
Dilan Kunt Ayan süreci ve 10'uncu Yargı Paketi'ni değerlendirdi
- 09:01 2 Mayıs 2025
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - DEM Parti Riha Milletvekili Dilan Kunt Ayan, 27 Şubat çağrısıyla başlayan sürece denk düşecek yasal düzenlemeler üzerinde çalıştıklarını söyleyerek, Meclis’e sunulması beklenen yeni yargı paketine ilişkin, “Önceki taslak antidemokratikti; yapılan görüşmeler sonrası, değişikliğe uğrayarak geleceğini öngörüyoruz” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yürütülen bir dizi görüşme trafiğinin ardından gelen 27 Şubat çağrısı, hem siyaset sahnesinde hem de toplumsal kesimlerde etkisini sürdürmeye devam ediyor. Çağrının üzerinden geçen süreye rağmen, iktidar cephesinden henüz somut bir adım atılmamış olması, özellikle çözüm ve demokratikleşme talebinde bulunan kesimler açısından ciddi eleştiri ve endişe konusu haline geldi. Bu süreçte, Adalet Bakanlığı ile yapılan görüşme, kritik bir eşik olarak kayda geçti. Ancak sürecin hala “görüşmeler” düzeyinde kalması ve somut adımlara dönüşmemesi, endişe ve güvensizlikleri derinleştiriyor. Özellikle Adalet Bakanlığı’nın kamuoyuna duyurduğu 10’uncu Yargı Paketi, "infaz reformu" başlığıyla sunulmasına rağmen, hem içerik olarak hem de siyasi tutsaklara yönelik tavrıyla ciddi tartışmalara yol açtı. Bugün gelinen noktada, görüşme süreçlerinin kurumsal ve hukuki bir zemine oturtulması, tecrit uygulamalarının kaldırılması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının eksiksiz biçimde uygulanması, barış ve demokratik toplumun inşasına güç katacak temel adımlar olarak öne çıkıyor. Ancak bu talepler, hala iktidar tarafından somut biçimde karşılık bulmuş değil. Bu durum, çözüm süreci konusunda samimiyet ve siyasi irade eksikliği yönünde kamuoyunda sorgulamaları derinleştiriyor.
Tüm bu gelişmeleri ve Adalet Bakanlığı görüşmesini DEM Parti Riha Milletvekili Dilan Kunt Ayan değerlendirdi.
“Barış ve demokratik toplum çağrısına denk düşen adımların atılabilmesi için Sayın Öcalan’ın özgür, eşit ve adil koşullarda bu sürece katılımının sağlanması bir ön koşuldur. Bu, tartışmasız ve nettir.”
* Öncelikle şunu sormak istiyorum, asrın çağrısının üzerinden aylar geçti. Fakat devlet tecridi kaldırmış ve çalışma koşullarını oluşturmuş değil. Bu konuda ne söylersiniz?
Oraya gelmeden önce şunu net biçimde ifade etmek gerekir: 27 Şubat’ta yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın hemen ardından artık konuşulması gereken somut ve net adım, umut hakkının derhal uygulanmasıdır. Buradan neyi kast ediyoruz? Birazdan ele alacağımız 10. Yargı Paketi'nde, toplumun demokratikleşmesi adına neler olması gerektiğini tartışabilmek, hak ve özgürlükler bağlamında Kürt halkının, sosyalistlerin ve diğer halkların taleplerinin gündeme gelebilmesi ve bu yönde yasal düzenlemeler yapılabilmesi için, sürecin baş aktörü ve baş müzakerecisi olan Sayın Öcalan’ın tecrit koşullarının derhal kaldırılması gerekmektedir. Barış ve demokratik toplum çağrısına denk düşen adımların atılabilmesi için Sayın Öcalan’ın özgür, eşit ve adil koşullarda bu sürece katılımının sağlanması bir ön koşuldur. Bu, tartışmasız ve nettir. Eğer "Sayın Öcalan bu sürecin baş müzakerecisidir" diyorsak ve devlet de bunu kabul ediyorsa, o zaman bu sürecin ilerleyebilmesi için Sayın Öcalan’ın süreci yönetmesine olanak tanıyacak koşulların oluşturulması gerekmektedir. Bu süreç yalnızca DEM Parti üzerinden ilerleyebilecek bir süreç değildir. Barışın toplumsallaşması için her kesimin bu sürece dahil olması şarttır. Çünkü kalıcı bir barış, kapalı kapılar ardında yapılan gizli anlaşmalarla sağlanamaz. Bu tür çözümler geçici ve yüzeysel kalır. Oysa biz yüz yıllık bir sorundan söz ediyoruz. Bu sorun iki kanun maddesinin değiştirilmesiyle çözülemez; yalnızca "Kürt kardeşlerimiz de var" denilerek aşılamaz. Yine, Cizre’de, Şırnak’ta bir polisin Kürt çocuğuna pamuk şeker vermesiyle de bu mesele çözülmez.
