Diyalektiğin yeniden yorumlanması
- 09:07 29 Aralık 2023
- Jıneolojî Tartışmaları
“Esas sorunun diyalektiğin nasıl tanımlanması gerektiğine ilişkin olduğunu belirten Öcalan ne diyalektiği zıtların yıkıcı birliği ne de değişimi anın zıtsız oluşçuluğu olarak yorumlamanın doğru olmadığını belirterek şöyle demektedir: ‘Birinci anlayış kutupları hep düşmanlaştıran en kaba bir eğilime götürür ki, evreni kuraldan yoksun ve hep kaos halinde görmekten öteye bir sonuca götürmez. İkincisi gerilimsiz, zıtlardan yoksun, kendi dinamiğine sahip olmayan, dış bir gücün gereğini hep arayan bir gelişme anlayışına götürür, ki bunun doğrulanması mümkün görünmemektedir. Metafiziğe de bu kapıdan varıldığı bilinmektedir. O halde diyalektiği bu iki aşırı yorumdan kurtarmak, arındırmak büyük önem taşımaktadır’.”
Nagihan Akarsel
Doğada yaşayan her canlının bir oluş diyalektiği olduğu gibi bir anlam evreni ya da bir toplumsal evreni vardır. İnsan bu anlam evreninin bir parçası olarak yaşadığı dünyayı anlamlandırabilmek ve onunla ilişkilenebilmek için türlü yöntemler geliştirmiştir. Geliştirilen bu yöntemlerin işlerliği yaşamı anlamaya katkı sunmasıyla ölçülmüştür. Yöntem parçalı oldukça doğadan uzaklaşmış, işlevselliğini yitirmiştir. Kullanılan yöntem ya da bakış açısının ufku ne kadar genişse, yaşamın renkliliğini kapsayıcılığı ne kadar yüksekse o kadar hizmet etmiştir yaşamın diyalektiğinin çözümlenmesine. Dolayısıyla yöntemin yaşamın bütünlüklü kavranmasına hizmet etmesi önemlidir. Çünkü yöntem, yaşamın anlamına hizmet etmekten öte özne nesne ayrımını keskinleştirerek anlamı parçaladığında yaşam anlamından uzaklaşmaktadır. Bilimsel yöntem Bacon ve Descartes ile beraber temel bir yöntem olarak değerlendirilmiş ve burada özne nesne ayrımı çok net bir şekilde dile gelmiştir. İnsanın öznel bir varlık olduğu ama dünyanın ya da doğanın nesnel olduğu iddiası ile insanın doğa üzerinde her tür tasarrufunu meşru görmektedir. Bu nedenle bu yaklaşımın yaşanan toplumsal sorunların esas kaynaklarından biri olduğunu belirtmek abartılı olmaz. Zira evrenin mekanik bir düzene sahip olduğu iddiası ve bu mekanik düzeni toplum üzerinde de uygulama çabası, bilimsel yöntemin en sorunlu tarafı olmuş, toplumsal doğanın yıkımında da belirleyici bir rol oynamıştır. Oysa sezgilerle keşfetmek kadar, olguyu olduğu gibi görme gücünü göstermek, duygusal zekâ ile analitik zekâ arasındaki bağı kurmak önemlidir. Bu nedenle özne ve nesne ya da ruh ve beden gibi ayrımlar yapmak yerine, doğanın ve toplumun bütünlüğünü ve birbirini tamamlamalarını esas alan bir yöntemle yaklaşmak önemlidir. Bu yönüyle evrenin oluş ilkelerinden biri olan diyalektiği ele almak konuyu daha anlaşılır kılacaktır.
Kuantum ve kozmos fiziğindeki gelişmeler
Karşıtlaştırılan ikilikleri aşmanın en anlamlı yöntemi diyalektik yöntem olarak belirmektedir. Yöntem olarak karşıt kavramların, zıtların birliği esasına dayanmaktadır. Bu zıtlar genel olarak büyük-küçük, kadın-erkek, aydınlık-karanlık vb. şeklinde ele alınmıştır. Doğada her şeyin bir zıddının olduğu gerçeği ekseninde diyalektik ile her şeyin açıklanabileceğine dayanmaktadır. Diyalektik yöntemin tez ve antitezin birbirini yok etmesi değil de birbirini tamamlaması şeklinde pozitif yorumuna ihtiyaç vardır. Yaşamdaki oluşlarda karşılıklı besleyici yön tüm bilimlerde göz önünde olduğu halde yok etme üzerine kurgulanması önemli bir yanlışlıktır. Hegel, varoluşa en çok kafa yoran filozoflardan biri olarak diyalektiği hareket ettiren ve herkeste olan çelişki ruhu olarak tanımlamaktadır. Ancak diyalektiği metafizik yorumlaması ve sonuçta her şeyin üstündeki tin yani tanrı-devlet anlayışına varması Hegel’in en temel hatalarından biri olmuştur. Newton fiziği yasalarına dayanarak düz ilerlemecilik ve belirlenimcilik ilkelerini topluma uyarlamaya çalışan yaklaşımla birlikte diyalektik yöntemin materyalist yorumunun da bilimsel sosyalizmde yol açtığı hasarlar bilinmektedir. Kuantum ve kozmos fiziğindeki gelişmeler ile birlikte düz ilerlemeci anlayış geçerliliğini yitirmiştir. Niteliksel gelişmeler kaos aralığında yaşanmaktadır. Kuantum fiziğiyle keşfedilen atom altı dünya evrim ve devrim olgularının daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.
