Neslihan Şedal: İradesi yok sayılan bir halkla barış yapılamaz

  • 09:05 3 Eylül 2025
  • Güncel
Neslihan Kardaş
 
WAN - “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da başlayan yeni sürece rağmen devam eden kayyım politikalarına dair konuşan Neslihan Şedal, “Halkların kendi kentlerini kendi iradesiyle yönetebilmesi sağlıklı bir barış sürecinin olmazsa olmazıdır. İradesi yok sayılan bir halkla barış yapılamaz” dedi.
 
Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da 52 yıldır süren çatışmalı sürecin son bulması ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta bir çağrı yaptı. “Asrın Çağrısı” olarak adlandırılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, böylelikle yeni bir kapı aralamış oldu. 27 Şubat’tan bu yana süreç devam ederken, Kürt Halk Önderi'nin yaptığı çağrılar ve yayınladığı mesajların ardından, PKK’de fesih kararı alarak silahlı mücadeleyi sonlandırdı. Fakat tüm bu gelişmeler yaşanırken, mecliste kurulan komisyon dışında devlet ve iktidardan yana bir adımın gelmemesi ise kafalarda soru işaretlerine neden oluyor. Bunların yanı sıra devam eden politikaları ise halkta güvensizlik yaratıyor.
 
Yerine kayyım atanan Wan Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Neslihan Şedal, sürece dair ve sürece rağmen devam eden kayyım politikalarına dair değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Kadınlar bu sürece öncülük edecek’
 
Neslihan Şedal, Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrıdan sonra Türkiye’de yürüyen siyasetin farklı bir boyuta evirildiğini vurguladı. Kutuplaştırıcı siyaset dilinin kısmen de olsa barışın konuşulabileceği ve barışın tesisinin konuşulabileceği bir dile evrildiğini ifade eden Neslihan Şedal, “Elbette bunun karşısında olan kimi kesimler olsa da toplumsallaşma yönünde olumlu bir yol izlendiğini düşünüyoruz. Özellikle kadınlar cephesinden bu sürecin sağlıklı yürüyebilmesi, barış sürecine evrilebilmesi ve halkların özlemini taşıdığı barış, adalet, demokrasi gibi değerlerin yeniden bu topraklarda yeşerebilme ihtimalinin büyük bir heyecanla karşılandığını görüyoruz. Kadınlar bu sürece dair büyük bir sahiplenme ortaya koydu. Aynı zamanda kadınların bu sürece öncülük edebileceğini de ifade edebilirim” dedi.
 
‘Ulus devlet aklı, ilk başta kadın hakikatini hedef alıyor’
 
Abdullah Öcalan’ın çağrısının aynı zamanda kadınlar için bir Rönesans’ı ifade ettiğini söyleyen Neslihan Şedal, “Abdullah Öcalan, kadın özgürlük sorunu çözülmeden hiçbir toplumsal sorunun çözülemeyeceğini, toplumun özgürleşmesinin kadının özgürleşmesiyle bağlantılı olduğunu da belirtmişti. Şimdi bu süreç bizim için neyi ifade ediyor, kadınlar için neyi ifade ediyor, halklar için neyi ifade ediyor, belki burada durmak gerekiyor. Kapitalist modernitenin kendini kurumlaştırdığı bir akıl var: ulus devlet aklı. Biz bunu hep ifade ediyoruz. Ulus devlet aklı, maalesef ilk başta kadın hakikatini hedef alarak kadın düşmanı politikalar üzerinden kendini inşa ediyor” diye konuştu.
 