Evet, bu tür gelişmeleri önemsiz görmüyoruz; elbette ki anlamlıdır. Ancak eğer biz kalıcı ve köklü bir çözüm istiyorsak, o zaman asli muhatapla ilgili somut adımların atılması şarttır. DEM Parti heyetleri İmralı’ya gidiyor, aile görüşmeleri gerçekleşiyor. Fakat bu tek başına yeterli değildir. Eğer PKK'nin silah bırakması gibi temel bir dönüşümden bahsediliyorsa, bu süreçte PKK'nin lideri olarak Sayın Öcalan'ın rol alması gerekmektedir. Bu nedenle, adanın koşullarının iyileştirilmesi, oraya gidecek heyetlerin artırılması; bu heyetlerin yalnızca DEM Parti, aile ya da avukatla sınırlı kalmayıp, sivil toplum örgütlerinden, diğer siyasi partilerden, geçmişte bu uğurda mücadele etmiş, bedel ödemiş kişilerden oluşacak şekilde genişletilmesi önemlidir. Türkiye’de sürece denk düşecek nitelikte demokratik adımların atılabilmesi için, öncelikle bu hususun ivedilikle ve beklemeksizin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Ağır, aksak ve gecikmeli ilerlememesi; samimi ve çözüm odaklı bir irade gösterilebilmesi için, bu adımın bir an önce atılması elzemdir. Devletten bu konuda somut adımlar atmasına dair ciddi beklentilerimiz bulunmaktadır.
“Eğer bugün gerçek anlamda bir çözüm sürecinden bahsedeceksek, o halde bu kişilerin, özellikle hasta tutsakların, derhal serbest bırakılması bir zorunluluktur.”
*Yine gündemde olan ve gelecek günlerde karşımıza gelecek olan 10’uncu Yargı Paketi çalışmalarına ilişkin neler biliniyor?
Şimdi, elbette ki bu koşullar sağlandıktan sonra sorulması gereken temel soru şudur: Bu sürecin yeri neresidir? Yanıt nettir: Türkiye Büyük Millet Meclisi. Çünkü yasaların yapılacağı yer, yasama organı olan Meclis’tir. Yürütme organının bu yöndeki hazırlıklarına ilişkin çeşitli bilgiler kamuoyuna yansımaktadır. Nitekim Sayın Adalet Bakanı da geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, 40 maddelik bir yargı paketi hazırlığı içinde olduklarını ifade etti. Bu sürece ilişkin bizim de yoğun bir mesaimiz ve çalışmalarımız var. Hem DEM Parti Hukuk Komisyonu olarak, hem de Adalet Komisyonu üyesi sıfatıyla bu çalışmalara aktif biçimde katılıyoruz. Hafızamız oldukça diri; süreci çok boyutlu değerlendiriyoruz. Peki, ne üzerinde çalışıyoruz? Öncelikle, Sayın Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrı metninin hemen ardından, Sayın Önder’in kamuoyuna aktardığı bir not vardı. Bu notta şu ifade yer alıyordu: “Şüphesiz ki silahların bırakılması, devletin atacağı hukuki adımlarla mümkün hale gelecektir.” Bu söz, hem bir tespit hem de bir yön gösterme niteliği taşır. Bugün, yüz yıllık bir sorunun demokratik yollarla çözümünü savunan, bu uğurda mücadele eden, bedel ödeyen, sahada direnen bireylerin, devletin yasalarıyla cezalandırılması, ciddi bir soruna işaret etmektedir. İşte bu noktada, artık bu yaklaşımın değişmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, üzerinde en çok durduğumuz meselelerin başında hasta tutsaklar gelmektedir. Burada yalnızca politik mahpuslardan değil, tüm hasta mahpuslardan söz ediyoruz. Ancak Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak politik tutsaklara ayrıca bir parantez açmak zorunludur. Çünkü bu insanlar neden mahpus? Çünkü Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için mücadele ettikleri için tutuklandılar, cezalandırıldılar. Eğer bugün gerçek anlamda bir çözüm sürecinden bahsedeceksek, o halde bu kişilerin, özellikle hasta tutsakların, derhal serbest bırakılması bir zorunluluktur. Üstelik bu kişiler hem politik tutsak, hem de sağlık durumları kritik olan bireylerdir. Bu nedenle, bu konunun çözüm sürecinin en öncelikli başlıklarından biri olması gerektiğini vurguluyoruz.
