
Cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamanın dört harfli cevabı: OHAL!
- 09:06 26 Şubat 2018
- Hukuk
Leyla Özkaynak-Evrim Kepenek
İSTANBUL - İnsan hakları savunucularından avukat Eren Keskin, cezaevlerinde had safhaya ulaşan hak ihlallerini anlatarak, "90'larda yaşadığımız bütün hak ihlallerini şu anda da yaşıyoruz ve cezaevi yönetimlerine bunun gerekçesini sorduğumuzda dört harfli bir cevapları var, OHAL. Yani hiçbir iç hukuk ve uluslararası hukuk düzenlemesi şu anda geçerli değil" dedi.
Hakkında 143 tane dava açılan, 30 yıldır insan hakları mücadelesinden yer alan avukat Eren Keskin OHAL sürecinde cezaevlerinde artan baskılara ve hak ihlallerine ilişkin değerlendirmede bulundu.
Cezaevlerindeki kadınların her an taciz altında hissettiklerini, bazı cezaevlerinde askeri düzene geçildiğini ifade eden Eren, "Sayım sırasında tutukluların ayağa kalkmaları isteniyor, askeri disiplin halinde durmaları isteniyor. Bunu kabul etmeyen tutuklulara aileyle görüşme yasağı getiriliyor. Yani biz 90'larda yaşadığımız bütün hak ihlallerini şu anda da yaşıyoruz ve cezaevi yönetimlerine bunun gerekçesini sorduğumuzda dört harfli bir cevapları var, OHAL. Yani hiçbir iç hukuk ve uluslararası hukuk düzenlemesi şu anda cezaevlerinde geçerli değil." şeklinde konuştu.
'En ufak hak talebinde aile yasağı getiriliyor'
Hasta tutsakların duruşmalara ve hastanelere gidiş gelişlerde askerlerin kötü davranışlarına maruz kaldıklarını bildiren Eren, konuya ilişkin şunları ifade etti: "En fazla başvuru hasta mahpuslardan geliyor, çok sayıda kadın mahpus da var. Özellikle duruşmalara ve hastanelere gidiş gelişlerde askerlerin kötü davranışları gibi gerekçelerle başvurular geliyor. Ameliyat olması gereken hastaneye gitmesi gereken tutsakların tedavisi engelleniyor ve buna gerekçe olarak yine OHAL öne sürülüyor. En ufak bir hak talebinde bulunan bir tutsağa hemen aileyle görüşme yasağı, hücreye konulma durumu gibi yasaklar getiriliyor."
'Tüm sözleşme ve hukuk kuralların aykırı'
"Tek tip kıyafet" işkencesine ilişkin de düşüncelerini açıklayan Eren, İnsan Hakları Derneği olarak da tek tipe karşı mücadele yürüttüklerini söyledi ve "Tek tip elbise hem militer hem de ayrımcı bir uygulamadır" dedi. Şu anda cezaevlerindeki uygulamaların hem iç hem uluslararası hukuka aykırı olduğunun altını çizen Eren "Bugün iktidarda olan yönetim bir dönem '12 Eylül'ü yargılıyoruz' diye dava açtırmıştı. Şimdi ise 12 Eylül koşullarını daha ağır biçimde uygulamaya soktular. Türkiye birçok uluslararası sözleşmeye imza atmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 14. maddesi açıkça ayrımcılığı yasaklar. Türkiye'nin bunun altında imzası var ve bunların hiçbirine uymuyor. Oysa ki anayasayla uluslararası hukuk iç hukukun üstünde kabul ediliyor. Siz hiçbir uluslararası hukuk kuralını yerine getirmezseniz, bütün altına imza attığınız sözleşmelere aykırı davranırsanız ortada büyük bir sorun var demektir" diye vurguladı.