‘Kürt halkı, bütün toplumsal değerleriyle büyük bir imha ve inkârla karşı karşıya kaldı’
 
Neslihan Şedal, kapitalist modernitenin özgürlük, adalet, eşitlik ve demokrasi isteyen halkların değerlerini gasp ederek kendini inşa etmek istediğini ve halklara yaşam alanı tanımadığını anlattı. Neslihan Şedal, kapitalist modernitenin bu tutumuna bağlı olarak, “Yaşadığımız ülke ulus devlet aklıyla inşa edildi ve kadınların, halkların, farklı kesimlerin, farklı inançların yaşayamayacağı bir ülke. Bu devlet aklı, halkların temel insani haklarıyla, özgürlükleriyle, toplumsal değerleriyle var olamayacağı bir alan yarattı. Yüz yıldır halkların dili, inancı, kimliği, toplumsal değerleri, kültürü yok sayılıyor. Bu coğrafyada yaşayan kadim bir kültüre, tarihe ve toplumsal değerlere sahip Kürt halkı var. Mücadeleci, direnişçi olan Kürt halkı var. Bu coğrafyanın kaderini birlikte belirleyen halkların demokratik bir şekilde yönetilebilmesi, öz savunmasının geliştirilebilmesi, ekonomi politiğinin gelişebilmesi bin yıllık ittifak politikalarıyla mümkün olabilirdi. Ancak yüz yıldır, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana, Kürt halkı hem ana diliyle hem iradesiyle hem kültürüyle hem de bütün toplumsal değerleriyle büyük bir imha ve inkârla karşı karşıya kaldı” sözlerine yer verdi.
 
‘Kürt sorununun nedeni demokratik siyaset alanının tıkanması’
 
Kürt halkının yüz yıldır imha, inkâr ve asimilasyon politikalarına karşı kendi varlığını koruma mücadelesi yürüttüğünü hatırlatan Neslihan Şedal, “52 yıllık bir mücadele sonucu gelinen aşamada, Öcalan verilen 52 yıllık mücadelenin farklı bir boyuta evrilmesi gerektiğini bu çağrısında ifade etti. Artık sürecin yeni programının demokratik toplum programı, stratejisinin demokratik siyaset, taktiğinin de anayasal düzenlemelerle gelişebileceğini belirtti. Abdullah Öcalan, Kürt özgürlük sorununun ortaya çıkmasının en temel sebebinin anayasasızlık ve demokratik siyaset alanının tıkanmış olması olduğunu vurguladı” ifadelerini kullandı.
 
‘27 Şubat’ta yapılan çağrı, özgür yaşayabilmesi imkanı sunuyor’
 
Neslihan Şedal, ulus- devlet aklıyla yönetilmek istenen ülkelerde, savaşın, ölümlerin ve büyük bir kadın kırım politikasının gelişmesi ve göç dalgasının ortaya çıkmasının da kendini çok net gösterdiğini ifade etti. Neslihan Şedal, “Ortadoğu’da dengelerin bozulmasının ve ülkelerin geleceğini savaş ve kırım politikalarıyla tayin edemeyeceğinin ortaya çıkması, sürecin barışla sonuçlanmasını zorunlu kılmıştır. Abdullah Öcalan, halklar önderi olarak, on yıllardır hem Kürt halkı hem de bölge ve dünya halkları için muazzam bir paradigma önermektedir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma. Demokratik konfederalizm modeli, herkesin kendi inancı, kimliği, fikri ve toplumsal değerleriyle bulunduğu yerde irade olabilmesi; özgür, eşit ve adaletli bir yaşamı birlikte yaşayabilmesi imkanını sunuyor. 27 Şubat’ta yapılan çağrı da bunun ilanı oldu. Halkların kendi öz iradesiyle kendi topraklarında söz kurabileceği, kendi değerleriyle yaşayabileceği bir önerme ortaya konuldu” şeklinde konuştu.
 