“Bu kurullar bir yargı organı değil, idari bir yapıdır. Ancak buna rağmen, kişilerin cezaevinde kalıp kalmayacağına ilişkin karar verme yetkisi, anayasada açıkça yargıya ait olmasına rağmen, bu kurullara devredilmiştir. Bu durum, Anayasa’ya açıkça aykırıdır.”
*Bahsedilen ilk pakette, 50 bin tutsağın tahliyesi iddiaları söz konusu oldu. Bu ne kadar mümkün ve bakanlığa bir hasta tutsak listesi iletildiği belirtilmişti?
Bir önceki dönemde, henüz Meclis'e gelmeyen ancak kamuoyuna yansıyan 55 maddelik bir yargı paketi taslağı vardı. O taslakta, özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilere yönelik, özellikle 5 yıl ve altı ceza almış olanlar için ev hapsi, Adli Tıp Kurumu (ATK) raporuyla salıverilme veya 6 aylık periyotlarla koşullu tahliye gibi düzenlemeler öngörülüyordu. Yeni pakette ise, henüz resmen Meclis'e sunulmamış olsa da, ceza süresinin 10 yıla çıkarılması gibi bir düzenleme önerildiği konuşuluyor. Ancak biz bu düzenlemeye de itiraz ediyoruz. Çünkü hasta tutsakların yeri cezaevleri değil, hastanelerdir.
Bu kişilerin sağlığa erişimini sağlamak için acilen somut adımlar atılması gerekmektedir. Zaten Türkiye'deki tüm hasta tutuklulara dair liste yalnızca bizde değil, Adalet Bakanlığı’nın elinde de bulunmaktadır. Bakanlığa bağlı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne ait sağlık birimlerinde, cezaevinde rahatsızlığını beyan eden her tutuklunun durumu kayda alınmakta ve raporlanmaktadır. Bu kapsamda bireylerin sağlık durumu, hastalıkları ve tedaviye erişim ihtiyaçlarına dair tüm veriler devletin kendi kurumlarında kayıtlıdır. Söz konusu listeyi biz de Adalet Bakanlığı ile paylaştık; zaten kendilerinin de elinde olan, ayrım yapılmaksızın hazırlanmış bir listedir. Yani burada "şu isme yer verilmiş, bu isme yer verilmemiş" gibi bir durum söz konusu değildir. Bu, toplu ve nesnel bir liste olup, içerdiği bilgiler resmi kaynaklara dayanmaktadır. Bu bağlamda, hasta tutuklularla ilgili olarak cezanın üst sınırı, alt sınırı ya da suçun niteliğine bakılmaksızın, bu kişilerin sağlık koşullarına uygun ortamlarda tedaviye erişim sağlayabilecekleri şekilde tahliye edilmelerini savunuyoruz. Ve bunun ancak yasal bir düzenlemeyle sağlanabileceğini ifade ediyoruz.
