
Nusaybin davasında 3’üncü gün: Anadilde savunma krizi
- 13:05 18 Nisan 2018
- Hukuk
MARDİN - Nusaybin Davası’nın üçüncü gününde Kürtçe savunma yapmak isteyen Dilber Tanrıkulu, yaşanan tercüman krizi nedeniyle savunmasını yapamadı. Türkçe savunmada ısrar eden mahkeme başkanı, Dilber'in bu şekilde susma hakkını kullanılmış sayacağını belirtti.
Mardin’in Nusaybin ilçesinde özyönetim ilanı sonrası yaşanan çatışmalar sırasında gözaltına alınıp tutuklanan 50 kişinin duruşması üçüncü gününde devam ediyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) Konferans Salonu’nda görülen duruşmaya alınan 10 kişilik ailelerden yaşlı bir kadın, GBT sorgusunun ardından hiç bir gerekçe gösterilmeden içeri alınmadı. İçeriye giren ve Kürtçe konuşan ailelere, "Türkçe konuşun" şeklinde söylemlerde bulunan polislere, Kürtçe olarak “Türkçe bilmiyoruz" şeklinde yanıt verildi. Salona girdikleri esnada zafer işareti yapan bir tutuklu yakını ise içerideki kolluk kuvvetleri tarafından ölümle tehdit edildi. Daha sonra savunmalara geçilen duruşmada ilk olarak savunma yapan Zehra Kaya, daha önceki dosyalarında ifade verdiğini belirterek, bu duruşmada ifade vermeyeceğini söyledi.
Tercüman krizi: Anadilde savunma yapılmadı
Daha sonra savunma yapan Dilber Tanrıkulu’nun, Kürtçe yaptığı savunmanın tercüman tarafından düzgün çevrilmediği uyarısı yapması üzerine, salonda bulunan tercüman "Ben senin çevirini yapmayacağım, biz anlaşamıyoruz" dedi. Bunun üzerine mahkeme başkanı, Dilber'e Türkçesi’nin iyi olduğunu ve Türkçe savunma yapması gerektiğini söyledi. Dilber'in Türkçe savunma yapmak istemediğini söylemesi üzerine ise mahkeme başkanı, Dilber'in bu şekilde susma hakkını kullanılmış sayacağını dile getirdi. "Ben Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Susma hakkımı da kullanmak istemiyorum" diyerek tepki gösteren Dilber, savunma yapamadı.
Yaşananlara itiraz eden avukatlara ise mahkeme başkanı, "Biz kimsenin savunma hakkını elinden almıyoruz" diyerek yanıt verdi.
'Özyönetim talebi ve direnen bir halk gerçekliği vardı’
Dilber’in ardından savunma yapan Ferhat Doğru, eline silah almadığı halde askerler tarafından sözlü ve fiziki işkenceye maruz kaldığını söyledi. Evinde olduğu süre içerisinde yaralandığını ve bu şekilde bir bodruma sığındığını dile getiren Ferhat, "Sokağa çıkma yasağından önce ailem Midyat'ta gitti. Ben de gidecektim ama yasak ilan edildiği için çıkamadım. Ben de içeri de kaldım. Hatta bir kere nerden geldiğini bilmediğim kurşunlarla yaralandım. Daha sonra evde kalamadığım için dışarı çıktığımda kendimi zar zor bir binaya attım. Üzerinde ifade verdiğim kimse yoktur ve kimseyi de tanımıyorum. Yapılan işkencelerden dolayı polislerin zoruyla verdiğim ifadeleri de kabul etmiyorum. Elime silah almadığım halde orada gördüğüm gerçeklikler vardı.
Orada halkın özyönetim talebi ve direnen bir halk gerçekliği vardı. Siz bunun için özyönetimi ya da halkı değil, o süreçte "Baş üstünde baş taş üstünde taş bırakmayız" diyen faşist zihniyeti ve AKP rejimini yargılamak zorundasınız. Yüzyıllar boyunca devam eden bu katliamlara Kürt halkı her zaman direnişiyle cevap verdi. Bugünde yaptığı budur. Hiç bir gücün bu direnişi tanımama hakkı yoktur" diye konuştu.
‘İşkencede kolum kırıldı’
Sonrasında Nurullah Akyüz, savunmasında şunları söyledi: "Benim üzerimde daha önce verilen ifadeler doğru değildir ve gerçeklik payı yoktur. Gözaltında sözlü ve fiziki hakaretlere maruz kaldım. Bu zamanda devlet tarafından faşizan davranışlara maruz kaldım. Yapılan işkencede kolum kırıldı. Ama bir sağlık raporu bile vermediler bana. Bunun için daha önce verilen ifadeler bana zorla imzalatıldı. Şimdi bu suçlamalar ve ifadelere karşı savunmamı yapacağım. Ben İdil’e bağlı bir köyde hayata geldim. Köyümüz de yakılıp yıkıldı. Bizde bu şekilde yabancı memleketlere göç ettik. Biz onların ne dillerini ne de kültürlerini bilmiyorduk. Ben daha onların dillerini bilmeden okula başladım. Asimilasyon politikaları ile yüz yüze kaldım.
‘Türkiye Kürtlerin Rojava kazanımlarına göz koydu'
Mücadeleye katıldıktan sonra devlet Kürt sorununu müzakere halletme yoluna gitti. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan, ateşkes ilan etmesi ile Türk halkı için büyük umut oldu. Halkların kardeşliğini istemeyenler ve devletin savaş isteyen güçleri 2013 yılında Paris'te 3 siyasetçi Kürt kadının öldürülmesi ile sürecin bitmesini istediler. Oyunlar ve farklı farklı planlar ile bu çaba uzun süre devam etti. Bu süreçte Sayın Abdullah Öcalan'ın yürüttüğü çözüm süreci ülkede barış içinde bir yaşamın olabileceğini gösterdi. Bu süreç her ne kadar bitmiş olsa da barışın ve halkların kardeşliğinin sembolü oldu. Bu süreçte Türkiye'nin yaklaşımı sonrasında yapılan karakollar ve silahların artması ülkenin iyi niyetli olmadı savaşın bir ön hazırlığı olduğunu gösteriyordu. Kürt halkının Rojava'da ki kazanımlarını kaldıramayan devlet buna razı olmadı.”
Duruşma, verilen aranın ardından öğleden sonra devam edecek.