Diyalektik nasıl tanımlanır?
Temel doğa yasasının karşılıklı bağımlılık şeklinde geliştiğini belirten Murray Bookchin Toplumsal Ekolojinin Felsefesi kitabında diyalektik doğalcılık olarak bunu ifade eder ve “Diyalektik doğalcılık sonluluk ve çelişmeyi herhangi bir idealistik ve doğaüstü anlamda eksik değil, şeyler ve görüngülerin gelişimleri açısından bitmemiş ve edimselleşmemiş oldukları anlamında doğal olarak düşünüyor. Diyalektik doğalcılık evrensel gelişim yolunun sonunda bir Hegelci mutlakta sona ermez. Onun yerine farklılaşma ve öznelliğe ait sürekli artan bir bütünlük ve tamlık ve zenginlik vizyonu geliştirir” diye açıklamaktadır. Aynı şekilde diyalektik doğalcılığın hem geçmiş hem de gelecekte şu anı da kapsayan birikimsel, mantıksal ve nesnel sürekliliğin parçaları olduğunu belirtir. Abdullah Öcalan da diyalektik yöntemin keşfinin muazzam bir kazanım olduğuna vurgu yaparak evrenin diyalektik karakter taşıdığına dair keşiflerin devam ettiğini vurgular. Esas sorunun diyalektiğin nasıl tanımlanması gerektiğine ilişkin olduğunu belirten Öcalan ne diyalektiği zıtların yıkıcı birliği ne de değişimi anın zıtsız oluşçuluğu olarak yorumlamanın doğru olmadığını belirterek şöyle demektedir: “Birinci anlayış kutupları hep düşmanlaştıran en kaba bir eğilime götürür ki, evreni kuraldan yoksun ve hep kaos halinde görmekten öteye bir sonuca götürmez. İkincisi gerilimsiz, zıtlardan yoksun, kendi dinamiğine sahip olmayan, dış bir gücün gereğini hep arayan bir gelişme anlayışına götürür, ki bunun doğrulanması mümkün görünmemektedir. Metafiziğe de bu kapıdan varıldığı bilinmektedir. O halde diyalektiği bu iki aşırı yorumdan kurtarmak, arındırmak büyük önem taşımaktadır.”
Evrimsel değişimin karakteri
Değişimin nasıl gerçekleştiği, canlıların nasıl oluştuğunu anlama arayışlarında bir çatışma alanı olagelen evrim teorisi tartışmaları da kuantumun açığa çıkarttıklarıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Gelişerek değişme anlamına gelen evrim konusu bilimin ulaştığı düzey, özelde ise biyolojide yaşanan gelişmeler ışığında halen de farklı açılardan yorumlanmaktadır. Tartışmaların özü ise evrimin olup olmadığından öte gerçekleşme biçimi, mantığı ve içeriğine ilişkindir. Evrimi düz bir çizgide ağır ve kesintisiz ilerleyen bir gelişme süreci olarak düşünme biçimi aşılmıştır. Şimdi, fizikte başta ışık olmak üzere varlığın gösterdiği dalga-parçacık özelliği, yine parçacıkların son derece diri, hızlı ve ani dönüşüm gösterme özelliği gibi günümüzde elde edilen bilimsel veriler, evrimin veya genel oluşumdaki değişimin, ağır, kesintisiz, düz ve bir süreklilik biçiminde değil, daha çok ani sıçramalar ve felâketlerle kesintiye uğrayan bir süreç olarak gerçekleştiği ortaya çıkmıştır. Yaşam dâhil doğadaki bütün değişimlerin söz konusu öğelerin ortaklığıyla kurulan organizasyon sonucu belirdiği, bilimsel bir durumdur.
Karşılıklı bağımlılık ve birbirini besleme
Darwin’in evrim anlayışında ise doğal gelişme “karşılıklı birbirini besleme” olarak değil de daha çok “birbirini yok etme” amacıyla birbirine karşı girişilmiş bir savaşım olarak öne sürülmektedir. Doğal seçilim (doğal seleksiyon), bu savaşımın yasası olarak ortaya konur. Doğal seçilim yasasının topluma uyarlanmasının sonuçları, felakete varan düzeyde tahribatlar yaratmıştır. Sosyal Darwinizm olarak kuramlaşan bu yaklaşım, doğada güçlünün hayatta kalması, zayıfın ölmesi tarzında bir kanunun var olduğundan yola çıkarak toplumsal sömürüye meşruluk sağlamıştır. Bu yaklaşım tam da kapitalist modernitenin doğa ve toplum anlayışını dile getirmektedir. Ve bu algılayış evrimin özüne aykırıdır. Evrimi, dolayısıyla doğal ilişkiyi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle türlerin birbirini yok etmesi üzerinde gelişen karşılıklı bir savaşım olarak değil, daha çok karşılıklı bağımlılık ve birbirini besleme olarak ele almak daha doğru bir yaklaşımdır.
*Yazının devamı “Ekoloji ve Ekolojinin Bilim Olarak Gelişimi” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin ‘Ekolojik Yaşam’ dosya konulu 19’uncu sayısından kısaltılarak alınmıştır.