İdari Gözlem Kurulları (İGK): Anayasal aykırılık
Bir diğer önemli mesele ise, 2020 yılında kurulan ve uygulamalarıyla ciddi sorunlara yol açan İdari Gözlem Kurulları’dır (İGK). Bu kurullar, bireyleri keyfi şekilde özgürlüklerinden mahrum bırakmaktadır. Kurulda kimler yer alıyor? Cezaevi müdürü, cezaevi psikoloğu ve bazı idari görevliler. Fakat dikkat çekilmesi gereken husus şudur: Bu kurullar bir yargı organı değil, idari bir yapıdır. Ancak buna rağmen, kişilerin cezaevinde kalıp kalmayacağına ilişkin karar verme yetkisi, anayasada açıkça yargıya ait olmasına rağmen, bu kurullara devredilmiştir. Bu durum, Anayasa’ya açıkça aykırıdır çünkü cezaevinde kalma ya da tahliye edilme kararı yalnızca mahkemeler tarafından verilebilir. Anayasa'nın "mutlak yasak" kapsamında değerlendirdiği bu yetki devri, ciddi bir hukuk ihlalidir. Bu nedenle, İGK'larla ilgili acilen düzenleme yapılması gerekmektedir. Konuyla ilgili olarak Sayın Adalet Bakanlığı’na hem yazılı öneriler sunuldu, hem de çeşitli görüşmeler gerçekleştirildi. İGK'ların yarattığı keyfi uygulamalar nedeniyle, özellikle 1990’lı yıllarda mahkûm edilen birçok politik tutuklu, 30 yılı aşkın sürelerini tamamlamış olmalarına rağmen, yargı kararı olmaksızın hâlâ cezaevinde tutulmaktadır. Bu kabul edilemez bir durumdur.
Böylesine kritik bir dönemde, çözüm sürecine uygun demokratik adımlar atılacaksa, bu kurulların yetkilerine dair acil ve köklü bir yasal düzenleme yapılması şarttır.
İnfaz Kanunu’ndaki eşitsizlikler
Son olarak, üzerinde ısrarla durduğumuz bir diğer başlık: İnfaz Kanunu’ndaki eşitsizlikler. Ne yazık ki Türkiye’de infaz rejimi eşitlikçi şekilde uygulanmamaktadır. Adli tutuklulara başka, siyasi ve politik tutuklulara bambaşka muamele uygulanmaktadır. Bu ayrımın temelinde,TMK gibi özel düzenlemeler yer almaktadır. Bu kanun, siyasi mahpuslar için daha ağır ve farklı bir infaz rejimi öngörmekte, bu da eşitlik ilkesini zedelemektedir. Biz diyoruz ki: İnfaz rejimi, suçun türüne ya da siyasi niteliğine bakılmaksızın, herkes için eşit uygulanmalıdır. Yargı sisteminin adil olmasını sadece Kürtler, politik tutsaklar ya da bu sorunun çözümünde ısrarlı olanlar için değil; toplumun tüm bireyleri için savunuyoruz. Bu da, Adalet Bakanlığı’na ilettiğimiz temel taleplerden biridir.
“AYM kararları elimizdeyken, TMK'nın hukuk devleti ilkeleriyle çeliştiği birçok hukuki metinle sabitken, biz de Adalet Bakanlığı’nı ve devleti sorumluluk almaya çağırıyoruz. TMK tamamen kaldırılmalı.”
*Bu pakette TMK'ye ilişkin düzenlemeler yer alacak mı veya bu yönlü bir talep iletildi mi?
Biz politik bir yerden her zaman şunu açıkça ifade ettik: TMK tamamen kaldırılmalıdır. Çünkü TMK kapsamında düzenlenen suçların önemli bir kısmı zaten Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) tanımlanmıştır. Elbette ki her ülkede örgüt üyeliğiyle ilgili cezai hükümler bulunmaktadır. Türkiye’de de örgüt üyeliği, TCK kapsamında açıkça tanımlanmış ve cezalandırılmıştır. Fakat Türkiye’de farklı bir uygulama söz konusudur: TCK çerçevesinde zaten cezalandırılmış bir eylem, TMK aracılığıyla ikinci kez, daha ağır bir biçimde cezalandırılmak istenmektedir. Yani, kişi zaten işlediği fiil nedeniyle ceza alırken, TMK ile bu ceza “çarpı iki” oranında artırılmakta, ayrıca soyut ve belirsiz gerekçelere dayandırılmaktadır. Bu yönüyle TMK, yalnızca içerik bakımından değil, kanun yapma tekniğine de açıkça aykırıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi (AYM), TMK’nın 17’nci maddesi hakkında defalarca ihlal kararı vermiştir. Ancak buna rağmen, bu kanunu ısrarla değiştirmek istemeyen bir siyasal anlayışla karşı karşıyayız. Oysa tam da içinde bulunduğumuz bu süreçte; AYM kararları elimizdeyken, TMK'nın hukuk devleti ilkeleriyle çeliştiği birçok hukuki metinle sabitken, biz de Adalet Bakanlığı’nı ve devleti sorumluluk almaya çağırıyoruz. "Gelin," diyoruz, "bu konuda derhal değişiklik yapalım." Hazır AYM kararları da ortadayken, gereğini yapalım.
