah Öcalan’ın 1997 yılında gazetecilerle yaptığı görüşme)
Not: Yazının beşinci bölümü haftaya yayınlanacaktır.