‘Kapitalist modernite, dünyayı bir katliam ve kriz alanına dönüştürür’
 
27 Şubat’tan bugüne adalet, eşitlik, demokrasi isteyen halkların, özellikle kadınlar ve gençlerin yapılan çağrıyı sahiplendiğini işaret eden Neslihan Şedal, “Öcalan’ın gençlere gönderdiği mektupta ‘örgütlenin’ demesi, kadınları ve farklı kesimleri özel olarak selamlaması da bu sürecin önemini gösteriyor. Çünkü örgütlülük, varoluşsal bir meseledir. Bir halk örgütlü değilse orada varoluşsal bir tehlike vardır. Kapitalist modernite örgütlenmenin olmadığı yerlerde kendini var eder ve bu da dünyayı bir katliam, kriz ve kaos alanına dönüştürür. Dolayısıyla bu süreç bizler için varoluşsal bir meseleyi ifade ediyor. Kadınlar açısından 27 Şubat çağrısı, barış ve demokratik toplum çağrısını sahiplenme ve güçlü bir örgütlenme hattını örme sorumluluğunu yüklüyor” sözlerini kaydetti.
 
‘Kürt halkı kendi toplumsal değerleriyle ve iradesiyle yaşamak istedi’
 
Neslihan Şedal Abdullah Öcalan’ın “Kadınlar özgürleşmeden toplum özgürleşemez” sözlerini hatırlatarak, “Bugün neredeyse her gün onlarca kadının katledildiği, orman yangınlarının çıktığı, tarım alanlarının yok edildiği ve büyük bir eko kırım politikasının yürütüldüğü bir tabloyla karşı karşıyayız. Yüzlerce genç yoksulluk nedeniyle topraklarını terk edip göç etmek zorunda kalıyor. Toplumsal sorunlar giderek derinleşiyor. Dolayısıyla çözüm, ancak eşit, adil ve demokratik bir yaşamın inşasıyla mümkün. Özgür ve eşit yaşayabilmek için bu çağrıya sahip çıkmamız gerekiyor. Süreci barış sürecine evrilme meselesi aslında bizi yüz yıllık politikalara götürüyor. Yüz yıldır bu halkın iradesi yok sayılıyor, dili inkâr ediliyor, kültürel değerleri asimile edilmeye çalışılıyor. Köyleri yakıldı, üretim imkânları elinden alındı, zorla göç ettirildi. Halkın evlatları zindanlarda ömür tüketti, özgürlük ve eşitlik diyenler idam sehpalarına götürüldü. Bu coğrafya büyük acıların yaşandığı bir yer haline getirildi. Mücadele ise bunun karşısında başladı. Kürt halkı kendi dili, inancı, kültürel ve toplumsal değerleriyle kendi iradesiyle yaşamak istedi” ifadelerine yer verdi.
 
‘İradesi yok sayılan bir halkla barış yapılamaz’
 
Bu sürecin en temel koşullarından birinin de halkın iradesine saygı duyulması olduğuna dikkat çeken Neslihan Şedal, “Bununla birlikte uzun yıllardır cezaevlerinde olan siyasetçilerin ve özellikle hasta tutsakların serbest bırakılması, tecridin kaldırılması ve kesintisiz bir diyalog yolunun açılması zorunludur. Komisyonun İmralı’ya gidip görüşmeler yapabilmesi, Kürtçenin statü kazanması, her halkın kendi anadilinde eğitim hakkına kavuşabilmesi bu sürecin temel koşullarındandır. Halkların kendi kentlerini kendi iradesiyle yönetebilmesi sağlıklı bir barış sürecinin olmazsa olmazıdır. İradesi yok sayılan bir halkla barış yapılamaz” dedi.
 
‘Biz inanıyoruz ki başlayan süreç demokratik müzakere sürecine evrilecek’
 
Sadece son üç dönemde değil, daha önceki dönemlerde de Kürt halkının iradesinin gasp edildiğini dile getiren Neslihan Şedal, “Tarihe baktığımızda Kürt halkının seçilmişleri görevlerinden alınmış, cezaevlerine gönderilmiş, faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir. Yüz yıllık bir programın sonucu olarak Kürt halkı büyük bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalmıştır. Biz inanıyoruz ki başlayan süreç demokratik müzakere sürecine evrilecek. Bunun için mücadele edeceğiz. Halkın da en temel beklentisi bu yönde. Yaptığımız halk ve mahalle toplantılarında gördük ki, halk kendi iradesine saygı duyulmasını, kurumlarının yeniden halka teslim edilmesini istiyor. Çünkü bir kentte kayyımla irade gaspı yapıldığında, orada yaşayan herkesin iradesi gasp edilmiş oluyor. Çocukların, gençlerin, kadınların, farklı inançlardan kesimlerin iradesi gasp edilmiş oluyor. Bu durum büyük bir hukuksuzluk yaratıyor” ifadelerini kullandı.
 