AYM kararı ortada: Bir kişi ya örgüt üyesidir, ya değildir
Bir başka temel mesele ise, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek yönündeki uygulamalardır. TCK 220’nci madde kapsamında değerlendirilen bu uygulama, özellikle 2013 sonrası sürecin çöküşüyle birlikte, siyasal iktidarın "biriktire biriktire" oluşturduğu baskıcı ortamın bir parçası haline gelmiştir. Bugün cezaevlerinde binlerce kişi, bu muğlak ve keyfi tanım nedeniyle tutukludur. Örnek vermek gerekirse; sadece gösterilere katıldıkları, sendikal faaliyet yürüttükleri ya da toplumsal muhalefete destek verdikleri için bu suçlamayla yargılanmış ve mahkûm edilmiş durumdadırlar. Gerekçe: "Örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüt adına suç işlemek." Bu durum, hukukun evrensel ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi, Anayasa Mahkemesi tarafından da defalarca ihlal olarak değerlendirilmiştir. AYM, bu konuda üç kez ihlal kararı vermiş, en son olarak 9 Ocak tarihli kararında, özetle şunu söylemiştir: “Bir kişi ya örgüt üyesidir, ya değildir. Yasama organı bu konuda gerekli değişiklikleri derhal yapmalıdır.” Ancak mevcut siyasal iktidar, bu açık ve net uyarıya rağmen, söz konusu maddenin tamamen kaldırılmasına yönelik adım atmamakta ısrarcıdır. Bu pakette de, görünürde bazı yüzeysel revizyonlar yapılmaya çalışılsa da, köklü bir çözüm iradesi maalesef hala yoktur. Bizler, bu maddeyle cezaevlerinde tutulan binlerce kişinin özgürlüğüne kavuşabileceğine inanıyoruz. Bu nedenle diyoruz ki: "TCK 220/6-7 maddeleri derhal kaldırılmalıdır." Adalet Bakanlığı ile yapılan görüşmelerde bu konuları net biçimde ifade ettik. Ve onların da bu konuda bazı hazırlıklar içinde olduklarına dair bir umut taşıdığımızı belirtmek isteriz.
“Sürecin etkisiyle birlikte antidemokratik uygulamaların, Kürt sorununun önünde engel olan kanunların da bu paketlerle bu eylem planlarının içerisine yedirilerek geleceğini düşünürüz. Bundan bağımsız ele almak söz konusu olamaz.”
*Abdullah Öcalan’ın çalışma koşullarının yaratılmasının yanı sıra umut hakkının uygulanmasının yolunun açılması için AİHM kararları için bir çalışma yapılması beklentisi vardı. Ancak bu “gündemde” deniliyor, bakanlıkta buna dair ne ifade edildi?
