Gelinen süreçte ‘Demokratik Cumhuriyet’in önemi

  • 09:01 19 Haziran 2025
  • Güncel
Derya Ren
 
RIHA - Barış süreci ve Demokratik Cumhuriyet tartışmalarının yeniden gündemde olduğu bu dönemde, Barış Grubu üyesi Yüksel Genç, 1999 ve 2025 süreçlerini karşılaştırarak Orta Doğu'da demokratik bir modelin inşası için Demokratik Cumhuriyet formunun taşıdığı öneme dikkat çekti.
 
Ekim ayından bu yana süren süreç, 27 Şubat’ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla yeni bir aşamaya taşındı. Bu çağrının ardından, PKK 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği 12. kongrede fesih kararı aldı. Alınan bu karar, uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırırken, aynı zamanda Kürt özgürlük mücadelesinin meşruiyetine dair vurguyu yeniden gündeme taşıdı.
 
Süreç kapsamında devlet tarafından somut bir adım atılmazken, Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye arasında 1993’ten bu yana çeşitli dönemlerde başlayan barış girişimlerinin önemi bir kez daha ortaya çıktı. 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye gelen Barış Grubu, Cumhuriyetin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun diyalog yoluyla çözülmesini esas alarak devlet yetkilileriyle görüşmeyi hedefledi. Ancak o dönemde hükümet, bu süreci diyalogla yürütmek yerine, çatışmaları derinleştiren bir yol izlemeyi tercih etti.
 
1999 yılında Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla gelen Barış Grubu üyesi ve Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi (SAMER) Koordinatörü Yüksel Genç, 1999 yılında başlatılan süreç ile geçtiğimiz Ekim ayından bu yana devam eden sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
99 süreci
 
Ekim ayında başlayan sürecin, 99 sürecinin güncel bir hali gibi görünmesine rağmen arada farklar olduğunu belirten Yüksel Genç, bu farkları hem örgüt, hem devlet hem de bölge açısından yeniden ele almakta fayda olduğunu söyledi. Yüksel Genç, “1999 yılında Sayın Öcalan, örgütün silah bırakması, silahsız mücadele sürecinin başlaması, Kürt mücadelesinin siyasal mücadele ve demokratik araçlarla çözülebileceğini; PKK’nin kendisini feshetmesi gerektiğini söylemişti. O yıllarda Sayın Öcalan Türkiye’ye getirilmişti, esirdi. Lideri esir olan bir örgütün dağılma, parçalanma olasılığına devlet yatırım yapmak istiyordu. Yine o sürecin koşullarına bakıldığında, devleti oluşturan güçler PKK liderinin kendilerine verilmiş olmasını ve örgütün buna bağlı olarak dağılacağına yatırım yapmayı tercih ediyorlardı. Lideri esir düşmüş bir örgüt olarak PKK de nasıl yol alabileceğini, Sayın Öcalan’dan gelen paradigmayı ifade eden söylemlere nasıl karşılık vereceğini başlarda tam olarak kestirememişti, anlayamamıştı”  dedi.
 
‘Kıymeti bilinemedi’
 
O süreçte Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısının nasıl ele alındığını hatırlatan Yüksel Genç, “Sayın Öcalan’ın çağrısını stratejik olarak değil de taktik, dönemsel, esir bir liderin zaman kazanma, süreci oyalama yaklaşımı gibi algılamışlardı. İktidar ve devlet kanadı bu sürecin içerdiği kıymeti gerçek anlamda fark edemediyse; örgüt kanadı da olaya yabancı olmanın getirdiği ve çok kırılgan bir zeminde yol almanın etkisiyle yeterince kıymetini bilemedi”  diye belirtti.
 
‘99’da bölge gerçekliği bugünkü gibi değildi’
 
O dönem Türkiye devlet yapısını oluşturan güçlerin karakterinin askeri vesayet üzerinden şekillendiğini kaydeden Yüksel Genç şunları söyledi: “Askeri vesayete uygun devlet algısına göre şekillenmiş, daha Kemalist siyasal argümanları öne sürebilen bir siyasal hegemonya mevcuttu. Kürt inkârı üzerine kurulu olan bu mantalite, ortaya çıkan sonucu kendi başarısıymış gibi okumayı tercih etti. O süreçte bölge gerçekliği bugünkü gibi değildi. Orta Doğu’daki devletler, özellikle de dört parça Kürdistan’da egemen olan devletler için ulus devlet modeli geçerliydi. Henüz bu devletlerde bir kırılma gerçekleşmiş değildi. Irak Kürdistanı’nı saymazsak; Suriye ve İran Kürdistanı’nda ciddi sayılabilecek hareketler bulunmuyordu. Orta Doğu, hâlâ ulus devlet formunun ortaya çıkardığı sonuçları yaşıyordu. Orta Doğu’nun düzlemi de aslında yeniden kurulma olgunluğuna henüz erişmemişti.
 
