
Bir meydan, binlerce yürek, tek bir ses!
- 09:05 28 Şubat 2025
- Güncel
Dilan Babat
HABER MERKEZİ - Kalabalık, tek bir kelimenin bile havada asılı kaldığı derin bir sessizlikle dinledi. Umut, hüzün, kararlılık… Tüm duygular meydanda buluştu. Şehirde yankılanan bu mesaj, sadece kulaklara değil, yüreklerin en derin köşelerine kazındı. Dağkapı, o gün yalnızca bir meydan değil, tarihe açılan bir pencereydi.
Amed… Tarihin, direncin ve umudun şehri. Her taşı, her sokağı, anlatılmamış hikâyelerle dolu bu kadim topraklar, bir kez daha tarihe tanıklık etti.
Dicle’nin nazlı sularının kıyısında, binlerce yılın tanıklığını taşıyan kadim bir şehir. Taş duvarlarına sinmiş hikâyeleriyle, yankılanan sokaklarıyla, tarih boyunca direnişin, sevdanın, özlemin ve mücadelenin simgesi… Ve o gün, bu kadim şehir bir kez daha tarihe tanıklık etti.
Saatler 16.00’ı gösterdiğinde, gün batımına yaklaşıyordu. Dağkapı Meydanı’nda hiç olmadığı kadar bir hareketlilik yaşandı. İnsanlar alışılmış bir telaş içinde değildi; bu defa farklı bir heyecanla meydanda toplanıyor, gözlerini gelecek açıklamaya dikiyordu. Gençler, yaşlılar, kadınlar, çocuklar… Her yaştan insan, meydanın orta yerinde, zamana meydan okuyan bir sessizlikle bekledi.
Bir ses bir yankı
Gökyüzü, Amed’in üzerine mora çalan bir örtü sererken, uzaktan gelen ayak sesleri birbirine karışıyordu. Kimisi umutla, kimisi merakla, kimisi ise yılların yüküyle bekliyordu o anı. Sokak lambalarının ışıkları titremeye başlamış, Hevsel’in rüzgârı şehrin üzerine ince bir serinlik bıraktı. Ve sonra… bir ses, bir yankı… Yüzler, ışığın yansımasıyla aydınlandı. Abdullah Öcalan’ın mesajı, meydanın tam ortasında yankı buldu. Önce birkaç saniyelik derin bir sessizlik… Sonra kalabalığın soluğu bile hissettirmediği anlar…
Anın duyguları…
Bu, yalnızca bir mesaj değildi. Bu, zamana kazınan bir seslenişti. İlk kelimeler dökülmeye başladığında, meydanda hissedilen duygu, tek bir hisle tarif edilemezdi. Yüzlerde hüzün vardı, umut vardı, yılların ağırlığı vardı. Bir zamanlar bu topraklarda söylenen sözlerin yankısı, şimdi yeniden dile geliyordu. Bir baba, çocuğunun omzuna elini koydu. Gözleri, meydanın ötesine, geçmişle geleceğin birleştiği o görünmez çizgiye dikildi. Yüzüne, yılların derin çizgileri oturmuş bir kadın, yanaklarından süzülen yaşları silerken, mırıldanarak dinledi her kelimeyi. Gençler, meydanın dört bir yanında sessizce, bir devrin tanıklığını üstlenmişçesine sözleri içlerine çekti. Bir anne cebinden buruşmuş bir mendil çıkarıp gözlerini sildi. Belki de çok eskiden duyduğu bir sesin yankısını yeniden hissettiği için… Bir kadın elini kalbine bastırdı, gözlerini göğe çevirdi. Kimi duygular anlatılmazdı, yalnızca yaşanırdı.
Bazı sesler daima yankılanır
O an, Dağkapı Meydanı’ndaki taşlar bile dile gelecek gibiydi. Onlar çok şey görmüştü, çok hikâye duymuştu. Sûrların taşları, Dicle’nin suları, Hevsel’in rüzgârı… Hepsi birden o mesajı içinde bir yerlere kazıyordu. Mesaj tamamlandığında, şehir derin bir nefes aldı. Bir anlığına zaman durdu. Sokak lambalarının ışığı, meydandaki yüzleri biraz daha belirgin hale getirdi. Birbirine sarılanlar oldu, gözlerini ufka çevirenler, el ele tutuşup sessizce meydandan ayrılanlar… Ama herkesin içinde bir şeyler değişmişti. Bu mesaj, yalnızca o an için verilmiş bir söz değildi. Bu, yılların hikâyesinin bir parçasıydı. Dağkapı, o gün yalnızca bir meydan değil, tarihin en derin anlarına açılan bir pencere olmuştu. Ve Amed yine unutmamıştı. Çünkü bazı sözler zamanla silinmez, bazı sesler daima yankılanır…
Yankılanan sözlerin ardından
Meydan yavaş yavaş boşalıyordu. İnsanlar ağır adımlarla Dağkapı’nın dar sokaklarına, evlerine, kahvelere, parklara dağılıyordu ama kimse gerçekten ayrılmamıştı. O anın duygusu, meydanda yankılanan ses, herkesin içinde yaşamaya devam ediyordu. Bazıları suskun, bazıları derin bir düşünceye dalmıştı. Gözler uzaklara, bazen de birbirine bakıyordu. Ama en çok da tarihin içinden gelen o sese kulak veriyordu insanlar. Amed’in taş sokaklarında yankılanan ayak sesleri, belki de ilk defa bu kadar ağır, bu kadar anlam yüklüydü.
Meydan artık bomboştu ama şehrin sokakları hâlâ o mesajın etkisiyle nefes alıyordu. Kafelerde oturanlar sessizdi. Çay ocaklarında bardakların sesi bile kısıktı. Gençler, telefon ekranlarına dalmış, az önce duydukları sözleri yeniden okuyor, mesajın yankısını dijital medyada izliyordu. Yaşlı bir adam, bir kahvenin köşesinde usulca tespihini çekti. Gözleri, surların ötelerinde bir yerlere takılı kalmıştı. Yanındaki dostu, yılların getirdiği bir sessizlikle ona baktı. Göz göze geldiler. Söze gerek yoktu. İkisi de o mesajı hafızalarına kazımıştı bile.
Dicle’nin sessizliği…
Amed’in kadim surları, bu şehrin belleği gibiydi. Yüzyıllardır nice sesler, nice sözler taşlarına kazınmıştı. O gün bir kez daha tanık oldular; bir mesajın şehre nasıl yayıldığını, insanların yüzlerindeki duyguları, gözlerindeki parıltıyı… Ve Dicle… Sessiz sedasız akmaya devam etti. Ama o da biliyordu ki bazı akşamlar, bazı günler sıradan değildi. O günde, yıllar sonra bile hatırlanacak bir gündü. Çünkü bazı sözler sadece kulaklarda değil, şehrin ruhunda yankılanırdı.
Yüreklerde yaşayacak mesaj
Gün ilerledikçe, Amed yavaş yavaş sessizliğe gömüldü. Ama bu, her şeyin bittiği anlamına gelmiyordu. Aksine, yeni bir şeylerin başladığının işaretiydi. Ve sabah olduğunda, insanlar yine uyanacak, çaylarını içecek, işlerine gidecek, çocuklar sokaklarda oynayacaktı. Ama herkesin içinde, o meydanda duyulan sözlerden bir iz kalacaktı. Çünkü bazı günler unutulmaz… Ve bazı mesajlar, sadece LED ekranlarda değil, insanların yüreklerinde yaşamaya devam eder.