‘Kayyımların uyguladığı politikalar kadınların yaşamını daha da zorlaştırıyor’
 
İrade gaspının beraberinde birçok toplumsal sorunu da getirdiğinin altını çizen Neslihan Şedal, “Üç dönemdir süren uygulamalarında gördük ki yoksulluk giderek derinleşiyor. Kadın politikaları tasfiye ediliyor. İnsanlar topraklarını terk etmek zorunda kalıyor. Kentin planlanması konusunda büyük sorunlar yaşanıyor. Önceki dönemlerinde en çok kadın kurumları hedef alındı. Kadın yaşam merkezlerinden kooperatiflere, şiddet hattından kültür evlerine kadar kadınların şiddetten korunabilmesi, ekonomik bağımsızlık geliştirebilmesi ve özgür bilinç dünyasına kavuşabilmesi için oluşturulan mekanizmaların hepsi kapatıldı. Dokuz yıl içerisinde gördük ki kadınların başvurabileceği kurumlar ortadan kaldırıldığında kadın kırım politikası derinleşiyor. Neredeyse her gün bir kadın katlediliyor, onlarca kadın şiddete maruz kalıyor. Kayyımların uyguladığı bu politikalar kadınların yaşamını daha da zorlaştırdı. Belediyelerde eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet gibi kazanımlar da ortadan kaldırıldı. Kadın emekçiler cinsiyetçi kodlarla temizlik ve mutfak işleri gibi alanlara sürüldü, ciddi mobbinglere maruz kaldı” diye kaydetti.
 
‘Bizler kendi üzerimize düşeni yapacağız’
 
Yoksulluğun derinleştiği bir dönemde, kayyımların halkın emeğine de göz diktiğini vurgulayan Neslihan Şedal, “En son atanan kayyım, 223 işçinin işine son verdi. Bunun içinde kadınlar ve yedi engelli çalışan da vardı. Zaten uzun süredir emekçiler üzerinde baskı vardı. Arkadaşlarımız haksız yere işten çıkarıldı ve hakları ellerinden alındı. Bu tablo aslında yıllardır sürdürülen politikaların devamıdır. 2016’da atanan kayyım da binlerce emekçiyi işten atmıştı. Bugün de aynı zihniyet devam ediyor. Barış ihtimalinin bu kadar yüksek olduğu bir süreçte bu politikaların sürdürülmesi büyük bir çelişkidir. Bizler kendi üzerimize düşeni yapacağız. Şu ana kadar hangi değerler için mücadele ettiysek, dilimiz, kültürümüz, toprağımız ve varlığımız için verdiğimiz mücadelede büyük başarılar kazandık. Ama hâlâ mücadele etmemiz gerekiyor. Bu sürece daha güçlü sahip çıkmalıyız. Kadınlar olarak daha güçlü bir ses çıkarmalı, her sokakta, her mahallede, her köyde örgütlenmeliyiz” dedi.
 
‘Çağrıya sahip çıkmak kadınların en büyük görevidir’
 
Neslihan Şedal son olarak da şunları söyledi: “Kadın mücadelesini güçlendirdiğimizde barış da mümkün olacak, toplum da demokratikleşecek. Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrıya sahip çıkmak kadınların en büyük görevidir. Eğer bu süreci güçlü örersek, zindanlardaki yoldaşlarımız özgürlüğüne kavuşacak, anadilimiz statü kazanacak, halklar kendi iradesiyle kendini yönetebilecek ve kentlerimizde yaşanan toplumsal sorunlara daha güçlü çözümler üreteceğiz.”