Şimdi ise esir bir liderden bahsetmiyoruz. 26 yıldır cezaevinde olmasına rağmen hâlâ örgütüne otoritesini gösterebilen, en radikal ve cesur kararları örgütüne aldırabilen, silahsız mücadele ve fesih tartışmalarını bir yenilgi olarak değil; bir çözümün, dönüşümün teklifi olarak görebilen ve bu teklifle, dönüşüm için çaba harcayan bir yerde duruyor. Bölgesel ve uluslararası alanda dikkate alınan, önemsenen, ortaya çıkardığı güç ile Orta Doğu’da meydana gelen değişkenler üzerinden hesaplanması gereken bir aktör olarak ortaya çıkmış örgütsel bir büyümeden bahsediyoruz.”
 
‘Ciddi bir dönüşüm yaşadı’
 
Şu an var olan ve devleti oluşturan mekanizmaların baskın unsurunun Kemalist, askeri vesayet odaklı bir yönetim biçimi olmadığını vurgulayan Yüksel Genç, “O dönemi değerlendiremeyen devlet mantalitesi, siyasi İslam’ın iktidara gelmesiyle beraber ciddi bir dönüşüm yaşadı. Kürt meselesini o dönem çözmeyen sistemin egemenleri, 2003’ten itibaren Türkiye sistemini demokrasiye ve siyasal İslam’a dönüştürmek için alan açmak zorunda kaldı. Bugün iktidar ve devlet arasındaki ilişkide klasik devlet gücünü oluşturan milliyetçi argümanlar ve var olan güç odakları bulunsa da, devlet içinde siyasal İslam da güçlü bir odak. 99 dönemine göre otoriter yönelim belli açılardan yükselmiş, kurumsallaşmış durumda” ifadelerini kullandı.
 
Kürt meselesinin çözülmesine olanak sunuyor 
 
“Şimdiki Orta Doğu 99’un Orta Doğusu değil” diyen Yüksel Genç, 9 Ekim 1998 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkışını anımsattı. Yüksel Genç, “Sayın Öcalan o süreçte ‘3’üncü Dünya Savaşı’nı önlemek istiyoruz’ diyerek, Suriye’den çıkış gerekçesini söylemişti. Orta Doğu, 20’nci yüzyılda kendisini ayakta tutan Sykes-Picot Antlaşması’yla biraz tariflenen 20’nci yüzyıl paradigmasını yıkmış görünüyor. Fakat yerine yenisini getirmiş değil. Orta Doğu, 100 yıl sonra yeniden inşa edilme olanağı ve zorunluluğuyla karşı karşıya gelmiş durumda. 20’nci yüzyılda kurulan devletlerin ya sistemsel ya da iç dönüşüm ve kırılma yaşadığı bir durumda, Kürtler bir jeopolitik değer olarak açığa çıkmış görünüyor. Özellikle İsrail odaklı Orta Doğu’nun yeniden gruplanması meselesinde Kürtler hem önemsenen bir aktör hem de önemli bir denge unsuru olarak, bölgesel ve küresel egemenler tarafından dikkate alınan bir aktör. Dolayısıyla tüm bu değişkenler, Kürt meselesinin çözülebilmesine çok daha güçlü olanak sunuyor. Hem de tarafları buna mecbur kılan bir koşul içerisinde” diye konuştu.
 
Demokratik Cumhuriyet
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 99 sürecinde Türkiye’ye sunduğu “Demokratik Cumhuriyet” teklifine değinen Yüksel Genç, son olarak şunları söyledi: “O gün için Demokratik Cumhuriyet teklifini 2’nci Cumhuriyetçilerin algısıyla karıştıran, devlette küçük reformlarla izah eden bir algı da vardı. Oysa Demokratik Cumhuriyet talebi hem çok gerçekçi hem çok zorunlu hem de Türkiye’nin kuruluşundan bu yana inkâr edilmiş, görmezden gelinmiş ya da önemsenmemiş tüm kimlik yapılarını, düşünce gruplarını, hepsinin ortak katılabileceği çoğulcu bir Türkiye formu olarak güncelleniyor. Kürt-Türk ittifakı adı altında şekillenen bu yeni sürecin işaret ettiği Demokratik Cumhuriyet formu başarılabilinirse, bunun Suriye, Irak, İran başta olmak üzere Orta Doğu’da bir türlü sistemini kuramamış, gerilimlerini ve çatışmalarını durduramamış devletler nezdinde örnek model olacaktır.
 
Türkiye’de Demokratik Cumhuriyet formu oluşturulabilinirse, farklı kimliklerin siyaseten irade olduğu, kendini yönetebildiği, dahil olabildiği ve ortak bir toplumsallık-vatan duygusunun yeniden geliştiği bir süreci kurabilirse; bu hem tarihsel kırılmalar içerisindeki Kürdistan meselesini ulusal bağlamına yanıt oluşturabilecek gibi görünüyor, hem de Orta Doğu’nun ve dünyanın benzer problemlerinin çözümüne örneklik teşkil edecek gibi görünüyor.”