Görüşmeye, Hukuk Komisyonu eş sözcümüz de katıldı. Ortaklaşa yürüttüğümüz tüm çalışmalar, bu görüşmede detaylı şekilde aktarıldı. Bahsettiğimiz başlıklardan, İdari Gözlem Kurulları’ndan (İGK), hasta tutsaklara; TCK 314/2 yani örgüt üyeliği düzenlemesine ve TMK kapsamındaki maddelere kadar, tümüne ilişkin önerilerimizi izah ettik ve somut biçimde sunduk. Henüz bildiğiniz üzere Adalet Komisyonu'na sunulmuş bir paket yok. Sayın Adalet Bakanı yalnızca bir açıklama yaptı ve 40 maddelik bir yargı paketinin gündeme gelebileceğini belirtti. Biz, bu tür paketler Meclis'e sunulmadan önce, tüm siyasi partilerin önerilerini paylaşabileceği, açık ve şeffaf bir tartışma sürecinin yürütülmesini istiyoruz. Elbette biz kendi önerilerimizi sunduk. Ve bunların kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Meclis’in tüm bileşenleri bu türden düzenlemelere katkı sunmalı; öneriler değerlendirilmeli, tartışılmalı ve ancak ondan sonra komisyona sunulmalıdır. Zaman zaman Meclis işleyişi açısından şu tür durumlar da yaşanabiliyor: Yargı paketleri komisyona geldikten sonra, bizlerin yürüttüğü yoğun tartışmalar neticesinde bazı antidemokratik maddelerin geri çekilmesini sağlayabiliyoruz. Dolayısıyla bu sürecin etkili müdahalelerle yönlendirilebileceğine dair tecrübemiz var. Bu bağlamda şunu açıkça belirtmek isteriz: Az önce sıraladığımız tüm öneriler ve talepler, eksiksiz biçimde görüşmede aktarılmıştır. Ve bu taleplerin gelecek yargı paketlerine bütünlüklü biçimde yedirilmesini, sindirilmesini bekliyoruz.
* Görüşmenin ardından, ilk paketin değişikliğe uğrayarak gelme ihtimali mi söz konusu?
Evet. Daha önce kamuoyuna yansıyan ve antidemokratik yönleriyle eleştirilen 55 maddelik taslağın, bu görüşme sonrasında ve yaklaşık bir buçuk aydır süren gelişmeler doğrultusunda yeniden düzenlenerek Meclis’e gelmesini bekliyoruz. Bu yönde ciddi bir kanaat oluşmuş durumda.
* Bu paket, süreç eksenli hazırlanan bir taslak değil deniyor. Ne düşünüyorsunuz?
Bu değerlendirme yalnızca kısmen doğrudur. Evet, hükümetin bir İnsan Hakları Eylem Planı var ve bu çerçevede dönem dönem bazı paketler Meclis'e sunuluyor. Aynı şekilde, Türkiye'nin Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde de bu tür adımlar planlanıyor. Ancak bu düzenlemeleri mevcut süreçten tamamen bağımsız görmek doğru olmaz. Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Evet, bu düzenlemeler zaten yapılmalıydı. Ama aynı zamanda, sürecin etkisiyle birlikte, antidemokratik uygulamaların ve Kürt sorununun önünde engel teşkil eden yasaların bu paketlerin içine dahil edilerek gündeme gelmesi de kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu paketler, süreçten bağımsız ele alınamaz.
“Türkiye’de antidemokratik uygulamalara zemin hazırlayan tüm yasalara ilişkin kapsamlı bir çalışmamız mevcut. Bunların bir kısmı tamamlanmış durumda ve taslak halindeler.”
* Bu konulara dair sizin hazırladığınız bir taslak çalışma var mı?
Evet, çok yoğun bir çalışma yürütüyoruz. İnfaz Kanunu, TCK ve TMK başta olmak üzere, gömülme hakkı gibi daha az bilinen ama temel haklarla ilgili düzenlemeler dahil, Türkiye’de antidemokratik uygulamalara zemin hazırlayan tüm yasalara ilişkin kapsamlı bir çalışmamız mevcut. Bunların bir kısmı tamamlanmış durumda ve taslak halindeler. Aciliyet arz eden alanlar için önerilerimiz hazır; diğer konularda ise Hukuk Komisyonu tarafından gerekli görevlendirmeler yapıldı ve çalışmalar sürece uygun biçimde ilerliyor. Peki neden bu kadar yoğun çalışıyoruz? Çünkü 27 Şubat Çağrısı, DEM Parti olarak bizlere çok açık bir görev tanımı sundu. Bu çağrı: Çözümün adresinin Meclis olduğunu, demokratikleşme sürecinde yasaların dönüştürülmesinin zorunlu olduğunu ve bu sorumluluğun bir kısmının da bizim omuzlarımızda olduğunu belirtti. Elbette ki çağrının bir kısmı PKK’ye yönelikti. Ancak bir diğer ve en temel boyutu, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve demokratik siyasetin önünün açılması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına yönelikti. Biz de bu çağrının gereğini yerine getirmek için: Hem sahada örgütlenme çalışmaları yürütüyor, hem de Meclis ve hukuk alanında kapsamlı ve disiplinli bir çabayla ilerliyoruz.