Ayrıca davalarına girdikleri siyasi tutsakların tek tip elbiseyi kesinlikle giymeyeceklerini vurgulayan Eren, bu dayatmaya karşı avukatlar ve insan hakları savunucuları olarak çeşitli önlemler alacaklarını da ekledi.
'Cinsiyet kimliklerine saldırı var'
Cezaevlerinde tecrit altında tutulan ve pek çok hak ihlaline maruz kalan LBGTİ bireyler hakkında konuşan Eren, LGBTİ bireylerin sadece devlet tarafından değil toplumsal cinsiyet bakış açısıyla toplumun birçok kesimi tarafından da haksızlığa maruz kaldığını ifade etti. Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde Diren Coşkun ve Buse Aydın'ın sırf trans kadın oldukları için tecritte tutulduklarını hatırlatan Eren, Diren ve Buse'nin kendi cinsiyet kimliklerine uygun isimler kullandıklarını fakat cezaevlerinde onlara resmi kimliklerinde yazan isimle hitap edildiğini söyledi. Eren, "Sırf rencide etmek ve cinsiyet kimliklerine saldırmak amaçlı yapılıyor bunlar. Kimlikteki isimleriyle hitap ediliyorlar, 'beyefendi' deniliyor. Cezaevlerine makyaj malzemelerini istiyorlar, bunlar verilmeyebiliyor. Diren vegan ve vegan ürünlerini alamıyor. Yani diğer mahpuslardan artı hak ihlalleri de yaşıyorlar ama en büyük sorunun tecrit olduğunu düşünüyorum. Şu anda cezaevi yönetimiyle bazı anlaşmalar yapıldı ve Diren geçici olarak ölüm orucunu sonlandırdı fakat süreci takip etmeyi bırakmamak gerekiyor." dedi.
'Kararları mahkeme değil siyasetçiler veriyor'
"Şu an da cezaevlerinde sadece ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için binlerce insan var" diyen Eren konuya ilişkin şunları kaydetti: "Selahattin Demirtaş'ı ele alalım. Selahattin Demirtaş sadece söyledikleri ve düşünceleri iktidardakilerden farklı olduğu için şu anda cezaevinde. Öğreğin Mehmet Altan ve Ahmet Altan. Bu insanlar ömürlerinde ellerine silah almamışlar 'silahlı kalkışmadan' müebbet hapis cezası alıyorlar. Yani şu anda Türkiye'de hukuk diye bir şey yok açıkçası. Deniz Yücel'in olayına baktığımızda bu son derece net ortaya çıkıyor. Tutuklular hakkındaki kararları hakimler değil siyasi irade sözcüleri veriyor. Her şeyden önce yargının bir kendisine gelmesi gerekir."
'Hakim ve savcılar korkuyor'
Şu süreçte bütün hakimlerin ve savcıların korktuğunu ifade eden Eren, "Bu korkunun ecele faydası yok. Şu an da hiç kimse hukuka uygun kararlar vermiyor" diyerek her şeyden önce iç hukuka ve uluslararası imzalanan sözleşmelere uygun davranılması gerektiğini vurguladı.
'Devlet 'kandırıldık' dedi çıktı aradan, başka hiç kimsenin kandırılma hakkı yok'
FETÖ soruşturmalarından yargılanın birçok kişinin de hak ihlaline maruz bırakıldığını ifade eden Eren, şunları ekledi: "Tacizler, tecavüzler var ve çok korkuyorlar, hiçbir şekilde dile getirmiyorlar. Onların da İnsan Hakları Derneği'ne başvurması gerektiğini dile getirmek istiyorum. Devlet 'kandırıldık' dedi çıktı aradan, başka hiç kimsenin kandırılma hakkı yok. Bu kadar yıldır insan hakları hareketi içindeyim böyle bir şey görmedim."
"İnsan hakları savunucuları olarak cezaevlerinin olmadığı bir dünya düşlüyoruz" diyen Eren, nerede tutulursa tutulsun insan onuruna uygun davranılması gerektiğinin altın çizdi.